Yönetmen: Oliver Stone
Senaryo: Andrea Berloff
Oyuncular: Nicolas Cage, Michael Pena
Yapım: ABD, 2006, 125 dk.
Yeterince Amerikan filmi izleyen herkes, her Amerikalının bilkuvve halinde kahraman olduğunu ve kimi zaman örümcek ısırması (Örümcek Adam), kimi zaman radyasyona maruz kalma (Hulk) gibi etkenlerle bir anda muhtaç olduğu kudretin damarlarındaki asil kanda olduğunun farkına vardığını ve güçlerini dünyayı kötülerden kurtarmaya adadığını bilir. Süperman’den Batman’a, Rambo’dan Rocky’ye türlü kahramanlar üreten Amerikan sineması, 11 Eylül saldırısı sonrası çöken Dünya Ticaret Merkezi kulelerinin altından da kahramanlar çıkarmayı başardı.
Dünya Ticaret Merkezi, 11 Eylül saldırılarında yaralılara yardım etmek için girdikleri ikiz kulelerin yıkılması üzerine enkaz altında kalan iki liman polisinin hayatta kalma mücadelesini, ailelerinin ve onları kurtarmaya çalışanların yaşadıklarıyla paralel bir biçimde anlatıyor. DTM, düz anlatım yapısı, ağdalı diyaloglar, karakterlerin kahramanlaştırılması, Amerikan aile hayatına vurgu, sır dizileri seviyesinde bir dindarlık ve en önemlisi Amerikan dış politikasını meşrulaştırma gibi “tipik bir Hollywood filmi” dendiğinde akla gelebilecek tüm özellikleri bünyesinde taşıyor. Yaşanan her türlü tarihsel trajediyi paraya tahvil etmekte gecikmeyen Hollywood, son derece trajik bir olaydan mendil ıslatan bir “mutlu son” filmi çıkarmayı başarmış.
Kennedy suikastıyla ilgili ciddi komplo teorilerini içeren JFK, Vietnam Savaşı karşıtı Müfreze ve Doğum Günü 4 Temmuz gibi muhalif filmlerin yönetmeni Oliver Stone’un nasıl olup da 11 Eylül’le ilgili suya sabuna dokunmayan bir “Tanrı Amerika’yı korusun” filmi çektiğini ise geçtiğimiz sezon Büyük İskender filmiyle yaşadığı hezimete bağlamak mümkün. Büyük İskender filmi eleştirmenlerin büyük çoğunluğu tarafından yerden yere vurulan, Küba lideri Fidel Kastro’nun hayatını anlattığı belgesel Commandante’si ile de Amerikalı muhafazakarların gözünden iyice düşen Stone, DTM ile muhafazakar kitlenin beğenisini hedeflemiş ve bunu da büyük ölçüde başarmış görünüyor. Son filminde muhafazakarlıkta sınır tanımayan Stone; saldırı haberlerini TV’de izleyip “Tanrı bana o insanları kurtarma misyonu verdi” diyerek asker tıraşı olup ikiz kulelerin yolunu tutan ve enkaz altındaki ikiliyi kurtaran eski denizci Karnes ile ilgili olarak “11 Eylül’den sonra Irak’ta iki yıl çarpıştığı” notuna yer vererek, Afganistan ve Irak’ta yaşananları 11 Eylül’ün karşı saldırıları olarak meşrulaştırabiliyor.
Adeta küçük bir Amerikan dışişleri bakanlığı gibi hareket eden Hollywood, 11 Eylül’ü en azından Amerika’nın Ortadoğu’daki faaliyetleri tamamlanıncaya dek unutturmama ve canlı tutma gayretinde olacak gibi görünüyor. Ancak vıcık vıcık bir Hollywood sentimentalizminden daha fazlasını istiyorsanız; DTM yerine, Google Video’da, 11 Eylül saldırılarının ardında ABD yönetiminin olduğunu iddialarını ele alan ABD’li üç gencin çektiği Loose Change belgeselini izlemeniz daha yerinde bir seçim olacaktır. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Richard Attenborough
Senaryo: John Briley
Oyuncular: Ben Kingsley, Edward Fox
Yapım: ABD/İngiltere/Hindistan, 1982, 183 dk.
