Kitap
İsmail Kara
İstanbul: Dergâh Yayınları, 2005
Hatıratlar salt biyografik maceralar olarak okunabilir mi? Hatıratları salt biyografik maceralar olarak okuma hevesinde olanlar, hatıratların “öznelliği”ni taşıdıkları hakikatlerin de önünde görürler. Bunu yapanlar pek çok bilgi türü gibi tarihî bilgiye de “nesnelci” bir doğrultudan bakarlar. Hatıratlar, geleceğe yollanan mektuplardır. Geçmişe görsellik, ruh ve derinlik kazandıranlar hatıratlardır. Bunlar sayesinde tek boyutluluktan kurtulan tarih, insanî bir nitelik kazanır. Hatıratların sıcaklığı da işte bu yüzdendir. Entelektüellerin yazdıkları hatıratlar ise, okurlarına, bir taraftan düşünce, toplum, siyaset, ekonomi ve kültür tarihi hakkında canlı tanıklıklar sunarlar, diğer taraftan da yazarlarının düşünce evrenindeki karanlık noktaları aydınlatırlar.
Sıcak bir dile, muhatabını sarıp sarmalayan bir üsluba ve son derece başarılı bir kurguya sahip olan Sözü Dilde Hayali Gözde de böylesi bir eser. Her ne kadar yazarı bu kitabın “klasik manada bir hatırat” olmadığını vurguluyorsa da, bir hatıratta aradığınız her şeyi bu kitapta bulabiliyorsunuz.
Sözü Dilde Hayali Gözde’de Hareket-Dergâh camiasının hikâyesi, bu camiaya intisap eden son kişinin, İsmail Kara’nın ağzından anlatılıyor. Ancak kitabın anlamı bununla sınırlı değil. Kitap, Türkiye’nin yakın dönem kültür ve siyasî tarihine ilişkin soru sahibi insanların göz önünde bulundurmaları gereken bir çalışma. Bu kitapta üzerinde düşünülmesi ve uzun uzun tartışılması gereken pek çok tema ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
İsmail Kara, kitabın kendisi açısından ne anlama geldiğini şu sözlerle anlatıyor: “Bu kitapta tesadüf edeceğiniz zevat hakkında hatıra-deneme metinleri kaleme almanın benim için vazife diyebileceğim bir tarafı var. Onlar, kaderin sevkiyle tanıdığım, bilgi ve görgü itibariyle istifade ettiğim, dünya tasavvurları hakkında fikirler ve intibalar edindiğim, bir ilmî ve fikrî çabanın nasıl yürütüleceğiyle alakalı tutamaklar yakaladığım hayatımın tesadüfleri oldular. (…) Yapmak istediğim şey klasik manada bir hatırat yazmak değil. Yazdığım metinlerde her ne kadar belli kişiler etrafında bir takım hadiseleri gevşek bir kronoloji içinde aktarmak olsa da birkaç neslin hangi bilgi dağarcığı, nasıl bir hissiyat, ne tür bir Türkiye ve gelecek arzusu içinde yeşerip serpildiğini vermek benim için daha önemli ve önceliklidir. Çünkü o bilgi dağarcığı, o hissiyat ve gelecek tasavvuru içinde başkaları gibi ben de bir şekilde varım.” / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
İstanbul: Timaş Yayınları, 2006
Gündelik olana belli bir mesafeden bakmak, yaşanmakta olanları, henüz içindeyken ‘okumak’ ve bunları kavramsal bir dile aktarmak her zaman zordur. Fatma K. Barbarosoğlu, gündelik hayatı, zihniyet değişimini, toplumsal dönüşümü ya da karmaşayı bir kavram çifti etrafında analiz eden yeni kitabı Şov ve Mahrem ’de bu zora talip olmuş. 1980’lerden beri yaşadığımız sürece, tesettür, kimlik ve moda gibi kavramlar eşliğinde hem “içeri”den bakıyor, hem de gündelik olanı, sosyolojik bir mesafe ile okuyor.
İlk bölümde görme ve görülmenin hiyerarşisindeki değişime dikkat çekiyor. “Görülme”nin var oluşun merkezine oturtulduğu post-modern dönemde, görülmeyi seçmenin denetlenmeyi de göze almak anlamına geldiğine işaret ediyor. Tesettür ve moda gibi bir arada düşünülmesi söz konusu olmayan kavramların bir aradalığını da, “olma”nın zorlaştığı ve “görülme”nin eksene oturtulduğu bu süreçle irtibatlandırıyor. Şeklin muhtevayı esir aldığı, yani ‘şov’un, mahremiyetin sınırlarını aşındırdığı bir süreç bu.
