Kitap
Osmanlı Sonrası Arnavutluk (1912-1920)
Avlonyalı Süreyya Bey
Hazırlayan: Abdulhamit Kırmızı
İstanbul: Klasik, 2009 Tarih dediğimiz alan esasen içinde yaşamadığımız dönemlerin bilgisi ile bizi baş başa bırakır. Tecrübe edemediğimiz zaman dilimlerinin ve olayların bilgisidir bize ulaşan. Bir takım belge ve bilgilerin yolumuzu aydınlatmasını bekleriz. Ne var ki o belge ve bilgiler her zaman doğru ve yeterli kılavuzluk yapmaktan uzaktır. Belgelerin, resmî yazışmaların her şeyden önce insan unsurunu görmezden gelme eğilimi vardır. Oysa tarihi yapanlar belgeler değil insanlardır. Onu tecrübe eden insanların tanıklıkları olmadan, anlamaya çalıştığımız tarih dilimine ilişkin sağlıklı bir bakış kazanmamız mümkün değil. İşte bu noktada biyografiler, otobiyografiler ve hatıratlar büyük önem taşır. Zira resmî belgelerin bıraktığı boşlukları doldurma ve gerçeklik dediğimiz alana bizi biraz daha yaklaştırma noktasında bu ürünlerin yadsınamaz bir önemi vardır.
Ne var ki bu ürünler söz konusu olduğunda sübjektiflik ciddi bir sorun alanı olarak ortaya çıkabilir. Zira otobiyografi yahut hatırat gibi ürünler, onu kaleme alanın öznel bakış açısının ürünüdür ve kimi zaman somut tarihî verilerle çelişebilirler. Bu farkındalıkla eserlere yaklaşan bir tarihçi için söz konusu ürünler birer hazine değerindedir. Bir döneme ilişkin, resmî kaynakların ve birebir tanıklıkların mezcedilmesi ile oluşmuş bakış açısı, belki de hata payı en az olan bakış açısıdır.
Bu çerçevede Klasik Yayınları’nın kültür dünyamıza kazandırdığı seriler önemli bir boşluğu dolduruyor. Yayınevinin daha önce “Arap Gözüyle Osmanlı” ile başlayan ve “Fars Gözüyle Osmanlı” ile devam eden serileri, “Balkan Gözüyle Osmanlı” ile yeni bir soluk kazanıyor. Bu son serinin ilk kitabı ise, Osmanlı Sonrası Arnavutluk (1912-1920). Avlonyalı Süreyya Bey tarafından kaleme alınan ve Hatırat ve Teracim-i Ahval orijinal adını taşıyan eser, Arnavutluk’un Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılması sonrası dönemine ışık tutması açısından büyük önem taşıyor. Çalışma ayrıca, devrin önemli siyasi figürlerinin de yaşam hikâyelerini Avlonyalı’nın kaleminden okuyucuya aktarıyor.
Çok yönlü bir eser olan Osmanlı Sonrası Arnavutluk, Balkan coğrafyası tarihiyle ilgilenenler tarafından görmezden gelinemeyecek bir kaynak olarak kültür dünyamızda yerini alıyor.