Ghandi, şiddet dışı direniş ve sivil itaatsizlik prensipleriyle Hindistan’ı İngiliz sömürgeciliğinden kurtararak bağımsızlığına kavuşturan, 20. yüzyıla damgasını vurmuş bilge bir devlet adamının epik hikayesini anlatır. Hint düşüncesinin temel öğelerini Hıristiyanlık ve Batı hümanizmiyle birleştiren ve farklı inançlardaki evrensel değerlere dikkat çeken Ghandi, kast sistemi de dahil olmak üzere tüm dışlayıcı sistemlere karşı çıkar. Film, onun bir avukat olarak bulunduğu Güney Afrika’dan Hindistan’a olan yolculuğunda sömürgecilik ve ırkçılığa karşı verdiği ciddi mücadeleyi yansıtır. İngiliz sinemasının usta yönetmenlerinden Attenborough’nun, etkileyici bir anlatımla kotardığı, 8 dalda Oscar ödülü kazanan Ghandi, Ben Kingsley’in mükemmel performansı ve Ravi Shankar’ın müzikleriyle sinema tarihinin en başarılı biyografik filmleri arasında yer alır. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Senaryo: Charles Bennet
Oyuncular: Madeleine Carroll, Robert Donat
Yapım: İngiltere, 1935, 86 dk.
Londra’da tatil yapmakta olan Kanadalı Richard Hanay, dairesinde tuhaf bir genç kadının öldürülmesiyle kendini bir anda gizemli bir cinayetin ortasında bulur. Kadın, öldürülmeden önce bir İngiliz istihbarat örgütü hakkında açıklamalar yapar. Örgütün liderinin sağ elinin serçe parmağının kesik olduğunu söyleyen kadın, son sözlerinde “39 basamak” isminden bahseder. Kadının ölümüyle Hannay, “39 basamağın” ve örgütün sırrının peşine düşer. Olayları çözmek ve kendini cinayet suçlamalarından temizlemek için sadece 48 saati vardır. Günümüz sinemasının korku algısından uzak bir korku ve gerilim anlayışı, Hitchcock filmlerinin temelini oluşturduğundan 39 Basamak filmi, yönetmenin en tipik filmlerden biri sayılabilir. 39 Basamak’ta, “kendini içinden çıkılamaz bir durumda (başka birinin işlediği bir cinayetle suçlanan kişinin çaresizliği) bulan ve bu durumdan kurtulmaya çalıştıkça işleri daha beter karıştıran kişi” teması işlenir. Bu tema filmde gerilim, korku ve şüphe gibi duyguları beraberinde getirir. Hannay’in uzun kaçışı ve olayları çözme gayreti seyirciyi tedirgin eden bir bekleyişe dönüşür. Hitchcock, filmin başında işlenen cinayetle ve kesik parmaklı örgüt lideriyle fantastik dünyasının kapılarını açsa da fantastiğe de, gündelik hayatın kendisine de çok fazla yaklaşmaz. Fantastik anlatımın sınırlarında dolaşırken aslında sıradanlıktan uzak gerçek bir hayat öyküsüne yaklaşmayı hedefler. Kuşlar ve Sapık ise bu hedefin uzağında, yönetmenin fantastik anlatımının sınırlarını zorladığı filmleridir. Bu yüzden 39 Basamak, 17 Numara, Kanlı Meyhane, Rebeka, Sabotajcı gibi filmler Hitchcock sinemasının tipik örnekleri olarak görülse de Kuşlar ve Sapık bu tipikliğin dışında tutulabilir. Sinemasındaki tema ve biçim ilişkisinden ötürü belli bir özgünlükle anılan yönetmen, aslında filmlerinde Amerikanvari bir öykülemeye gider. Onun filmlerinde sadece iyi ve kötü vardır ve bunlar sürekli bir savaş halindedir. Bu savaş sonuçlandığında da zafer mutlaka iyinin olacaktır. İçine düştüğü zorunlu savaş onu zafere ulaştıracağı için Hannay de savaşmak zorunda olan iyilerden birisidir. Filmlerinde işsizlik, yoksulluk ve ırkçılık gibi toplumsal sorunlara yer vermeyen yönetmen 39 Basamak’ın kahramanı Hannay ile özdeşleştirdiği seyirciyi, cinayet ve şüphe duyguları ile yüzleştirir. Bu duygular Hitchcock’un sıradanlığa yönelik bilinçli bir karşı duruşudur. Yönetmen bu duruşunu şu sözleriyle özetler: “Başkaları seyirciye hayat dilimleri versin. Ben onlara pasta dilimleri veriyorum.” /Esra Bulut
Tavsiye Et