“Andıca bulaşmış olmam meslek hayatımın tek lekesidir.”
Andıç meselesi gündeme getirilince böyle yazmıştım.
Karışmadım diyemezdim.
Kıvırtsam olmazdı.
“Evet yaptım.
Andıca uydum.
Manşeti attım.
Şartlar öyle gerektiriyordu.
Merkez medya o şartlarda o ayıbı yaptı.
Ama o ayıbı yine kendi temizlemeye uğraştı.”
Bu ve benzeri cümleler kuruyorsunuz.
Hop, lekeler çıkıveriyor bu memlekette.
Çitiliyorsun çıkıyor.
Yarım ağızla özür diliyorsun yine çıkıyor.
Kara Türklerin çamurlu ayakkabıları değil ki bu.
Adamlar günde bilmem kaç defa kollarını kafalarını yıkıyorlar.
Yine gözleri çipil, yine kafalarında külah, yine her tarafları kara.
Peki, tekrar bir lekeye ihtiyaç olursa memlekette.
O zaman da yine şartlara bakarız.
“Daha demin özür dilemedin mi?”diye itirazlarınızı duyar gibi oluyorum.
Evet, diledim.
Sonra yine dilerim.
Keyfim bilir.
Bir de “yapılacak, yap!” diyen bilir.
Size ne!
Kim karışabilir?
CEMİYET CEMAAT
Peki, ben size bir soru sorayım;
Hanginiz yerken içerken üstünüzü kirletmediniz ki?
Pat!
Münasebetsiz bir yağ damlası tiril tiril gömleğinize düşüvermedi mi?
Hanım o gömleğinizi yine sakız gibi yapmadı mı?
O sakız gibi gömleği siz yine bir sofrada mahvetmediniz mi?
Demek ki hepimiz lekeliyiz.
Cemaatte biat kültürü ile yetişmiş birinin ilk varacağı yargı şudur;
Öyleyse hiçbirimiz Magdelena’yı taşlayamayız.
Yargıya bak!
Bu yüzden onlara çipil gözlü, zavallı, çamurlu ayakkabılı diye tekrar tekrar sövseniz bile sizi görmezden gelirler.
Cemiyette eleştiri kültürü ile yetişmiş birisinin yargısı ise şudur;
Öyleyse her birimiz bir diğerimizden beteriz.
O zaman, bu zaman, şu zaman, geçmiş zaman, gelecek zaman kimsenin gözünün yaşına bakmayız.
Hepimiz herkesi taşlayabiliriz.
İnsafsız yargılayabiliriz.
Yok yere mahkum edebiliriz.
İpe gönderebiliriz.
İpe gönderdik diye bayram ilan edebiliriz.
Sonra yine özür dileriz.
Hiçbir şey olmamış gibi yolumuza devam ederiz.
Kim karışabilir?
Kim karıştırabilir derseniz onlarca sayabilirim.
Ama karıştıranlara kimse karışamaz.
Onu bilirim.
SOFRA
Hepimiz şunu biliriz;
Lekeler genellikle yerken oluşur.
Nerede bir yeme, yedirme eylemi vardır, orada leke problemi bulunur.
Biz Beyaz Türkler yiyip içtiğimiz yerlere cemiyet deriz.
“Yiyin efendiler yiyin” musikisi eşliğinde yer, içeriz.
Sofraya kurulduk mu onun sosu fazla, bunun aroması az deriz.
Eleştiri kültürümüz oradan gelir, gelişmiştir, derindir.
Yer içerken de kaşık, çatal, bıçak kullanırız; peçete takarız.
Yine de leke bulaşır.
Diğerleri cemaat evlerinde yerlerde yerler.
Kuru fasulye, pilava talim ederler.
Halka kurarlar, sofra duası yaparlar, amin derler.
Biat kültürleri oradan gelir, gelişmemiştir, sığdır.
Kaşık, çatal, bıçak kullanmazlar; peçete takmazlar.
Leke yine bulaşır.
Bulaşık olan mesele şu ki cemaatler nezih cemiyet hayatına nüfuz etmeye başlamışlardır.
Kara Türkler Beyaz Türklerden kaşık, çatal, bıçak istemeye başlamışlardır.
Yakalarına peçete iliştirmektedirler.
Yerden ayağa kalkma temayülündedirler.
Dikelmekte, diklenmekte ve dikilmektedirler.
Soframıza oturmaları an meselesidir.
Orada da acı su ve tuzla yetinmeyip Pekin Ördeği ile ıstakoz yemeğe cüret edeceklerdir.
SON DAMLA
Düriye Yılmaz’ın eşinin Merkez Bankası’nın başına getirilmesi cüretlerinin en manidar göstergesidir.
Bardağı dolduran damla budur.
Taşıran damla hangisidir?
23 Nisan’da millî irade hakkında mecliste yapılan vurgudur.
Düşünün meclis çatısı altında millî irade vurgusu yapılıyor.
Kimsenin gıkı çıkmıyor.
Bugün buna cüret eden, düşünün yarın nelere cüret etmez.
Yok burgulu kuleler, yok vurgulu söylemler.
Üç senedir hükümet üyelerine anlatamadığım husus şudur:
Siz sadece hükümetsiniz.
İdare edeceksiniz.
Gerçek bir idareden bahsetmediğimi illa vurgulamam mı gerekir?