Tavsiye Et
Yakup Yılmaz
İstanbul: Özel Kitaplar, 2010 Dil, dünyaya adımımızı attığımız ilk yıllardan itibaren kazandığımız, gerek başka insanlarla iletişim kurmak gerekse dünya üzerindeki varlığımızı ifade etmek üzere kullandığımız en önemli enstrümanlardan biri. Ne var ki hemen herkes tarafından kullanılan bu enstrümanın, onu kullananlar sayısınca değişik kullanım biçimi mevcut. Öyle ki, dil anlaşmanın olduğu kadar anlaşmazlıkların da bir ifadesi ve nedeni olarak karşımıza çıkabiliyor. Benzer bir biçimde dil ile kendimizi ifade edebildiğimiz gibi yine dil vesilesi ile başka ifade biçimlerinin egemenliği altına girebiliyoruz. Bir ifade kulağa hoş gelen bir belagat içinde bize ulaştığında, içeriği yanlış bile olsa, dünyamızda yer edinebiliyor. Dil insanlar arasında iyiliği ve güzelliği öğütleyici bir fonksiyon icra edebildiği gibi, nefretin, dışlamanın yahut bağnazlığın ifadesi ve taşıyıcısı da olabiliyor. Tüm bu örnekler dil adı verilen ve herkes tarafından aynı şekilde kullanılan tekdüze bir yapıdan söz etmenin zor olduğunu gösteriyor. Fakat bu durum her dilin kendi içinde tutarlı bir görüntü arz etmesi gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Zira maksadın, murat edilen biçimde anlatılabilmesi ve karşı tarafın da bu murat çerçevesinde anlayabilmesi herkesin üzerinde ortaklaştığı kuralları zorunlu kılıyor.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir çalışma dikkatimizi bu yöndeki dil yanlışlarına çekiyor. Yrd. Doç. Dr. Yakup Yılmaz tarafından kaleme alınan Türkçede Dil Yanlışları adlı çalışma, Türkçe’de karşılaşılan ve dilin ahengini bozan yanlış kullanımları tespit etme, bu yanlışları düzeltme noktasında çözüm üretme ve tekliflerde bulunma şeklinde bir yol izliyor. Bu yönüyle çalışmayı Türk diline ve kültür dünyasına yapılmış önemli bir katkı olarak görmek mümkün.
Tavsiye Et
Edisyon
Hazırlayanlar: Hasan Suver, Başak Kara, Aslınur Kara
İstanbul: Fatih Belediye Başkanlığı, 2010 Türkiye’nin son birkaç yıllık gündeminin belki de en önemli başlığı demokratikleşme. Bir tarafta hükümetin başlattığı demokratikleşme hamleleri, diğer tarafta darbe söylentileri üzerine başlayan hukuki süreç, Ergenekon davası, yargıyı konu alan reform paketi ve nihayet yeni anayasa çalışmaları gibi tartışmalı konular gündemi meşgul ediyor. Bu gelişmeler içerisinde kamuoyunun ilgisini en fazla celbeden, çeşitli toplum kesimlerine dönük açılım paketleri oluyor. Pek tabi ki her açılım paketi, belli tartışmaları beraberinde getiriyor.
Demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak varlık bulan ve sürece tüm toplumsal kesimleri katma amacı güden söz konusu açılımların son örneği “Roman Açılımı” oldu. Hükümet tarafından İstanbul’da son derece geniş katılımlı biçimde başlatılan Roman Açılımı, eleştiriler yanında, yadsıyıcı yahut küçümseyici bakış açılarını da su yüzüne çıkarmış oldu. Bu bakış açıları her ne kadar siyaset alanında kendilerine yer bulmuş ve belli bir polemiğin parçası olarak karşımıza çıkmış olsalar da, esasen toplumda var olan belli ön yargıların ifadesi olmaları açısından önemliydiler. Zira Çingene yahut Roman olarak adlandırılan toplum kesimlerinin pek çok toplum gibi, bizim toplumumuz tarafından da aşağılandığı ve hor görüldüğü bilinen bir gerçek. Bu anlamda söz konusu açılımın, başlatılması ile dahi önemli bir katkı sağladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bugüne dek haklarında önyargılardan başka pek bir bilgi olmayan Çingeneleri anlamaya yönelik bir bakış açısının, bu süreçle birlikte ortaya çıktığını görüyoruz. Bu bakış açısı beraberinde akademik bir ilgiyi de getirmişe benziyor ve Çingeneleri anlamaya dönük çalışmalar yavaş yavaş karşımıza çıkıyor.
Bu anlamda zikredilmesi gereken çalışmalardan biri Fatih Belediye Başkanlığı tarafından basılan Bir Çingene Yolculuğu adlı çalışma. Prof Dr. Ali Rafet Özkan, Sinan Şanlıer, E. Marushiakova, V. Popov, Nathalie Bessler, Dr. İsmail Altınöz, Ahmet Uçar, Prof. Dr. Korkut Tuna, Yrd. Doç. Dr. Ayşen Şatıroğlu ve Dr. Mustafa Çağlayandereli’nin de katkıda bulunduğu bu kitap, bizleri önyargıların karanlığından anlamanın aydınlığına davet ediyor.
