AK Parti iktidarının gelişiyle Ankara’nın bürokratik ortamında ciddi bir değişimin olduğunu söylemek zor belki. Ama ilk zamanlarda bir değişim beklentisinin olduğu biliniyor. Hatta Tayyip Erdoğan’ın daha AK Parti’nin kuruluş konuşmasında (14 Ağustos 2001) dile getirdiği “bürokratik oligarşi” ile mücadelenin vaktinin gelip çattığını düşünerek bir taraf ümitlenirken, başka bir taraf da karamsarlık içine düşmüştü. Aradan geçen 4 yılı aşkın iktidar süreci, ne ümitvar olanları haklı çıkardı, ne de karamsarları… Bürokratik oligarşi biraz çıtayı aşağı çekmek pahasına da olsa, kritik noktalarda siyasetin damarını tıkamaya devam ediyor. Örneğin, Cumhurbaşkanı’ndan veto yeme korkusu hem atanması düşünülen isimleri, hem de atamayı yapacak olan bürokratları baştan engelleyen bir müstakbel tedirginlik unsuru oluyor. Bu “elde var bir” tedirginlik de, inisiyatifi siyasetçiye bırakmak istemeyen bürokratların en büyük dayanağı haline geliyor.
İsmet Özel’in “Doymak, daha iyi doymak için güç toplamaktır” deyişindeki gibi, daha iyi doyma umuduyla güç topluyor bürokratik oligarşi. Yani ümitvar taraf ile karamsar taraf rolleri değişmiş görünüyor.
Peki, bu durum önceki hükümetlerde de böyle miydi? Başbakanlığa yakın bir bürokratın fısıldadığına göre (Dezenformatif nitelikli haberlerin şifreli ifadesi “Genelkurmay’a yakın bir kaynak” gibi oldu; ama bu, onunla kıyaslanmayacak kadar masum bir perdeleme), hiç de öyle değilmiş. Gerek ANAP, gerekse MHP kadroları bürokrasi içi atamalar, sürgünler, pasifize etmeler konusunda AK Parti’ye kıyasla pek cevvalmiş. Öyle ki, bir dönem hükümet değiştiğinin sabahı, eski hükümetin atadığı çok sayıda Başbakanlık görevlisi daha işine gitmek için yola çıktığında öğrenivermiş kapı önüne konduğunu. “Boşuna gelmeyin” demişler, o kadar.
İşte, AK Parti iktidarının ilk günlerinde eskiden kalma olanların karamsarlıkları bundanmış. Keser dönmüş, sap dönmüş; ama tam hesap dönecekken bunlar daha hızlı dönmeye başlamış ve hesap karışmış.
Böylece, her devrin adamları gün geçtikçe rahat nefes almaya başlamış. Hatta ilk zamanlar yenilerin kapısını tıklatıp “Namaz vakti oldu efendim” diye haber vermeyi üstüne vazife edinenler bile bu uygulamayı sürdürmekten vazgeçmişler.
Neden mi? Sadece rahat nefes almaya başlamış olmaktan değil elbette.
Yağcılığın bu kadarını kaldıramayıp bozuk atanlar olmuş da, o yüzden.
Bir de aynı kaynağın harika tespitine kulak verirsek; “Henüz ikbal görmemiş olanların ürkek, ikbal görmüş olanların mütekebbir” hale gelmiş olmasını unutmamak lazım.
Tavsiye Et
Pek çok bakımdan şanslı bir siyasal hareket sayılan AK Parti’nin belki de en büyük şansı ile en büyük bahtsızlığı aynı yerde birleşiyor: Kurulduktan 1 yıl sonra iktidara gelmesi. “Nice ölü doğan siyasal hareket örneği varken, şanssızlık diye bula bula bunu mu buldun?” denilebilir. Kıdemli bir siyasetçinin deyişiyle, “siyasal hareketler muhalefette pişer.” Özellikle teşkilatlar bir süre muhalefet tecrübesi ve birkaç seçim geçirdikten sonra gerçek anlamda iktidara hazır hale gelir. AK Parti Tayyip Erdoğan rüzgârıyla iktidar oldu; bir sonraki seçimde de muhtemelen aynı etken, sonucu belirleyecek.
Oysa kabinede yapılan ufak birkaç değişiklik bile nasıl yeni bir heyecan getirmişti, hatırlarsanız. Yeniler daha iyi ya da eskiler daha başarısız olduğu için değil. Sadece taze kan desteği söz konusuydu.
Kıdemli siyasetçi, Başbakan’ın seçimden önce mutlaka benzer bir kabine operasyonu yapması gerektiğini söylüyor. Bu görüşünü Başbakan’a da iletmiş; ancak sükûtla karşılaşmış.
Artık bu sükût ikrar mıdır, yoksa inkâr mıdır, onu yakında anlarız.
Bununla birlikte, söylenmezse olmaz bir izlenimi ekleyeyim: Farklı kriterlere göre, başarılı ya da başarısız bulunan pek çok bakan var elbette. Fakat Orman Bakanı Osman Pepe’nin, kamuoyunda Acaristanbul olayı nedeniyle puan toplamadan önce de, personeli tarafından en sevilen bakan olduğu söyleniyor.
Sözün özü; kabineye taze kan aranırken, yanlış neşter vurulmaz umarım. Zira ormanlar bir milletin can damarlarıdır.
