İstanbul’dan gelmiş biri için Ankara’nın havası bambaşkadır. Fakat bir süre sonra İstanbul’un keşmekeşi, trafiği, gürültüsü unutulur; Boğaz, Sultanahmet, Sarayburnu, Adalar hatırlanmaya başlanır. Ankara’nın “İstanbul’a dönüşü”nü mesken tutmuş taze bir sakini olarak, ilk anda gözüme çarpanları toparladım ve üşenmeyip bir mukayese listesi yaptım:
İstanbul coğrafî olarak Ankara’dan dardır; fakat içselleştirme kabiliyeti çoktur. Ayrılırken bir türlü içinden çıkamazsınız, Sakarya’ya kadar hâlâ İstanbul’dur. Ankara ise haritada geniş, gerçekte dardır; en merkezdeki Kızılay’ın bir ucu Eskişehir-Konya yoluna, diğeri İstanbul-Samsun yoluna çıkar. Bir de Çankaya’ya çıkan yol var; ama Kuğulu Park civarında çalışma olduğu için bugünlerde kapalı. İlgililere duyurulur.
İstanbul’da payitahtın nişanelerinden Yıldız Parkı uçsuz bucaksızdır; Ankara’nın meşhur Kuğulu Parkı ise birkaç dönümlük arazidir.
İstanbul, politikayı borsaya ve ekonomiye etkileri oranında gündemine alır; Ankara ise, politikayla politika olduğu için ilgilenir. Ankara’da bürokrat politikacıyı, politikacı bürokratı sevmez; İstanbul’da her ikisi de sevilmez.
İstanbul’un trafiği düzensizliğin nasıl bir düzen oluşturabileceğini gösterir; Ankara’da ise düzen için her türlü şart mevcutken trafikte bir düzensizlik kendini hissettirir.
İstanbul’da Orhan Pamuk, İsmet Özel ya da Oğuz Atay okunurken, Ankara’da en fazla Şu Çılgın Türkler’le karşılaşırsınız. Daha doğrusu, İstanbul’da kitap okunur; Ankara’da kitap konuşulur.
İstanbul’da Boğaziçi’nde iktisat ya da Darülfünun’da hukuk, sosyoloji okunup Massachusetts’te master yapılır; Ankara’da Mülkiye’de kamu yönetimi, maliye okunup ODTÜ’de master yapılır ya da kaymakam, müfettiş filan olunur.
İstanbul TOEFL’a hazırlanır; Ankara KPSS’ye.
İstanbul’da asker, turist muamelesi görür; Ankara ise doğuştan askerdir.
İstanbul spor giyinir; Ankara takım elbise giyer, kravat takar.
İstanbul’da deniz var, su yoktur; Ankara’da deniz yok, su vardır.
İstanbul’un geyik muhabbetinden arta kalan kırıntılarla Ankara’da entelektüel bir sohbet ortamı kurabilirsiniz.
İstanbul Avrupa’dır; yıllarca komşuluk yaptığınız kişiyle otomobil pazarında alışveriş yaparken tanışabilir, sonra da komşu olduğunuzu öğrenirsiniz. Ankara Anadolu’dur; daha taşınırken müstakbel komşularınız nakliyecilere yardım eder, çay-pasta ikramında bulunur.
İstanbul derinliklidir, Ankara stratejik; ikisinin izdivacından Türkiye adına stratejik derinlik doğması umulur.
Velhasıl, İstanbul ile Ankara’nın havası farklıdır: İlkinde hem iklim hatırlanır, hem coğrafya, hem de tarih; ikincisinde ise biraz iklim akla gelir; ama daha çok oyun havaları…
Tavsiye Et
DYP lideri Mehmet Ağar’ın PKK konusunda yaptığı “Dağda silahla gezeceklerine düz ovada siyaset yapsınlar” çıkışı Ekim ayında Ankara’da çok konuşulan sürprizlerdendi. Ağar gibi bir adamın, DYP reklamına göre adam gibi adamın, bu sözü nasıl söylediği tartışıldı. Ardından 24 saat gecikmeli de olsa, Genelkurmay Başkanı’na cevap yetiştirdi Ağar. Böylece onun hem ülkenin doğusuna, hem demokrasi üzerindeki asker gölgesinden hoşnut olmayan liberallere, hem de yasaklardan mağdur olan dindar kesime selam yolladığı yorumları yapıldı.
Bir iftar davetinde konuştuğumuz Kürt kökenli ve vaktiyle bölgenin ağır topu olan eski bir siyasetçiye Ağar’ın çıkışını nasıl karşıladığını sordum. Gayet doğal bir tonla, “bekliyordum” dedi eski vekil ve sohbeti sürdürdü: “Ağar birkaç ay önce benimle görüşmek istedi. Oturduk uzun uzun bölgenin durumunu konuştuk. Konu, devletin af çıkarma meselesine gelip dayandı.”
