Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2007) > Toplum > Ev insanın içidir
Toplum
Ev insanın içidir
Faruk Deniz
İN­SAN me­kân ile iki şe­kil­de iliş­ki ku­rar: Bel­li bir sa­tıh­ta yük­se­le­rek (yü­rü­ye­rek) ya da ya­tay bir şe­kil­de yo­ğun­la­şa­rak (otu­ra­rak). Bi­ri in­sa­nın ey­lem­li­lik, di­ğe­ri dü­şün­me hâ­li­ni iz­har eder. Yü­rü­mek mu­hay­yi­le­dir, otur­mak ise ger­çek­lik­tir. Ev in­sa­nın me­kân­la kur­du­ğu bu iki­li iliş­ki bi­çi­mi­ni iç­ten­lik­le ve ya­lın­lık­la bir ara­ya ge­ti­rir; ara­da­ki iki­li­ği or­ta­dan kal­dı­rır. Ev, in­sa­nın ek­sik­li­ği­ni his­set­ti­ği ve ara­yı­şı için­de ol­du­ğu, gü­ven­lik, öz­gür­lük, gü­zel­lik, doğ­ru­luk, iyi­lik, mah­re­mi­yet ve ai­di­yet gi­bi te­mel ge­rek­si­nim­le­ri bü­tün­lük­lü ola­rak kar­şı­la­ma­ya ha­zır­dır. Bu se­bep­le ev, in­sa­na da­ir bü­tün ya­şan­mış­lık­la­rın giz­li ve ses­siz şa­hi­di­dir. Bu şa­hit­li­ği ay­nı za­man­da fa­ni­li­ğin de gös­ter­ge­si. Ev in­sa­nın var­lık te­lak­ki­si­nin ve ubu­di­ye­ti­nin en ya­lın hâ­li ol­du­ğu için ba­sit ol­mak zo­run­da­dır. Su­dan da­ha gü­zel bir içe­cek, çor­ba­dan da­ha gü­zel bir ye­mek ol­ma­dı­ğı­nı in­san na­sıl ki za­man­la an­lı­yor­sa, ba­sit ve gös­te­riş­siz bir ev­den da­ha gü­zel bir ya­pı­nın ola­ma­ya­ca­ğı­nı da za­man­la an­lar. Du­ru, ba­sit ve gös­te­riş­siz olan bir şey an­cak in­sa­nın var olu­şu­na uy­gun dü­şer. Bu ba­sit­lik in­sa­nı ya­nıl­gı­lar­dan ko­rur; emin ve hu­zur­lu kı­lar. Bac­he­lard şöy­le der: “Ev in­san ya­şa­mın­da, ka­za­nıl­mış şey­le­rin ko­run­ma­sı­nı sağ­lar, bun­la­rı sü­rek­li kı­lar. Ev ol­ma­say­dı, in­san da­ğı­lıp gi­der­di. Ev, in­sa­nı gök­ten inen fır­tı­na­la­ra kar­şı ol­du­ğu gi­bi, ya­şa­mın­da ya­şa­dı­ğı fır­tı­na­la­ra kar­şı da ayak­ta tu­tar. Ay­nı za­man­da hem be­den, hem ruh­tur. İn­san var­lı­ğı­nın ilk ev­re­ni­dir.” Evin var­lık­la iliş­ki­li ol­ma­sı bel­li bir dü­zen, uyum­lu­luk, mer­ha­met ve te­va­zu ile ku­rul­ma­sı­nı ge­rek­ti­rir. Evi mey­da­na ge­ti­ren oda­lar, ka­pı­lar, pen­ce­re­ler, mer­di­ven­ler, ta­van ara­sı ve mah­zen ha­yat ta­sav­vu­ru­mu­zun, içi­mi­zin yan­sı­ma­sı­dır. İçi­miz­de­ki zen­gin­lik­ten faz­la­sı­nı bir eve yan­sı­ta­ma­yız.
Bac­he­lard’ın şu çö­züm­le­me­si gös­te­ri­yor ki, her tür de­ğer ve me­su­li­yet­ten yok­sun in­şa edi­len çok kat­lı ya­pı­lar, in­sa­nın düş kur­ma im­kâ­nı­nı or­ta­dan kal­dı­rı­yor: “Düş evi­nin mi­ma­rı ol­say­dık, üç kat­lı ev­le dört kat­lı ev ara­sın­da du­rak­sar­dık. Te­mel yük­sek­lik ba­kı­mın­dan en ba­sit olan üç kat­lı evin bir mah­ze­ni, bir gi­riş ka­tı ve bir ta­van ara­sı var­dır. Dört kat­lı ev­dey­se, gi­riş ka­tıy­la ta­van ara­sı ara­sın­da bir kat da­ha var­dır. Bir kat da­ha, bir ikin­ci kat; ve düş­ler ka­rış­ma­ya baş­lar.” Do­la­yı­sıy­la, in­sa­nın ev­den ha­re­ket­le me­kân­la ve in­san­la iliş­ki kur­ma im­kâ­nı da or­ta­dan kal­kı­yor.
