Ankara Havası’nı bir yıldan fazla zamandır teneffüs eden ve sizlere üfleyen bu köşenin selefi arkadaş, anlaşılan o ki Ankara Havası’na kurban gitmiş görünüyor. Bundan sonrası için aynı tarzı mümkün olduğunca koruyarak, fakat küçük dokunuşlarla daha da mütekâmil hale getirmeye çalışarak başkentin havasını bendeniz aktaracağım. Halef olmak biraz da muhalif olmaktır; ancak yine de arkadaşımıza emeklerinden dolayı teşekkür etmek, halefliğimize ziyan getirmez.
“Sen de Ankara’nın havasına kendini kaptırırsan, ne olacak bu köşenin hali?” dediğinizi duyar gibiyim. Ben merhum Yahya Kemal’in dediği gibi Ankara’nın yalnızca İstanbul’a dönüşünü sevenlerdenim.
Kısacası, kökü mazide olan âti misali, kalbi İstanbul’da kalmış bir Ankaralıyım.
Tavsiye Et
Medyanın ve özellikle bizim medyamızın silahseverliği malumdur. Yere düştüğünde bilmem kaç yüz metrekarelik alanda canlı emare bırakmayan bombayı “İşte bombaların anası” diye sürmanşetten okuyucunun kafasına çakan, ‘ana’ ile ‘bomba’yı aynı tamlamada kullanabilen “amiral gemisi” namlı gazete de bizim ülkemizdedir. Asker bile “avucuna ateş almış” olmanın sorumluluğuyla soğukkanlı davranırken, hemen her gün vatan toprakları dışına fütuhat düzenleyip düşmanın “tepesine binen” medyamıza en güzel yakıştırmayı Ragıp Duran yapmıştı: Apoletli medya.
Eh, apoleti taktıktan sonra ast-üst hiyerarşisine tâbi olmak gerekiyor, değil mi? Nitekim Kasım ayının ikinci Cuma günü, ola ki herhangi bir Ankara temsilcisinin cep telefonunu aradıysanız, pek çoğuna ulaşmanız mümkün olmamıştır. Zira Genelkurmay Başkanı acilen özel bir toplantıya çağırıyordu ve Ankara temsilcileri üç saatten fazla süren bir brifing(!) aldılar; doğrusu buna longing gibi bir ad takmak daha yerinde olur.
Longing sonrası sızan bir bilgiye göre, Büyükanıt Paşa, “İçinizden bazıları beni arayıp kendisini görevli komutanlardan biri gibi tanıtarak çok önemli stratejik bilgiler elde ediyor” serzenişinde bulunmuş. Paşa’nın serzenişinden emir çıkaran yöneticiler de küçük bir araştırma sonrası “Tümgeneral Yılmaz” kod adlı zarfçı muhabirin Vatan gazetesinde çalıştığını ortaya çıkarmışlar.
Medya generalleri, bir bakıma günah da çıkarmışlar ve “Her şey Vatan için komutanım, ay pardon amirim, amaaan sayın şefim” feryatlarına aldırmadan Tümgeneral Yılmaz’ı işten kovmuşlar. Oysa şimdiye kadar üst düzey ordu mensuplarını ‘zarflayarak’ yaptığı atlatma haberlerle üstlerinden hep ‘aferin’ almaya alışmıştı Tümgeneral Yılmaz. Bu kez Paşa’yı atlattı; ama vartayı atlatamadı ne yazık ki.
Apoletleri sökülmüş medya generaline iş veren olur mu ki? Nedense Şair Nedim’den bir beyit ile bitirmek geliyor içimden:
Dövülmeğe, sövülmeğe, kovulmağa billâh
Hep razıyım amma ki efendim senin olsam.
Tavsiye Et
‘Mahzun’ Tümgeneral Yılmaz’dan ‘Mesut’ Yılmaz’a geçelim.
22 Temmuz seçimleri öncesi bağımsız adaylar altın çağlarını yaşıyorlardı. Hatırlarsanız, bunların en başında Doğan Grubu’nun sevgili siyasetçisi, kritik zamanların seyyar imdat çekici Mesut Yılmaz geliyordu. Seçim otobüslerini Rize sahillerine park eden televizyonlar, “Rize Mesut Yılmaz’dan sorulur” mesajını pek ikna edici bir habercilikle yaymışlardı.
Ancak seçim sonrası ne olduysa “sağın kurtarıcısı”, “Baba’nın tahtının en ciddi vârisi” Mesut Bey, ortalarda görünmez oldu. Bağımsız vekil dendiyse bu kadar da bağ(ım)sızlık olmazdı ki canım!
Ankara’da kimi kulağı kesikler Yılmaz’ın asla boş durmayacağını, ancak Rize’de AKP’nin belini bükmesi beklenirken güç bela seçilebilmiş olmasının şokunu henüz atlatamadığını fısıldayıp duruyor. Yine onlara göre, kurt dumanlı havayı sever, ama Yılmaz kurt değil. Aksine -burcundan mülhem- Kurt ile Kürt’ün arasındaki gerginliğin Meclis aritmetiğini değiştirmesini ve iktidar partisinin bu hengâmede kendi içindeki kurtlar ile Kürtleri zapturapt eyleyemez hale gelmesini bekleyen bir akrep o.
Böylece sağın yeni adresi olmaya doğru hızla ilerleyen AKP çatlayacak. Yılmaz da “mumu erkan sönen” İkinci Ispartalıdan sonra eski ‘mesut’ günlerini arayan ANAP ile “yeni umut” olacak.
Tabii, beklemekten kendisi çatlamazsa…
Tavsiye Et
Ankara’da basit bir resmî evrak takibi için üç gün bir kuyruktan diğerine giren bir dostum anlatıyor:
Benimle birlikte askerlik şubesinde bekleyen onlarca kişi ikinci günün sonunda iyice kaynaşmıştı. Bir ara görevlinin “Arkadaşlar sessiz olalım” uyarısına şöyle bir cevap geldi: “Vatandaşı kuyrukta günlerce bekletirseniz olacağı bu; herkes birbiriyle muhabbete başlar tabii.”
Ancak beni asıl çarpan söz 18-19 yaşlarında bir delikanlının yanındakine söylediğiydi: “Dün akşam internete girdim; benim Amerika’daki manitayla chat yaptım. Sabah buraya geldim; benim Yozgat’taki evrakı hâlâ Ankara’ya getirememişler. Ben bile bu devletten daha hızlıyım kardeşim.”
“Devlet ya genç nesillerin hızına ayak uyduracak ya da işi gençlere devredecek” diye bitiriyor dostum.
Acı da olsa ben bu gerçeğe hak verdim. Devlet, kuyruklarından kurtulmalı; zira “yeni nesil vatandaş tipi” biraz tip oluyor. Şimdilik hâlâ kuyruğa giriyor; fakat artık kuyrukta hizaya geliverecek gibi görünmüyor.
Tavsiye Et
Selefimin geleneğine uyarak onun zaman zaman terennüm ettiği yakıcı soruyu bir de ben dile getireyim: Hakikaten şu “Erke Dönergeç” ne oldu? O, bunu çoğu kez muziplik olsun diye soruyordu. Tamam, kabul ediyorum, mizaha pek müsait bir konu; ama hiç mizah kaldırmayan ulusal, stratejik, emekli paşalar düzeyinde de olsa devlet ciddiyetine dair bir yönü de var konunun. Ben çok ciddi ve de samimiyim: Erke dönergeç nerede?
Tavsiye Et