ÖNCELİKLE belirtmem gereken husus, gelinen noktada PKK’yı bir terör örgütü olarak görmenin yanlışlığıdır. On sene önce durum böyleydi, ama tablo o zamandan bugüne hayli değişti. 1999’da örgütün lideri yakalandıktan sonra Ankara sorunu çözmek için gereken siyasi projeyi üretemediğinden, PKK bugün Türkiye’ye karşı verdiği mücadelede pek çok araç yanında terör yöntemlerini de kullanan bir örgüt hüviyetini kazandı. Uluslararası bağlantıları, temsilcilikleri, legal/illegal finans kaynakları, gazeteleri, televizyonları, radyoları, internet yayınları, hukuk büroları ve sair imkanlarının yanı sıra 7-8 bin civarında silahlı kadrosu olan, açıkça telaffuz edilmese de TBMM’de kendisine yakın bir parti ve bir grup milletvekiline ulaşma kabiliyetinde olan bir yapıdan söz ediyoruz. Bu gerçeği görmek, kabul etmek lazım.
Dolayısıyla PKK’nın zayıfladığı, parçalandığı görüşleri bence iyimser temennilerden ibarettir. Aksine, verilen mücadelede projesizliğimizden ve meselenin çözümünü sadece Silahlı Kuvvetlere bırakmış olduğumuz intibaı veren tek boyutluluğumuzdan yararlanan örgütün Türkiye’ye zarar verme potansiyelinin giderek arttığını görüyoruz.
ABD müdahalesi öncesi Kuzey Irak coğrafyasını Suriye’den kaçan silahlı kadroları için sığınma sahası olarak gören örgütün, müdahale sonrası oluşan istikrarsızlık ortamında bölgeyi hareket üssü ve sıçrama tahtasına dönüştürdüğü bir sürece tanık olduk. Son saldırılar PKK’nın orada baskı unsuru ve siyasi aktör haline geldiğini gösteriyor. Aksi halde gerek Bağdat gerekse Erbil’deki Kürt liderlerin ve Irak’ı kontrol altında tutan ABD’nin PKK’yla görüşme, müzakere, hatta mutabakat ve anlaşma zemini aramaları izah edilemez.
Önümüzde duran bu tabloyu tespit ettikten sonra bölgeye yönelik askerî operasyonun neyi hedefleyeceğini tartışabiliriz.
Şayet bugüne kadar izlediğimiz yolu değiştirmez; bakış açımızı muhafaza edip, meseleye şehitlerimizin kanını yerde bırakmadığımızı gösterecek bir vuruş yapmak şeklinde bakarsak, askerî harekat sorunu çözmez, sadece öfkemizi yatıştırır. Ama bunu yaparken son 15 yılda yaşadığımız hadiselerin tahlilinden yola çıkarak şunu biliriz ki, böylesi bir darbenin etkisi örgüt toparlanıp bir sonraki saldırısını gerçekleştirene kadardır. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi ve dış politikasında oluşabilecek uluslararası baskı göze alınıp bölgede kalıcı bir askerî üstünlük temini hedeflenmeyecekse Türk ordusunun gerçekleştireceği harekatın orta ve uzun vadede fazla bir yararı olmaz.
Uluslararası baskı derken sadece ABD, Avrupa ülkeleri, Rusya ve İran’dan gelecek baskıları kastetmiyorum. Batı dünyasından gelecek tepkilere verilecek makul, hatta kısmen hukuki gerekçeler, karşılıklar dahi bulunabilir. Ama en önemlisi, belli hedeflere yönelik mevzii darbe niteliğini aşan ölçüde bir askerî müdahale, Arap dünyasında oluşmaya başlayan ve korumaya çalışmamız gereken Türkiye’ye sıcak ve yakın bakışa ciddi zarar verecektir.
Sonuç olarak yaşadığımız hadiseler, zihnimizi ve dikkatimizi acılarımızın bizi taşıyacağı noktalarda yoğunlaştırmak yerine; önümüzdeki soruna, bize sıkıntı veren yanları da dâhil her cephesinden bakmaya yöneltmelidir.
Paylaş
Tavsiye Et