“Dün dündür, bugün bugündür” diyebilirsiniz.
“Türban vardı da ben mi içtim” diyebilirsiniz.
“Haydi kızlar Arabistan’a” diyebilirsiniz.
İki fırt çekebilirsiniz.
Ama yok!
İlla bir varlık iddiası!
Bu gidişe artık yeter demenin vakti gelmiştir.
Tarih yine bizden dev gibi hizmet beklemektedir.
Hizmet alın teri ile olur.
Alın teri de leke yapar.
“Artık lütfen lekesiz kal!” çağrılarına kulak veremem.
Bu, meslek hayatımdaki en büyük leke olacak olsa da görevden kaçamam.
Hem ilerde şartlar tekrar normalleştiğinde tekrar özür dilerim.
Yine, “helal olsun adama suçlu ama insaflı” derler.
ÖKÜZ ALTINDA BUZDAĞI
Danıştay’a menfur bir saldırı yapıldı.
Bizzat cinayeti işleyen adam ne diyor:
“Ben Allah’ın askeriyim, türban kararını protesto etmek için vurdum” diyor.
Şimdi biz kendisine, “Hayır kardeşim, sen bu cinayeti türban için işlemedin” mi diyeceğiz?
Türbanı yasaklayan laik mahkeme üyesi, dinci bir fanatik tarafından öldürülmüştür.
Mesele bu kadar basittir.
Düzdür.
Düzen değildir.
Adam ben yaptım diyor.
Şunun için yaptım diyor.
Üstünden sebil gibi kimlik kartı çıkıyor.
Arabasında o meşum gazete.
Bir gazeteyi bombalarken önden, arkadan, yandan, alttan, üstten, profilden çekilmiş jilet gibi onlarca fotoğraf.
Üstelik avukat.
Açıkça itiraf ediyor.
“Ben yaptım, yalnız yaptım, türban için yaptım.”
Malum çevre ise artık kabak tadı veren komplo teorisini yine önümüze sunuyor.
Öküz altında buzdağı arıyorlar.
“Bu eylem kimin işine yaramıştır ona bakın” diyorlar.
Yargıya bak!
“Türkiye’yi germek isteyenlerin…” işine yararmışmış.
Filanmış, feşmekanmış.
Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri varmış!
Bir grup, kimse onlar, Cumhurbaşkanını bu parlamento seçmesin istiyorlarmış!
Normal takvim ve demokratik teamüllerle bunun mümkün olmadığını görüyorlarmış!
Böyle şiddet eylemleriyle hükümeti erken seçime zorlayacaklarmış!
Artan şiddet eylemlerine rağmen hükümet direnirse ara dönem arayışları meşruiyet bulacakmış!
“Devlet zaman zaman rutinin dışına çıkar” sözünün mucidi rutin dışına çıkılacağının kokusunu almış.
Tin tin yollara düşmüş.
Bu puslu havada bana da bir koltuk düşer diye heyecanlanmaktaymış!
Kurşun rejime değil milletin iradesine sıkılmışmış!
Akla ziyan onlarca teori.
Ivır zıvır.
Cinayeti bizzat işleyen adam bunların tekini söyledi mi?
Yok.
Eylemi gerçekleştirene mi inanacağız; eylem üstüne spekülatif komplo teorileri yumurtlayanlara mı?
Üstelik şu da var:
Ha 17 Mayıs’ta Danıştay’da rejime kurşun sıkmışsın!
Ha 23 Nisan’da millet iradesinin üstünlüğü hakkında nutuk çekmişsin!
Ne farkı var?
Dikkatinizi çekerim;
Bunları yapanların ikisi de hukuk adamı.
FORMÜL
Gizli yürütülecek açık formülü köşemden ilan ediyorum.
Al birini vur ötekine.
Şimdiye kadar yapılıp işe yarayan formül budur.
Memleketin bilimsel seviyesi ortada.
Fötrlü kahraman da ortada.
Yeni formüller arama sevdası boşuna zaman kaybıdır.
Ali Kalkancı Fadime Şahin’e, Fadime Şahin Aczmendilere, Aczmendiler şuna buna nasıl vurdurtulduysa aynısı yapılmalıdır.
Rahmetli, Birinci Körfez Savaşı öncesi kokuyu alıp talimat almadan nasıl boruyu kapattıysa bende aynını yapıyorum.
Talimata gerek yok.
Benden bekleneni gönüllü olarak servis ediyorum.
11 EYLÜL
Size mükemmel bir kavramsallaştırma sunuyorum.
Danıştaya yapılan menfur saldırı “Cumhuriyet’in 11 Eylülü”dür.
Yolu açtım.
Şimdi taş gibi bir kahraman bekliyorum.
“Bu savaşta ya bizdensiniz, ya da onlardan!” diye haykıracak.
Yalan üstüne kurulu savaşı başlatacak.
Milletin üstünden şok ve dehşet operasyonu ile buldozer gibi geçecek.
“Bu yeni bir haçlı seferidir” diye ağzından kaçırmayacak.
Memleket batarmış, dört bir tarafımızda savaş varmış!
Bana ne!
Kara Türkler tasfiye edilsin.
Başka bir şey istemem.
Hem manşetim bile hazır:
Tam gaz Ankara!
SON SÖZ
Ankara, Ankara
Bahtı kara Ankara
Paylaş
Tavsiye Et