Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2010) > Asılıyorum > Yaşasın Hürriyet
Asılıyorum
Yaşasın Hürriyet
Ali Cengiz Tuğrul
Üstat ihramlara büründü, olmadı.
Tavafta ayakları şişti, dönmekten başı döndü, olmadı.
Sayda bir ileri bir geri koşuşturdu durdu, yine tık yok.
Bütün umre macerasını pehlivan tefrikası gibi yayımladılar, nafile.
Aldılar dağ gibi adamı genel yayın yönetmenliğinden.
Oysa o dağ gibi adam, sadece dönmekle kalmamış, namaz bile kılmıştı.
iPod’unda Fatiha’nın kayıtlı olduğunu yazmıştı bir keresinde.
Cenaze başında Kur’ân okuyacak kimse bulamamışlar da o alet yetişmiş imdatlarına.
İşte o iPod’la niye namaz kılamasın ki insan?
Bilmem ne kadar bayt kapasitesi var o aletin.
Bütün bir Kur’ân’ı yükleyebiliyorsun sonuçta.
Kulaklığını takar, düğmesine basarsın.
Göz ucuyla çaktırmadan kılavuzuna bakar, Abdüssamed kıraatiyle yatar kalkarsın.
Araya blues ve caz nağmeleri karışmazsa tamamdır.
Neden olmasın!
Karışsa bile ondan acayip tumturaklı bir köşe yazısı çıkarabilecek tıynettedir üstat.
Ne bileyim, mesela şöyle:
“Bir kulağımda ilahi nefes, diğerinde o ilahi nefesten neşet etmiş olan zenci halife Ray Charles’ın gırtlaktan gelen büyüleyici nağmeleriyle donakaldım.
En büyük mucize Kur’ân’ın sesi ile en büyük mucize olan insanın sesinin kaderin bir cilvesi ile birleşmesi, faniliğimi en derinden hissettiğim bu mekanda yoksa bana gönderilmiş özel bir işaret miydi?
Sanki bir ses, ‘Bu zahmete katlanarak beni şaşırttın, üstelik sevindirdin, şimdi sıra bende’ diyordu.
O anda bütün bedenimin ürperdiğini hissettim ve ömrüm boyunca bu duyguyu neden daha önce yaşamadığıma hayıflandım.
Bahsetmesem kimsenin haberi olmayacağı bu içsel tecrübeyi niçin zikrediyorum?
Şekil şartlarına riayeti dinin aslı zanneden, vesayet dendiğinde askerî vesayetten başkasını akıl edemeyenlerin söylediklerimi anlayamayacaklarını biliyorum.
Anlamamalarına rağmen itiraz edeceklerine de adım gibi eminim.
Ama bütün cesaretimle ve samimiyetimle söylüyorum;
İnsanın alnını bir kere bu tecrübe ile yere koyması bir ömür boyu şuursuzca koymasından yeğdir.”
Sorarım size;
Bu halet-i ruhiye içindeki bir insanın duasının o topraklarda kabul edilmemesi mümkün mü?
O yüzden şahsi kanaatimce bu yüce ruhlu insan, Oktay Ekşi ustamızın çok isabetli benzetmesi ile bu insan-ı kâmil, genel yayın yönetmenliğinden ayrılmayayım diye dua etmemiştir.
Tam tersine bu yükün omuzlarından alınması için gözyaşı dökmüştür.
Ki kabul oldu duası işte.
Ne büyük bir makam, ne izzet, ne şeref.
Tabii anlayana.
 
KAMPANYA
“Anlayan var mı peki?” diye soracak olursanız cevabım çok net:
Yok!
Nereden çıkartıyorum bunu da, bu kadar kesin konuşuyorum?
Gazetenin yeni reklam kampanyasından.
“Herkese Daha Fazla Hürriyet”
Zil takıp oynasaydınız bari!
Yahu insan biraz basiret sahibi olur.
Biraz feraset sahibi olur.
Hadi onları olamıyorsunuz, anladık.
Biraz kadir kıymet bilir de mi olamıyorsunuz?
Biraz hatırşinas da mı olamıyorsunuz?
Bu kadar mı üstattan hoşlanmıyordunuz?
Bu kadar mı bunaltmıştı sizi?
Ezim ezim ezdi mi sizi?
Sivil vesayet mi uyguladı üstünüzde?
Otoriter bir yönetim modeli mi sürdürdü?
Birtakım harekat planları yaptı da onları mı ele geçirdiniz?
Ne biçim bir slogan “Herkese Daha Fazla Hürriyet”
Bu sloganı duyan herkes, “Üstat gitti diye gruptakiler zil takıp oynuyorlar” demez mi?
“Herkese Daha Fazla Hürriyet”
Neden?
Ee, üstat ayrıldı ya, ondan.
Ayıp ayıp!
Sonra da kalkın tavşan kostümleri ile uğurlayın adamcağızı.
Galatasaray aslan.
Ertuğrul tavşan.
Yazık, çok yazık.
Bu uygunsuz tavırlarla karşılaşabileceğini tahmin eden üstat, o engin öngörüsü ile 3 Ocak’ta şunları yazmıştı zaten:
Eğer insan psikolojisini iyi bilen biriyseniz, genel yayın yönetmenliğinden ayrıldığınız andan itibaren nelerin olabileceği hakkında zihnî hazırlığınız vardır.
Hele hele hayatınızın büyük bölümünü, “İnsana ait hiçbir şey beni şaşırtmaz”felsefesiyle yaşamışsanız, gerçekten şaşırmazsınız.
Gazetecilik, ayağa basma değil, ayakları çiğneme mesleğidir.
Hele hele 20 yıl bu görevi yapmışsanız, arkanızda ağır bir arkadaşlıklar enkazı bırakmışsınızdır.
Zaten kendi kendinizi yalnız yaşamaya mahkûm etmişsinizdir.
Dolayısıyla değişen bir şey olmaz.
O nedenle geçmişe değil, geleceğe bakarsınız.
Artık yapamayacaklarınızı değil, yapabileceklerinizi düşünürsünüz.
 
