İran Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
Görünüşe göre Batı’da İran’la ilgili bazı gelişmeler var. Bu gelişmelerin boyutları ve hedefleri henüz herkes için belli olmasa da işin erbabının bunlardan habersiz olduğu düşünülemez. İnşallah gelişmeler bizim için hayırlıdır. Dünyanın önde gelen liderlerinden Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, İran’ın nükleer programıyla ilgili dosyanın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine gönderilmemesini istedi ve “Müzakereler için bir gündem oluşturduktan sonra müzakerelere başlanması gerektiğini” söyledi. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı, İran’dan uranyum zenginleştirme programını durdurmasını da istedi.
Bu açıklamaların yapıldığı sıralarda ülkesinin bütün istihbarat ve güvenlik kurumlarını kontrol etmekle görevli olan Amerika Ulusal İstihbarat Dairesi Müdürü John Negroponte “İran, uranyum zenginleştirme programını durdurursa, ilişkilerimizdeki sorunları incelemeye hazır olduğumuzu İran hükümetine bildirdik” şeklinde bir açıklama yaptı. ABD’li yetkili bu sözlerinin ardından şunu da eklemeden edemedi: “İran’ın nükleer sorunun çözümündeki temel şart, uranyum zenginleştirme programının durdurulmasıdır.”
İran’da bazı kimseler Fransız ve Amerikalıların açıklamalarındaki farklılığın hem Avrupa ve ABD arasında, hem de Avrupa ülkelerinin kendi içlerinde yaşanan rekabete bağlı olduğunu düşünüyor. Bu oldukça iyimser bir analiz ve doğru olması muhakkak ki İran’ın çıkarına. Ancak bize göre Amerikalıların sözlerinden anlaşılan şey, bu yorumların pek de doğru olmadığı. Örneğin Negroponte az önce naklettiğimiz sözlerinin yanı sıra şunları da vurguluyor: “Amerika, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler İran’a, uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son vermesi ve bu hususta Amerika ile bir şekilde anlaşması durumunda ABD’nin İran’la olan ilişkilerini yeniden kurma yollarını incelemeye hazır olduğunu bildirmişlerdir.”
İfade, öncelikle ABD’nin, İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda Avrupa ve diğer ülkelerle -ki görünüşe göre bunlar Çin ve Rusya olmalı- organize hareket ettiğini, ikinci olarak ise Fransa gibi İran’ın nükleer anlaşmazlığında müzakereden bahseden diğer ülke liderlerinin hedeflerinin, görüşmeler yoluyla İran’ı uranyum zenginleştirme programını durdurmaya ikna etmek olduğunu gösteriyor. İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Laricani’nin Viyana’da Avrupa Birliği Güvenlik ve Dış Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana’ya “İran, 5+1 ülkeleri ile İran arasındaki müzakerelerin yeniden başlayabilmesi için kısa süreliğine -örneğin iki aylığına- uranyum zenginleştirme faaliyetlerini askıya alabilir” dediği dile getirildi. Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin İran’dan uranyum zenginleştirme programını durdurmasını istemelerinin temelinde de bu ifade yatıyor. Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Laricani ise, asla böyle bir söz vermediğini ya da anlaşmaya varılmadığını, yalnızca konuşmalar sırasında böyle bir şeyin gündeme geldiğini belirtti. Bize göre burada asıl sorulması gereken soru şu: Acaba Batılılar gerçekten İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durduracağını düşündükleri için mi, bu kadar açık bir şekilde böyle bir öneride bulunabiliyorlar?
Bu sorunun cevabında şu noktanın belirtilmesi gerekiyor: Batılılar müzakereler esnasında bazı bürokratlardan İranlı üst düzey yetkililerin söz konusu faaliyetlerin durdurulmasını kabul edebilecekleri yönünde birtakım resmî olmayan duyumlar almış olabilirler. Eğer bu doğruysa, bu resmî olmayan açıklamalar İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması hususunda onlarda bir beklenti yaratmış olabilir. Bu, İran İslam Cumhuriyeti üst düzey yetkililerinin üzerinde durması gereken hassas ve önemli bir nokta olup, böylesi yaklaşımların yol açabileceği zararların kesinlikle farkına varılması gerekir.