Ev­le­ri­mi­zin en önem­li kıs­mı­nı oluş­tu­ran mi­sa­fir oda­la­rı, öte­den be­ri ba­na sa­hi­ci­lik­ten uzak bir me­kân in­ti­baı ver­miş­tir. Mi­sa­fir oda­sı ya­şa­dı­ğı­mız ha­yat ile dı­şa­rı­ya sun­mak is­te­di­ği­miz ha­yat ara­sın­da­ki de­rin çe­liş­ki­nin ürü­nü­dür. Bu­na iti­raz edi­le­ce­ği­ni bi­li­yo­rum. Bir­çok­la­rı­mız için bu­ra­lar, mi­sa­fi­re de­ğer ver­di­ği­mi­zin bir de­li­li­dir. Hak­lı baş­ka ge­rek­çe­ler de öne sü­rü­le­bi­lir. Oy­sa ha­yat iki­li­ğe, pa­zar­lı­ğa, mü­ra­ili­ğe yer bı­rak­ma­ya­cak şe­kil­de bir ol­ma­lı­dır. Mi­sa­fir oda­sı evin dı­şı­na çı­kar­tıl­mış is­tis­nai bir böl­ge­dir. Ev aha­li­si ve özel­lik­le de ço­cuk­lar için ya­sak böl­ge­dir. Ge­nel ha­yat akı­şı­nın dı­şın­da ol­du­ğu için iç­ten­lik­ten yok­sun­dur. Mi­sa­fir içe­ri gir­di­ğin­de bu iç­ten­lik­siz hâ­li he­men his­se­der. Bu­nu da oda­da­ki eş­ya­la­rın iç­ten­lik­siz se­lam­la­ma­sın­dan an­lar. Tı­ka ba­sa dol­du­rul­muş eş­ya­lar ara­sın­da bir ya­ban­cı gi­bi­dir. Gös­te­riş­li ve özen­ti­li kol­tuk ta­kım­la­rı, seh­pa­lar, ma­sa­lar, do­lap­lar, iş ol­sun di­ye ser­gi­len­di­ği her hâ­lin­den bel­li olan ye­mek ta­kım­la­rı, fin­can­lar, bar­dak­lar ara­sın­da bo­ğu­la­cak gi­bi olur. Oda­nın ka­la­ba­lı­ğın­dan ken­di­ni ora­ya ait his­se­de­mez.
Za­ri­foğ­lu’nun Ya­şa­mak’ta ka­le­me al­dı­ğı bir bö­lüm, ge­rek­siz eş­ya­lar top­lu­lu­ğun­dan kur­tu­lup, in­sa­na ve mu­hab­be­te na­sıl yer açı­la­bi­le­ce­ği­ni ya­lın­lık­la or­ta­ya ko­yu­yor. Mu­hab­bet et­mek üze­re bir oda­da top­la­nan ve sü­rek­li ge­niş­le­yen bir dost­lar hal­ka­sı. Hal­ka ge­niş­le­dik­çe içe­ri­de­ki san­dal­ye, seh­pa, kol­tuk­lar, bü­yük ma­sa ve ge­ri ka­lan üç san­dal­ye de dı­şa­rı çı­ka­rı­lır, ka­pı­yı dol­du­ran dost­lar içe­ri bu­yur edi­lir: “…ko­nuş­ma­ya baş­la­ma­dan, iç oda­lar­dan, ba­zı min­der­ler, dö­şek­ler, yas­tık­lar ve be­ton açık ka­lan yer­le­re ki­lim­ler ge­ti­ril­di, se­ril­di, aya­ğa kal­kıl­dı, ye­ni­den otur­tul­du, ve epey­dir unu­tul­muş bir se­ma­ver evin bir yer­le­rin­de bu­lun­du, o sa­at­te man­gal kö­mü­rü ne­re­den bu­lun­duy­sa bu­lun­du, se­ma­ve­ri kim ya­kı­ver­diy­se yak­tı, hi­le­siz, ber­rak bir çay ak­ma­ya baş­la­dı.” Evin için­de­ki ka­la­ba­lık­lar­dan vaz­geç­tik­çe, mal mülk­ten arın­dık­ça, içi­miz­de­ki yük­ler­den de kur­tul­ma umu­du­muz art­ma­ya baş­la­ya­cak de­mek­tir. Vaz­geç­mek, du­ru bir hâl ile her sa­bah “hi­le­siz, ber­rak bir çay” mi­sa­li ha­ya­ta ye­ni­den baş­la­mak­tır.