Tavsiye Et
Geçen ay Zeyno Baran isimli bir bayan ortaya çıktı ve ta Amerika’dan Türkiye gündemini karıştırdı. Aslında bu Baran’ın ilk vukuatı değil; ama en çok ses getiren, bu sonuncusu oldu. Newsweek dergisinde, 2007 yılında Türkiye’de darbe olma şansının (Nasıl şanssa!) yüzde 50 olduğunu yazan Hudson Enstitüsü uzmanlarından Bayan Baran, birilerinin sevinçten eteklerinin zil çalmasına neden oldu. Ancak bizce Baran’ın daha önceki vukuatları ele alınsa, haberci tabiriyle ‘bomba’ olur. Fakat bunların pek de işlenmemesine ve irdelenmemesine bakınca, “Basınımızın habercilik reflekslerinde sorun mu var?” diye düşünmeden edemiyor insan. Mesela Haziran 2003’te, Akşam yazarı Güler Kömürcü’nün ifadesiyle, “Washington’ın gerçek patronları için çalışan” bu “genç-akıllı-güzel hanım” dudak ısırtacak dış politika analizleri yapmış. Gel gör ki, aynı analizler şimdi insanı bıyık altından güldüren bir nitelik kazanmış. Ama gelmelerinden vazgeçtik, görmüyorlar bile. İsterseniz Duman’ın yazısına ve “içeriden bir uzman” dediği Baran’ın analizlerine bir göz atalım, kararı siz verin:
BARAN BİR: Önümüzdeki kısa dönem içinde -belki- askerî olarak değil ama İran ve ABD arasında kesin bir çatışma olacak. Operasyon öncesi halk, tıpkı Irak’taki gibi hazırlanıyor; ancak ben Amerika’nın sadece “İran’da yaşayan Azerileri” destekleyerek iç hareketler yapacağını sanmıyorum. Azeri-Farisi çekişmesi ABD’nin işine gelmez. Bütün etnik kimliklerin topyekun-birleşmiş harekatı olabilir. Pandora’nın kutusu İran’da açıldığında ne çıkar bilinmez. İşte bu nedenle Türkiye “bekle-gör” politikası yerine derhal tavır geliştirmeli, hemen net politikasını belirlemelidir.
BARAN İKİ: 2004 ABD Başkanlık seçimlerinden önce İran’da, Tahran’da farklı bir hükümet, demokratik bir yapı olacağına inanıyorum. Türkiye bu gerçeği değiştiremez ve bu gerçeğe göre tavrını netleştirmelidir. Aksi takdirde Türkiye yine zorda kalacaktır. (‘Yine’ derken Zeyno Hanım, 1 Mart tezkeresinin geçmemesinden duyduğu hayal kırıklığını kastediyor)
BARAN ÜÇ: Azerbaycan ABD’nin “yeni model ülkesi” olabilir. Çünkü laiklik konusunda ideal ve aynen Irak’taki gibi Şiiler burada da çoğunlukta. Özetle; Türkiye beklemeden derhal politika üretmeli, politikasızlık politikasından vazgeçmeli. Türkiye’nin ne yapmak istediğini Washington hâlâ bilmiyor.
Bunlar da Baran’ın Washington’da Amerikan-Türk Konseyi (ATC) ve Atlantik Konseyi tarafından düzenlenen panelde yaptığı konuşmadan Türkiye’ye yolladığı direktifler:
BARAN DÖRT: George W. Bush’un yemin töreni konuşmasında, demokrasinin yayılmasının öneminden bahsettiği bir ortamda, Türkiye nerede durduğunu iyi seçmeli. Bu konu, stratejik ortaklığın devamında belirleyici olacak.
BARAN BEŞ: Hem Türkiye, hem de Rusya, değişimden rahatsız ve statükoyu korumak istiyor… NATO üyesi bir ülke olarak Türkiye’nin Rusya ile yakın politikalar izlemesi uzmanları endişelendiriyor.
BARAN ALTI: Eğer Türk ordusu Irak’ta veya gelecek başka girişimlerde etkili bir şekilde kullanılamazsa, bu ortaklığın nereye gittiği açık değil. ABD politikalarıyla işbirliği içinde olunmaması halinde Türkiye’nin ABD ile stratejik ortaklığını sürdürmesi zorlaşır.
BARAN YEDİ: ABD’nin Felluce’de yaptıklarını bazı AKP milletvekillerinin ‘soykırım’ olarak nitelemesi yüzünden, ABD Kongresi’nde daha zorlu bir Ermeni soykırım tasarısı gündeme gelebilir.
Liste 7’den 70’e uzatılabilir. Özellikle Tahran ile ilgili ‘bomba’ların elde patlamasına bakıp Baran’ı hafife almayın. Zira Baran, patronlarından gelen talimatları uluorta dizivermekle ne denli gözü pek olduğunu gösteriyor. Doğrusu ben en çok “Türkiye’nin ne yapmak istediğini Washington hâlâ bilmiyor” serzenişine takıldım. Zeyno Hanım’ı bilmem ama -hadi Hollywood’dan öğrendiğimiz kadarıyla onun patronlarının üslubuyla söyleyelim- hislerim bana bunun biz Türkler için iyi bir şey olduğunu söylüyor.
Bence, geldiği yeri unutup bulunduğu yere bakarak Türkiye’ye talimatlar yağdıran hanımefendinin çuvallamalarını bir kenara bırakalım; o kadarlık kusur, Nostradamus’un kızı olsa, onda da olurdu. En azından o kızcağız analiz yapmaya kalkışmazdı; kehanetle yetinirdi sanırım.
Tavsiye Et