Tavsiye Et
Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar
Orhan Okay
İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010 Ahmet Hamdi Tanpınar, öğrencisi Mehmet Kaplan’ın tespitiyle söyleyecek olursak, en önemli yazarlarımızdan birisi olmasına rağmen, ihmal edilmiş, eserleri üzerinde yeteri kadar mesai sarfedilmemiş bir edebiyat adamı. Son zamanlarda Dergâh Yayınları’nın bu husustaki dikkati, takipçilerinin malumudur. Geçtiğimiz yıl Tanpınar’ın gün yüzüne çıkmamış romanı Aydaki Kadın ile İnci Enginün ve Zeynep Kerman’ın öğrencileriyle birlikte uzun bir mesai sonrası okuyucularla buluşturduğu günlükleri Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa yine aynı yayınevi tarafından yayımlanmıştı. Günlüklerinin satır aralarından dökülenlerse, Tanpınar’ın bize çok da malum olmayan taraflarını göstermesiyle edebiyat kamusunda büyük yankı uyandırmıştı.
Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar yine aynı yayınevinden çıkan yeni bir Tanpınar monografisi. Yazarın öğrencilerinden Orhan Okay tarafından hazırlanan üç ana bölümden oluşuyor. Yazarın aile çevresinin anlatıldığı ilk bölümde, Tanpınar’ın doğup büyüdüğü, öğrencilik yıllarını geçirdiği mekânlar, yine Tanpınar’ın kendi cümlelerine de atıflar yapılarak ayrıntılı bir biçimde resmediliyor.
İkinci bölümde daha çok görev icabı yaptığı seyahatler ve bu zaman zarfında geçirdiği tekamül safhaları, yaşadığı sıkıntılar ve bunların yazın ve düşünce hayatı üzerindeki etkisi masaya yatırılıyor. “Kendine Rastlayan Adam” şeklinde isimlendirilen bu bölümde Okay’ın tespitiyle “Kendini tanımanın ilk adımı olan kendine rastlamak, kendisiyle karşılaşmak Tanpınar’ın eserlerinde önemli bir laytmotif oluşturur.”
Tanpınar’ın düşünce ve eserleriyle hayatı arasındaki denklemi çözümlemeye ayrılan son bölüm ise yazara dair etraflı tahlillere ayrılmış.
Tavsiye Et
Yıldız Ramazanoğlu
İstanbul: Timaş Yayınları, 2010 “Yazmaya yeltenen bir kadın işe özür dileyerek başlamak zorundadır her şeyden önce.” Yıldız Ramazanoğlu son öykü kitabı Angelika’ya işte bu özürle başlıyor.
Dünyanın ve zamanın farklı yerlerinden gelen kadınları anlatırken okuyucuyu rahatsız olmayacağı görünmez bir köşeye buyur eden Ramazanoğlu, kitabı oluşturan altı öyküde, diğerkâmlık, emek, merhamet, alın teri, onur, aşk, bağlılık ekseninde, geçmişten bugüne biriktirdiği kadınları anlatıyor.
Angelika’nın kalın camlı gözlükleri altındaki sarı kirpiklerinden, Hüküm’ün esmer ve kırılgan bedenine uzanan bu gezi, söylenenin ötesinin, kimi zaman dile getirilmeye ar edilenin, kimi zaman da sözün sahibine kıyacak kadar keskin olanın içine çekiyor okuyucuyu.