Bazı iç ve dış yayın organları Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın açıklamalarını ‘Fransa’nın ABD’den, hatta diğer Avrupa ülkelerinden uzaklaşması” olarak değerlendiler. Bu yorumlar ancak Fransa’nın İran’dan uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmasını istememesi ya da İran’ın bu hususta Batılılardan güvenilir bir söz alması durumunda gerçeğe yakın olabilir. Bu iki durumun da gerçekleşmediği göz önüne alınacak olursa, Fransa Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları nasıl olur da Fransa’nın Amerika’dan ve Avrupa’dan uzaklaşması olarak yorumlanabilir?
Makalenin başında da belirttiğimiz gibi, bu haberlerin boyutları henüz tam olarak aydınlanmadı. Ancak bu tür söylentilerin genellikle daha sonra gerçekleşecek beklenmeyen olayların habercisi olduğu düşünülecek olursa, İran’ın nükleer dosyasının sorumlularına Sadabad, Paris ve Brüksel anlaşmalarını hatırlamaları ve bir kez düştüğümüz tuzağa ikinci kez düşmekten kaçınmaları gerektiği konusunda ısrarcı olmak zorundayız. Zira biliyoruz ki, gerek Amerikalılar gerekse Avrupalılar olsun Batılı ülkelerin bize söyledikleri söz, temelde şundan ibaret: “İran’ın nükleer teknolojiden yararlanma hakkı yoktur.” Bu yasadışı bir zorbalık ve NPT üyesi ülkelerin kabul edilmiş haklarına ters. Bu yasal ve çok önemli hakkımızdan vazgeçmemiz ve şeytanî güçlerin baskısına boyun eğmemiz mümkün değil.
Bundan daha da önemlisi şu ki, büyük güçler asla bizim nükleer teknoloji alanındaki haklarımızdan vazgeçmemizle yetinmeyecekler. Onlar bu gerilemeyi ilk adım kabul edecek ve bütün istekleri karşısında ellerimizi kaldıracağımız ve teslim olacağımız zamana kadar baskılarını devam ettirecekler. Biz eğer burada durmazsak, başka hiçbir noktada direniş gücüne sahip olamayacağız. Bu nedenle dikkatli olmalıyız ve daha önce birçok defa denenmiş olan Batılıları bir kere daha denememeliyiz. Bilelim ki, bu yeni deneme bize pahalıya mal olacak.
Tavsiye Et
İngiliz Basını
Çeviri: Burcu Anatay
Vietnam Savaşı’nın yaygın bir Amerikan karşıtlığına sebebiyet verdiği delikanlılık günlerimde, Yanki zannedilmemek için sırt çantalarının üzerine kırmızı akça ağacı yaprakları yapıştırarak dolaşan Kanadalılarla sık sık karşılaşabilirdiniz. Daha yakın bir zamanda ise “Usame yatağın altında” paranoyasının kurbanı olmak istemeyen Sih ve Hinduların, üzerinde “Panik Yapma, Müslüman Değilim” ve “Garipseme, Ben Bir Sih’im” yazan tişörtler giydikleri görüldü. Şimdilerde İslam dünyasında haftanın yakılan kuklası Papa’nınki olduğu için üzerinde “Boşuna Suçlama, Ben E’nin C’siyim”* yazan bir araba çıkartması edinmeye karar verdim.
Papa’nın Muhammed Peygamber hakkındaki ifadelerinin ihtiyatsız, yakışıksız ve saldırgan olduğunu düşünüyorum (şu da var ki misilleme olarak kiliselerinin saldırıya uğramasını da saldırganca buluyorum; ama oraya gelene kadar daha söyleyeceklerim var). Papa kendi kör yolunda dinde şiddete yer olmayabileceğine dair akla uygun kanıtlar vermeye çalışıyordu. Bu amaçla, 14. yüzyılda yaşamış Hıristiyan bir imparatorun, “Muhammed’in tebliğ ettiği inancın kılıçla yayılmasını emretmek gibi şeytani ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey getirmediği” şeklindeki sözlerinden alıntı yaptı. Ve Papa ne yazık ki bu alıntı ile kendisi arasına mesafe koymadı.
Sonuç; kuyruğu yakılan Papa kuklaları, Filistin ve Irak’ta saldırıya uğrayan kiliseler, yumruklarını sallayan ve İsrail’de çok az Katolik olmasına rağmen daha çok “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm” sloganları atan kalabalıklar oldu. Papa üzüntüsünü dile getirdi, sonra bir kere daha üzgün olduğunu söyledi ve şüphesiz bunu bir daha yapmayacaktır. Ancak bu asla yeterli de olmayacaktır.