Bu okuma esnasında Barbarosoğlu, ilginç kavramlar sokuyor tedavüle. “Anti-türbanistler”: Kedi ve köpeklerin özgürlüğünü tartışmaya hazır, ama tesettürlü bir genç kızın özgürlüğünü aklının ucundan geçirmeyen empati yoksunları. “Kamusal alanın mübarekleri modacılar”: Kimliklerin imajlar üzerinden inşa edilmesinden ve dinî/ahlakî normların yerini, tüketim kriterlerinin almasından güç devşiren “modaerkiller”. Bir başka ilginç kavram ise “aşk üzerinden meşruiyet belirleme”. AKP iktidarıyla birlikte, siyasilerin nasıl “başörtülü bir kadının kocası” olarak denetlenmeye tabi tutulduklarını, bu kavram üzerinden analiz ediyor.
Barbarosoğlu, analizlerinde cesur ifadelerden ve algıyı netleştiren keskin kavramlaştırmalardan çekinmiyor. Mesela “anti-türbanistler”in, “Neden babannem gibi değilsin?” sorusunu, klişe olmanın yanı sıra baskıcılığı açısından da eleştiriyor. Bu beklenti, ona göre, tesettürlü kadınları “zaman dışı” kılarak mekan dışına da atma arzularının bir göstergesi.
Şov ve Mahrem, hızlı ve yoğun yaşadığımız için düşünmeden geçiştirdiğimiz “gündelik hayat”ı okuyan ve sahih düşüncenin kapılarını aralayan bir çalışma. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Editör: H. Emre Bağce
Ankara: Doğu-Batı Yayınları, 2005
Frankfurt Okulu, hiç kuşkusuz yirminci yüzyıl Batı düşüncesinin en renkli ve etkili düşünce ekollerinden bir tanesi. Birinci Dünya Savaşı sonrası Marksizm’in krizine çözüm bulmak amacıyla bir araya gelen bir grup Alman entelektüelin ortaya koydukları metinler, sosyal teorinin can alıcı tartışma malzemeleri haline geldi. Resmî adıyla Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü 1923’ten 1970’lere dek ilginç bir seyir izledi. H. Emre Bağce’nin bu başarılı derlemesi Frankfurt Okulu’nun temel tartışma konularını, öncü figürlerini ve yaşadığı dönüşümleri analiz ediyor. Kitaptaki ana başlıklar şöyle: Frankfurt Okulu ve Eleştirel Kuram, Adorno ve Horkheimer, Benjamin, Marceuse, Fromm, Habermas, Anti-Semitizm, Müzik. Kitapta Göran Therborn, Thomas McCarthy, Seyla Benhabib, Martin Jay, Douglas Kellner, Willem Van Reijen, David Held, Fred R. Dallmayr, Rolf Tiedemann, Lucien Goldmann, Robert B. Pipin, Larry Simon, H. T. Wilson ve W. V. Blomster’ın yazıları yer alıyor. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Editör: Immanuel Wallerstein
Türkçesi: M. Kürşad Atalar
İstanbul: Pınar Yayınları, 2005
Türkçedeki küreselleşme literatürü günden güne zenginleşiyor. Küreselleşme tartışmalarında özgün bir tezin sahibi olan Immanuel Wallerstein’ın bu derlemesi ise, bu kervana katılan son metinlerden. Wallerstein’ın kitapta yer alan “İlim Adamları Sınıfının Ana Akımı ve Gerçeklik: Bir Dönüm Noktasında mıyız?” başlıklı yazısı küreselleşmeye dair temel tezlerini özetler mahiyette. Wallerstein’ın yazısı dışında Samir Amin’in “Küreselleşmecilik mi Yoksa Küresel-Ölçekli Apartheid mi?”, Giovanni Arrighi’nin “Hegemonya ve Sistem-Karşıtı Hareketler” ve Janet L. Agu-Lughod’un “Süregelen Amerikan Taşralılığı ve Dünyanın Geri Kalanı” başlıklı yazıları öğretici yazılar. Bu isimler dışında kitapta Christopher Chase-Dunn, Bart Tromp, Claudia von Werlhof, Pablo Gonzalez Casanova, Marcel van der Linden, Randall Collins, Mahmood Mamdami, Boaventura de Sousa Santos, Maurice Aymard ve Michel-Rolph Trouillot’nun yazıları bulunuyor. / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
M. Akif İnan
Ankara: Eğitim-Bir-Sen Yayınları, Ocak 2006
Edebiyat dünyamızın Yedi Güzel Adam’ından merhum Akif İnan’ın iki şiir kitabı Hicret ve Tenha Sözler Eğitim-Bir-Sen tarafından Ocak 2006’da yeniden basıldı.