Bu yönüyle turistik olmaktan hayli uzak bir gezi bu. Tersine, farklı zaman ve mekânlarda geçen bu öyküler, kendine has bir kimya ile birbirine kaynamış. Alissa’nın Yolu’nun gür sesli ama sahnesi az, figüratif kahramanı Melisa “…kimse kimseyi ele geçirmeden, doğasını bozmadan, boğazlamadan kurulacak gevşek ve sağlam, hür ve tutkulu bir can yoldaşlığı olsun” derken sesindeki özgüvenle neyi temsil ediyorsa, Hüküm’ün vicdanı “… Arkanı dönüp yatıyordun sessizce. Şımarıklığımıza katlanmaya çalışarak. Bir dilim ekmek verenin öğüt verme hakkı da doğardı kendiliğinden.” derken başka bir perdeden aynı şeyi bağırıyor aslında. Hepsi adalet, merhamet ve diğerkâmlık gibi sağlam halatlara sarılarak kendimizi boşluğa salmamızı salık veriyorlar. Bütün bu kişiler ve öyküleri, elini içimizdeki farklı yerlere uzatarak her seferinde bir başka kadını çekip çıkaran yazarın kalem oynatışıyla, çocukluktan ergenliğe, genç kızlığa, kadınlığa ve oradan anneliğe uzanan bir yol haritası hâline geliyor. Timaş Yayınları tarafından yayınlanan kitap okuyucusuyla buluşmayı bekliyor. /Yasemin Balkancı
Tavsiye Et
Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi Cilt 14, Sayı 27, 2009/2
İslam düşünce geleneği içinde varlık bulmuş bir İslam siyaset düşüncesinden bahsetmek mümkün müdür? İslam siyaset düşüncesi nasıl ele alınabilir? Fıkıhtan kelama, tasavvuftan ahlak ve felsefeye kadar değişik disiplinlerde kaleme alınan eserler bu açıdan incelenebilir mi? İslami ilimler ve İslam felsefesi literatürü içerisinde yer alan ve bir şekilde “siyaset düşüncesi” kapsamında değerlendirilmesi mümkün olan bu eserler nasıl anlaşılmalı, nasıl okunmalıdır? Günümüzde İslam siyaset düşüncesini ele alan eserler, kadim birikimi doğru bir şekilde anlayıp aktarma açısından nerede durmaktadır? 21. yüzyılda İslam siyaset düşüncesini çalışmanın anlamı nedir ve mevcut birikim bu açıdan nasıl bir öneme sahiptir?
Dîvân: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi’nin “İslam Siyaset Düşüncesi” başlığıyla yayımlanan 27. sayısında bu ve benzeri sorulara cevap aranıyor.
Bu sayı, Hızır Murat Köse’nin öncülüğünde 2003 yılında çalışmalarına başlayan Siyaset Düşüncesi Atölyesi’nin katkılarıyla hazırlandı. Atölye bünyesinde ortaya konan ilk çalışmalar 2004 yılında düzenlenen “Klasiği Yeniden Düşünmek” başlıklı uluslararası sempozyumda tebliğ olarak sunuldu ve İslam ve Klasik başlıklı eserde yayımlandı. Atölye, 2004 sonrası çalışmalarını oryantalist literatürün bu meseleyle ilgili esaslı bazı yanılsamalarına ayırdı. Klasik eserlerin kaleme alındığı tarihî bağlamın göz ardı edilmesinden kaynaklanan tarihî yanılsama, sosyal bilimlerin mevcut tasniflerini esas alarak metinleri ait oldukları disiplinlerden kopartarak incelemekten doğan disipliner yanılsama ve Leo Strauss ve ekibinin siyaset metinlerinin anlaşılmasına dair geliştirdikleri bir okuma tarzı olan bâtınî yanılsama bu problemler çerçevesinde ele alındı.
İslam siyaset düşüncesi birikiminin kelam, fıkıh, felsefe, ahlak ve siyasetname literatürü özelinde nasıl anlaşılabileceği meselesini de irdeleyen atölye katılımcıları, ulaştıkları tespitleri BSV Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin 1 Mart 2008’de düzenlediği “İslam Siyaset Klasiklerini Yeniden Okumak” başlıklı ihtisas sempozyumunda sundular.
Bu sayının H. Murat Köse’ye ait ilk makalesi “İslam Siyaset Düşüncesini Yeniden Okumak: Eleştirel Bir Giriş” başlığını taşıyor. “‘Siyasî-Fıkhî Ahkâmın’ Fıkıh Usûlü Zemininde Temellendirilmesi: Cüveynî’nin el-Gıyâsî’sinde Kat’iyyât-Zanniyyât Ayrımı ve Modern Yorumları”, “‘Peygamberin Yasa Koyuculuğu’: İbn Sînâ’nın Ameli Felsefe Tasavvuruna Bir Giriş Denemesi”, “Ahlak Düşüncesinde Siyaseti Aramak: İbn Miskeveyh’te Adalet Kavramının Siyasî Yansımaları”, “İnsan Doğası Temelinde Farabî’nin Toplum ya da Devlet Görüşü” başlıklı diğer makaleler ve kitap tanıtımlarıyla dergi son buluyor. / Nermin Tenekeci
Tavsiye Et