Papa hazretleri, Tanrısını sevenlerin şiddeti sevmemesi gerektiğini söylerken haklıydı. Ancak, özellikle Türkiye’ye yapacağı ziyarete kısa bir süre varken ve tarih içinde, dinler arasına yangın bombası atmamız değil, tam tersine köprüler inşa etmemiz gereken bir dönemden geçerken, Muhammed’i tahkir etmeye başlaması tam bir boş kafalılıktı. 16. Benedikt kendi görüşünü kendi eliyle berbat etti. Öyle ki İslam dünyası bir kez daha histerik bir şekilde şiddet patlaması yaşadı. İşin ironik tarafı bu sefer şiddet yanlısı olarak nitelendirilmeye karşı çıkıyorlardı. Bu çelişkinin en üzüntü veren neticesi ise dünyadaki Müslüman karşıtı hislerin artacak olmasıdır. Bana Müslümanların “çok alıngan” olduklarını söyleyen insanların sayısını artık unuttum.
Bazen bu ülkede kaç kişinin gerçekten herhangi bir Müslüman tanıyıp tanımadığını merak ederim. Ahbaplarım arasında bulunan Müslümanlar diğer insanlardan daha alıngan değiller. Benim tanıdığım Müslümanlar nazik, şakacı, sevgi dolu insanlar. Ancak şu sıralar kendilerini büyük bir baskı altında hissediyorlar ve dürüstçe söylemek gerekirse, bunun sebebini görmek hiç de zor değil. İslam dünyasının sokaklara dökülüp bir şeyler yakmak, ölüm tehditlerinde bulunmak ve yok etme sözü vermekte olağanüstü bir biçimde çabuk olduğu da ortada üstelik.
Peki, ama Müslümanlar dünyanın geri kalanından daha mı alınganlar? Konu inançlarına saygıya gelince, evet alınganlar. Papa 17 Eylül’de dinler arasında “açık ve samimi bir diyalog” çağrısında bulundu. Fakat Müslümanlar alınmak noktasında böylesine büyük bir yanılgıya düşerlerken bu neredeyse imkânsız görünüyor.
İşte asıl şimdi toplumlarımız büyük bir bölünmeye doğru gidiyor. Resmî açıdan Hıristiyan olan ancak şu an için büyük ölçüde seküler bir yapı arz eden toplumumuzda kutsal inekler evinize gelene kadar Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ile alay edebilirsiniz. Ancak İslam’da aynı ifade özgürlüğüne yer bulunmuyor. Salman Rüşdi, Danimarkalı karikatüristler ve şimdi de Papa, İslam’ın da bütün diğer dinler gibi aynı teklifsiz müsamahayla ele alınabileceği düşüncesiyle hareket ettiler. Ve hepsi, durumun hiç de öyle olmadığını keşfetmiş oldular.
Bazı Müslümanlar kendilerine yönelik önyargıları teşvik ediyor. Pakistan, Filistin, Irak, İran ya da Mısır’da bir kitap, bir bayrak, bir karikatür ya da bir kukla yakarken bağıran çağıran sakallı bir çılgın görmenin dünyadaki en güzel manzara olduğunu söylemek oldukça zordur. Sakin olun, lütfen sakin olun. Ancak İslam dünyası gittikçe fanatik, hoşgörüsüz ve gözleri büyümüş hale geliyor; çünkü inançlarını her şeyin önüne koyuyorlar.
Bu durumu kabul etsek ve hatta ona saygı duysak dahi, aramızdaki uçurum daha da genişleyecek ve hatta derinleşecektir. Papa’nın her halükarda ağzını kapalı tutması ya da kendisini daha açık biçimde ifade etmesi gerekirdi. Aynı şekilde Müslüman toplumların liderleri de, Batı’nın ölüm tehditleri yağdıran Müslüman kalabalıklardan artık yorulduğu gerçeğinden de bir an önce haberdar olmak zorundalar. Ne zaman böylesi bir durumla karşı karşıya kalınsa, yumruklarını sallayan ve Batıdan nefret eden İslam fanatiği tipi biraz daha güç kazanıyor.
Papa beceriksizlikle ilerlediği yolunda, dinin şiddeti meşrulaştırmak için kullanılmaması gerektiğini apaçık bir gerçek haline getirmeye çalıştı. Açıkçası cennette peri kızlarına sahip olmak için insanları öldüren dinci çatlaklar beni de hasta ediyor. 2000 yıldır bunlara sahibiz ne yazık ki… Ancak en azından arabamdan “Hey, lütfen beni öldürmeyin; ben sadece E’nin C*’siyim” diyebilirim.
* Orijinali: I am C of E (Ben İngiliz kilisesindenim).
Tavsiye Et