Fuzulî “Şair sözü elbet yalandır” dese de kimi şairlerin mısraları hilkatin özünden nüveler taşır. Bu nüveler sayesinde o şiirler, okuyanları titretir, gönüllere yol gösterici olur. Birçok vasfının yanında öncelikle şair olan Akif İnan böyle şairlerdendir. Bu bağlamda Akif İnan’ın şiirini en iyi anlatan Kuddûsî’nin şu mısraları olsa gerektir:
Şâirânın kalbleri Hakk’ın hazâini imiş
Hem mukallid sözleri uşşâkı hayran eylemez
Ehl-i hâlin kalbine ilham eder şi’ri Hudâ
Ehl-i zâhir sözleri irşâd-ı ihvan eylemez
Akif İnan altmış yıllık ömrüne dolu dolu bir emek yolculuğu sığdırmış bir öğretmen, ağabey, sendikacılığa ruh kazandıran bir fikir işçisi, yazar, şair, aydın, milletinin kültürel uyanışı için ömrünü vermiş istikamet sahibi bir dava adamıydı. İnancı ve düşüncesi ne olursa olsun, onu tanıyanların ortak bir şekilde dillendirdikleri gibi herkesin sır ortağı olan, dertleri ile dertlenen ama kendi halinden yana sessiz olan Akif İnan’ın halini ve ülküsünü belki de en iyi Umut Gazeli (Hicret) anlatır:
Soyundum çileye dönmemesine / Bilendim ışıktan gözyaşlarıyla
Acılar umudu buldurur bize / Bir zırha büründüm bu çağa karşı
Edeb senin sabır benim derimdir / Askerler üretir sessiz ve derin
Bayrağa dönüşen alnımdır şimdi / Ellerim ağların mahşer makası
Türkümüz dünyayı kardeş bilendir / Gökleri insanın ortak tarlası
“Anamı sorarsan büyük doğudur / Batı ki sırtımda paslı bıçaktır / Gel kurut bu çağın kargaşasını / Seninle beklenen şimdi şafaktır” (Hicret, Yiğitler) diyen Akif İnan için medeniyet edebiyatsız, edebiyat medeniyetsiz olamazdı. Bu çağın kargaşasını kurutmak için “hikmet erbabının refiki, ilim mensuplarının arkadaşı” şiire başvurulmalıydı; çünkü “Şiir dengelerdi insanı”.
Yedi Güzel Adam’ın "Günleri bir secde hızıyla geçip / Erişsem mahşere bir iftar gibi" mısrasını dillendiren, bundan altı sene önce Ramazan Bayramı arifesinde Hakk’a yürüdüğünde muhtemelen dostlarının gönlünde şu şiiri dolanıyordu:
Bir eteği tutmaz isem / Köle canı satmaz isem
Teneşirde yatmaz isem / Yazık bana vahlar bana
Ölümlerden korkar isem / Gönül evi yıkar isem
Ben bu yoldan çıkar isem / Yazık bana vahlar bana” (Tenha Sözler, Bağlanma)
Vefatının altıncı senesinde öğrenci ve okuyucularına düşen ise onun yolundan gidip şu dizelerine hayat vermektir:
Bütün giysileri yırtsak yeridir / Yeter bize vefa elbiseleri (Hicret, Yorumlar) / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
Metin Savaş
İstanbul: Ötüken Yayınları, 2005
Zemheri Kuyusu, Türkiye Yazarlar Birliği’nin bu sene en iyi roman kategorisinde ödül verdiği eser. Zaman ve mekân kavramlarının iç içe girdiği bir roman Zemheri Kuyusu. Sağlık nedenlerinden ziyade “hayırlı bir iş için” bir araya getirilen Fuat ve psikiyatristi Hayrünnisa arasındaki konuşmalarla başlayan roman, ekseriyetle Fuat’ın iç konuşmaları şeklinde devam ediyor. Yazar, bilinç akışı metodunu kullandığını Fuat’a söyletmekle kalmayıp, çoğu yerde söyletir söyletmez bu yöntemi Fuat’ın üstünde tatbik ediyor. Fuat da bir roman yazdığı için, okuyucu kimi zaman konuşanın yazar mı yoksa Fuat mı olduğunu şaşırabiliyor. Öte yandan Fuat’ın romanı hakkındaki düşüncelerini anlatması, okuyucuda Zemheri Kuyusu’nun Metin Savaş’tan ziyade Fuat’ın romanı olduğu izlenimini uyandırıyor. Romandaki birçok unsur deneysel sayılabilecek kadar değişik ve zorlayıcı. Bu deneysellik bazen ahenkten yoksun olsa da, parlaklığı ile göz dolduruyor. / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et