Şimdilerde Ankara’yı mesken tutmuş olan eski vekile göre, Ağar, affın da içinde bulunduğu geniş bir açılım politikası konusunda kararlı görünüyormuş. Hatta cesur bir adım atarak, sicilinde hem dindar hem Kürt damgası bulunan vekilimizi ısrarla DYP’ye davet etmiş. İsmi ve soy ismiyle müsemma vekile merakımı gizleyemeyip “Kabul ettiniz mi?” diye sordum. “Hayır” dedi kesin bir tavırla. Kişisel olarak Ağar’ın samimi bir açılım peşinde olduğuna inansa da, parti tabanının ve Ağar’ın yakın çevresinin bu işi sürdürülemez hale getireceğini düşünüyor. Bir de anladığım kadarıyla, Ağar kıratında birinin çok ani çizgi değiştirmesi karşısında içten içe bir tereddüt duyuyor gibiydi. Ne dersiniz, sizce de Ağar’ın çıkışı çok hızlı değil mi?
Tavsiye Et
Eski Milliyet yazarı, TRT Genel Müdürü, Dışişleri Bakanı, YTP lideri ve yeni CHP Genel Başkan Danışmanı İsmail Cem, kanser hastalığı nedeniyle zor günler yaşadı. New York’ta ve İstanbul’da tedavi gördükten sonra, nekahet döneminde Türkiye’de kalan ve politikaya ısınma turları atan Cem’in adı, cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle midir bilinmez, son günlerde sıkça basında zikrediliyor. En çok da eski göz ağrısı Milliyet, sayfalarını açıyor Cem’e.
Geçen ay, Milliyet’ten Can Dündar, İstanbul’daki evinde Cem’le, kitaplaştırılmak üzere, uzun bir söyleşi yaptı; bir kısmını dizi halinde yayımladı. Benim gibi Ankara’nın havasına alışmaya çalışan akademisyen bir arkadaşla birlikte göz attık. Söyleşinin ara başlıkları Avrupa Birliği, azınlıklar, Fransa’daki “Ermeni soykırımı” ile ilgili yasa, hükümetin politikaları, solda birlik, Cem’in şairliği, hastalığı ve cumhurbaşkanlığı konusundaki görüşlerinden oluşuyordu. Ancak esas nirengi noktası, Cem’in toplumsal barışa ilişkin sözleriydi. Toplumda herkesin gerilimden uzak bir barış ortamı istediğini belirten sosyal demokrat politikacı, AKP’nin bu yolda müthiş bir fırsatı kaçırdığını düşünüyor ve ekliyor:
“Oysa örnek de var: 1995-2002 döneminde sol, TBMM’deki sayısal zaafına rağmen, iç ve dış barışa dönük bilinçli politikalarla hem topluma rahatlık ve uyum getirdi, hem de bundan siyasal kazanç sağladı. O yıllarda, Ecevit’in katıldığı yahut yönettiği koalisyon hükümetleriyle, CHP’nin, DSP’nin geliştirdiği yaklaşımlarla, toplumda bir barış ve anlayış rüzgârı estirildi.”
Arkadaşla önce birbirimize, sonra 1995-2002 arası döneme baktık: 28 Şubat darbesi, siyaset üzerindeki asker vesayeti, ANASOL-D felaketi, orta kısmı kapatılan ve mezunlarının üniversiteye girmesi neredeyse imkansızlaştırılan İmam-Hatipler, binlerce başörtüsü mağduru, “Şu kadını atın dışarı” diye inleyen bir sol lider, havada uçuşan anayasa kitapçığı, ekonomik ve sosyal krizler, büyük esnaf protestoları, başbakanlık önü eylemleri, yazar kasalar, 1999’da ve 2002’de sırasıyla barajın altını ziyaret eden iki büyük sol parti… Doğrusu, Cem’in hangi barış ortamından ve hangi soldan söz ettiğini anlayamadık. Sonunda arkadaşla birlikte özgürlükçü ve sosyal demokrat İsmail Cem’e içten bir “geçmiş olsun” demeye karar verdik.
Tavsiye Et
Ankara kulislerinde Başbakan’ı zırhlı araçtan kurtaran imdat balyozu konuşuluyor. Ama ondan daha çok konuşulan, balyozu satın alan Bingöl Milletvekili Fevzi Berdibek. Son söylenti, Berdibek’in, Başbakan’ı Bayrampaşa Parkı’nda düşüren atı da satın alacağı yönünde. Şimdiye kadar beklemesi fiyat kırmak içindi herhalde. Böylece balyozu ne yapacağı da anlaşılıyor. Başbakanı kurtaran balyoz, başbakanı düşüren ata karşı!
Tavsiye Et