ÇİVİ
Bu sloganın uygunsuzluğu kişisel bazda kalsa yine iyi.
İçinden geçmekte olduğumuz kritik süreci daha da derinleştirecek bir yönü de var.
Hüsamettin Cindoruk “Memleketin çivisi çıktı” diyor.
“Vesayet siyasetinden, siyasetin vesayetine geçiyoruz” diyen hanım da “Katılıyorum bence de çıktı” diyor.
Üstat, bir ombudsmana ihtiyaç var.
Öyle bir ombudsman ki;
Ülkedeki bu gerginliği kurumlar savaşı görüntüsünden çıkaracak;
Daha sanık bile olmamış insanların ifadelerinin işportaya dökülmesinin üzerine gidecek;
Bütün kurumlara ve insanlara adil ve eşitlikçi bir şekilde yaklaşacak bir ombudsmana ihtiyaç var.
Kim yapar?
Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı?
Bilmiyorum ama birinin acilen bütün topluma bu duyguyu vermesi gerekiyor.
Yoksa iş işten geçecek... diyor.
Yeni yönetim hiç bu tehlikeyi idrak etmemiş gibi “Herkese Daha Fazla Hürriyet” diyor.
Zaten bir ombudsmana duyulan ihtiyaç, herkesin daha fazla hürriyet istemesinden çıkmadı mı?
Ona hürriyet ver, buna hürriyet ver, bunun sonu nereye varır?
Allah korusun, sivil diktaya varır.
 
GAZ
İşin sonunun sivil diktaya varmaması için kimsenin kimseye gaz vermemesi gerekir.
İsmail YK’nın “Bas gaza yavrum, bas gaza” şarkısının yasaklanmasını teklif ediyorum.
İtiraf ediyorum.
Bu teklifi üstadın 28 Ocak’ta yazdığı şu satırlardan aldığım ilhamla yapıyorum:
Başbakan Tayyip Erdoğan beni bazen şaşırtıyor.
Hatta bazen değil, sık sık...
Anahtar kelime, tabii ki, kendine yandaş gördüğü bazı kalemşorlara söylediği o sözdü.
“Bize gaz vermeyin...”
Madem Başbakan beni şaşırttı, ben de hem onu hem başkalarını şaşırtayım.
“Gaza getirmeyin” tavsiyesini ben, onun yandaşlarından çok daha fazla ciddiye aldım.
Asıl muhataplar sağa sola bakıp ıslık çalıyor ama ben üzerime alındım.
Yani o lafı kendime yonttum ve şöyle düşündüm:
Biz de başkalarını gaza getirmemeliyiz.
Her şeyden önce de kendimizi gaza getirmemeliyiz.
Başkalarını ise hiç getirmemeliyiz.
Açıkça ilan ediyorum ki, gaza gelmemek için ant içtim.
Gaza getirmemek için de ant içtim.
Ben üstadı sadece Petrus içer sanıyordum.
Ant içtiğini bu yazısıyla öğrenmiş oldum.
Biraz şaşırdım.
Çünkü daha ayın başında üstadın içindeki trend avcısı yönü canlanmış ve “Bu dönemde öne çıkacak yeni yazar profili nasıl olacak?” diye sesli düşünmüştü.
Vicdanının terazisinden geçen görüşleri, cesur bir şekilde ifade edebilecek yazarların itibarı artacak. “Ergenekoncu” veya “darbeci” suçlamalarından çekinmeyecek, bu etiketleri elinin tersiyle itip yoluna devam etme gücüne sahip, düşüncesini cesaretle söyleyebilecek yazarların dönemi açılacak.
Yeni yazar ve aydın türü, darbelere büyük bir cesaretle karşı çıkacak, gerekirse Silahlı Kuvvetler içindeki ve dışındaki darbecilere kafa tutacak, bunların tasfiyesi için her türlü desteği verecek. Ama bu aydın, “Silahlı Kuvvetler”i kışlasına kapatacağız tutkusunu, her türlü kanunsuzluğa, adaletsizliğe, vicdansızlığa kılıf haline getirmeyecek. Askerî faşizm kadar, sivil faşizmin, askerî darbe kadar sivil darbenin de çok tehlikeli olduğuna yürekten inanacak.
Şimdi gelelim bu profile uygun yazarların kimler olduğuna?
Elbette, hemen her gazetede çok sayıda insan var.
Bunların ille de yeni yazar olması da gerekmiyor.
Bazıları, bütün hayatları boyunca vicdanlarını hep yazılarının ağırlık noktasına koydular.
Mesela bir Nazlı Ilıcak.
Mesela Sedat Ergin.
Yenilerden Ahmet Hakan.
Ama bugünlerde ilk sıraya Nuray Mert’in adını yazıyorum.
Eğer içimdeki trend avcısı (temayül avcısı) yanılmıyorsa; hissediyorum ki, bu ses giderek yükselecek.
Tabii bu satırlar 5 Ocak’ta yazılmış.
Eğer Başbakan daha önce “Bize gaz vermeyin” deseydi, bütün yüreğimle inanıyorum ki üstat da gazı özköklemezdi.

Paylaş Tavsiye Et