Şim­di­ler­de için­de ya­şa­dı­ğı­mız apart­man kat­la­rı ve­ya ben­ze­ri ya­pı­la­rın ta­ma­mı mi­sa­fir oda­sı ar­tık. Zen­gin­le­şen ve yük­se­len ye­ni bur­ju­va­zi, da­ha ön­ce sa­de­ce bir oda­da ser­gi­le­di­ği mü­ra­ili­ği ve gös­te­ri­şi şim­di bü­tün bir ya­pı­ya teş­mil et­miş olu­yor. Şu­nu ka­bul ede­lim: Ne gü­zel­lik te­lak­ki­si ne ha­yat ala­nı ne de koz­mik bir ta­sav­vur ola­rak ev mef­hu­mu ha­ya­tı­mız­da yok ar­tık. Bü­tün bu un­sur­lar­dan arın­dı­rıl­mış, üst üs­te üs­te­lik kö­tü bir şe­kil­de ko­nul­muş ku­tu­lar­dan bir ara­ya gel­miş ko­ca­man nes­ne­ler var. Bu ya­pı­la­ra bak­tı­ğı­mız­da, kar­ma­şık tat­min­siz­lik­ler pe­şin­de ko­şan in­sa­nı­mı­zın hırs ve ta­ma­hı­nı gö­rü­rüz. Tür­ki­ye’de­ki şe­hir­ler ve ev­ler bu se­bep­le gi­de­rek bir­bi­ri­ne ben­zi­yor. Git­ti­ği­niz şe­hir­ler­de­ki es­ki gü­ze­lim so­kak­la­ra ya da ev­le­re ulaş­ma­nız için si­ze su­nu­la­nı el­le­ri­niz­le eşe­le­me­niz ge­rek­mek­te­dir.
Ge­çen ay bir se­ya­hat sı­ra­sın­da uğ­ra­dı­ğım Di­yar­ba­kır’da il­gi çe­ki­ci bir ola­ya şa­hit ol­dum. Ulu Ca­mi­i’nin çı­kış ka­pı­sı­nın önün­de yer alan al­çak du­va­rın üze­rin­de otu­ran al­tı-ye­di yaş­la­rın­da kâ­ğıt men­dil sa­tan üç ço­cu­ğun, ge­lip gi­den­ler­le il­gi­len­mek­si­zin ken­di ara­la­rın­da ger­çek­leş­tir­dik­le­ri ko­yu mu­hab­bet dik­ka­ti­mi çek­ti. Yan­la­rı­na yak­laş­tım. Ço­cuk­lar­dan bi­ri­nin, in­sa­nın içi­ni bur­kan de­rin bir iç çe­kiş­le, di­ğer iki ar­ka­da­şı­na elin­de­ki ka­ta­log­da­ki es­ki Di­yar­ba­kır evi­ni gös­te­re­rek “Böy­le bir evim ol­sun, baş­ka bir şey is­te­mem!” de­di­ği­ne ku­lak mi­sa­fi­ri ol­dum. İfa­de­si, bir ço­cu­ğun saf­lı­ğı­na ya­kı­şır de­re­ce­de du­ruy­du. Bu­nu söy­ler­ken et­ra­fın­da olup bi­ten­ler­den o ka­dar çok uzak­laş­mış bir hâ­li var­dı ki, be­ni fark et­me­di­ği gi­bi ge­lip ge­çen­ler­den de ha­ber­siz gi­biy­di. Ço­cu­ğun bu te­men­ni­si ba­na, bir der­vi­şin ka­ran­lık­ta­ki ya­ka­rı­şı­nı an­dır­dı. Ço­cu­ğa o evi çe­ki­ci kıl­dı­ran şey ney­di? Çok kö­tü şart­lar­da ya­şa­ma­sı mıy­dı, yok­sa pa­rıl­tı­lı tu­ris­tik ka­ta­log muy­du? Bun­la­rın et­ki­si el­bet­te var­dır. Ama ben­ce, bir ço­cu­ğun sa­fi­ye­tiy­le evin sa­de­li­ği bu­luş­muş­tu sa­de­ce. Bir ço­cu­ğun iç­ten­lik­li dü­şü­nün, gös­te­riş­siz ama gü­zel bir ev ile kur­du­ğu ya­lın ra­bı­tay­dı bu. Gün ge­lir bu ço­cuk bü­yür ve zen­gin olur­sa aca­ba bu dü­şü­nü ha­tır­lar mı? Yok­sa bü­yük­le­ri­nin hırs ve ta­ma­hı­na kur­ban mı gi­der? Kim bi­lir?
Bir ara mi­mar bir dos­tu­ma fark­lı di­sip­lin­ler­den der­di olan in­san­lar­la “Bir ev in­şa et­mek” ko­nu­lu zih­nî bir iş­lik ku­ra­lım de­miş­tim. Ora­da bu­lu­nan­lar, he­sap­sız bir şe­kil­de ha­ya­ta, dün­ya­ya ve eve da­ir düş­le­ri­ni an­la­ta­cak­tı. Ön­ce ha­yal edip, son­ra akıl ede­cek­tik. Ha­liy­le ev bir me­se­le, bir ha­yat ta­sav­vu­ru ve bir im­kân ola­rak her bi­ri­mi­zin di­ma­ğı­na hü­cum ede­cek­ti. Bir ev in­şa et­mek üze­ri­ne ko­nu­şa­bi­lir­sek, bir şe­hir kur­ma­nın ve son­ra da ye­ni bir dün­ya kur­ma­nın im­kân­la­rı­nı ko­nuş­ma­ya baş­la­ya­bi­li­riz en azın­dan.
Be­nim­ki de ümit­ler­den bir ümit iş­te…

Paylaş Tavsiye Et