Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Topluyorum > Bürokratik elitin şanlı direnişi
Topluyorum
Bürokratik elitin şanlı direnişi

 

Evet arkadaşlar, yaz geldi ama bir türlü yaz havasına giremedik. Özellikle yurtiçindeki gelişmeler yaz rehavetine girmemize engel olacak kadar yoğun bir tempoda devam ediyor. Hâkim ve savcı atamaları ile ilgili tartışmaları kastediyorum. Ülke içerisinde bir yandan HSYK atamaları tartışmaları gündemi işgal ederken, diğer yandan Ergenekon Davası’nın ikinci aşaması başladı. Ergenekon ve HSYK tartışmasının yanında gündeme çok fazla yansımayan bir başlık ise ekonomide durgunluğun devam etmesi ve işsizliğin rekor seviyelere varmasıydı. Kürt sorununda açılım da ayın sonuna doğru yeniden tartışılmaya başlandı.
Dış gündemi de ihmal etmemek lazım. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ziyaretinden kısa bir süre sonra Doğu Türkistan’da meydana gelen olaylar sadece Türkiye’de değil tüm dünyada yankılandı. Honduras’taki darbe sonrasında yaşananlar, Kuzey Kore’nin nükleer programı nedeniyle Asya’da artan gerginlik ve ayın sonuna doğru Endonezya’daki bombalamalar da unutmamamız gereken konular. Yakın bölgemizde ise Kuzey Irak’taki seçimler oldukça önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Bunun yanında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Türkiye ziyareti ve Erdoğan’ın Suriye ziyareti ile Türkiye’nin Ortadoğu’daki arabuluculuk rolü yeniden tartışılmaya başlandı. Ayrıca Obama’nın Rusya ziyaretini ve İtalya’da gerçekleştirilen G-8 Zirvesi’ni de unutmamak lazım.
İç siyasette Ergenekon ile hâkim ve savcı atamalarına yoğunlaşmamız gerektiğini düşünüyorum. Dış gelişmeler bakımından ise farklı başlıkların her birisine az çok zaman ayırmamız gerekiyor tartışmamızda.
Doğu Türkistan’da veya başka bir deyişle Şincan bölgesinde yaşananlar nedeniyle iç kamuoyu epey hareketlendi. Başbakan’ın açıklamaları sonrasında ise Türkiye-Çin ilişkileri oldukça gerildi. Başbakan’ın Çin’in eylemlerini değerlendirirken “soykırım’a varan” uygulamalardan bahsetmesi ciddi sorunlara yol açabilirdi. Bunun engellenmesinde Dışişleri Bakanı’nın Çin’li muhatabı ile yaptığı bir saati aşan telefon görüşmesinin etkili olduğunu düşünüyorum.
Sana katılmıyorum. Ben hükümetin Uygurlar konusunda yeterince kararlı bir tutum izlemediğini düşünüyorum. Eğer muhalefette olsalardı kendilerinin izlediğine benzer bir tavrı hemen eleştirirlerdi. Nitekim Uygurların gördüğü muameleyi eleştiren en büyük mitingi Saadet Partisi gerçekleştirdi. Olayların durulmasından sonra Çin’in büyük çaplı tutuklamalar gerçekleştirmesi ve pek çok eylemciyi idam etmesine yönelik de çok fazla tepki göremedik Türkiye’den. Olaylar sayesinde öğrendik ki, Türkiye Uygurların liderlerine vize dahi vermiyormuş.
Bence bu konuda Türkiye’ye biraz haksızlık yapıyorsun. Olayların başından itibaren yakından takip eden, Çin yetkililerini itidale davet eden, konuyu Birleşmiş Milletler gündemine getireceğini açıklayan ülke Türkiye oldu. Şunu unutmamak lazım ki, Uygurların yaşadığı bölge Türkiye’den binlerce kilometre uzaklarda ve Çin dünyanın süper güçlerinden birisi ve BM Güvenlik Konseyi üyesi. Böylesi bir ülkeye karşı Türkiye’nin yapabileceklerinin bir sınırının olduğunu bilmek gerekir diye düşünüyorum. Sorunun uluslararası hale gelmesi ve ABD gibi ülkelerin gündemine girmesi bile uzun vadede Uygurlara yönelik politikayı olumlu şekilde etkileyecek bir gelişmedir.
Olumlu sayılabilecek tüm bu söylediklerine rağmen Uygurlar söz konusu olduğunda uluslararası toplumun tepkisi Tibet veya Tayvan örneğindeki kadar olmadı. Bunun tek sebebi de Uyguların Müslüman olması. Tabii ki Çin yönetiminin 11 Eylül sonrasında oluşan küresel ortamdan istifade ederek Uygurları terörist gibi gösterme konusunda izlediği politikanın etkisini de yabana atmamak gerekir.
Haksız sayılmazsın. Her ne kadar Obama yönetimi Bush yönetiminin bu konuda izlediği politikadan farklılaşsa ve İslam dünyası ile ilişkilerini düzeltmeye çalışsa da, Çin’in Uygulara karşı tutumu yeterince eleştirilmedi. Olaylar patlak verdiği zaman devam eden G-8 görüşmelerinden sonra yapılan açıklamada da Çin’in tutumuna yönelik bir eleştiri yoktu.
G-8 demişken, İtalya’da 8-10 Temmuz tarihlerinde yapılan toplantıyı unutmayalım. Dünyanın en zengin ülkeleri bir araya geldiler ve kendi aralarında hepimizi ilgilendiren kararlar aldılar. Bazı ülkeler Amerikan dolarının rezerv para olmasının sorgulanmasının zamanının geldiğini dile getirdiler. Bu G-8 ülkeleri arasında yeni gelişen Çin ve Hindistan, küresel ısınma ile ilgili olarak ABD ve diğer ülkeler tarafından önerilen kısıtlamaları kabul etmediler. G-8 üyeleri ekonomik krizin çok olumsuz etkilediği Afrika gibi bölgelere yapılacak yardımları görüştüler. Bu noktada İtalya Başbakanı Berlusconi’ye yönelik çok ciddi eleştiriler vardı. İngiliz şarkıcı Bob Geldof da, daha önceki G-8 toplantılarında verilen sözlerin aksine İtalya’nın Afrika’ya verdiği yardımları azalttığını söyledi.
Tabii ki adam Afrika ile mi uğraşacak, çok daha önemli işleri var biliyorsun! Son dönemde adı gazetelerin manşetlerinden inmiyor.
İşin o boyutuna girmek istemiyorum. G-8 ülkelerini bir araya getiren bu toplantılar artık küresel politikaların etkili aktörler arasında tartışıldığı bir platform halini aldı. Biliyorsun bu toplantıların ilk gününe sadece zengin sekiz ülke katılırken, ikinci günden itibaren gelişmekte olan diğer ülkelerin liderleri ve uluslararası örgütlerin yöneticileri de katılıyor. Hatta bu bağlamda İtalya’daki toplantıya Başbakan Erdoğan da katıldı. Bu toplantılarla hem zengin ülkelere çok fazla sorunla karşılaşmadan kendi gündemlerini tartışma imkanı sağlanıyor hem de küçük bir genişleme ile diğer bazı ülkeleri ve örgütleri de dâhil ederek meşruiyet eleştirileri aşılmış oluyor. Son yıllarda küreselleşme karşıtlarının gerçekleştirdikleri protesto gösterilerinden kaçınmak için de daha küçük şehirlerde veya kasabalarda gerçekleştiriliyor toplantılar. İlk başlarda daha çok ekonomik konular gündemi meşgul ederken, artık yavaş yavaş siyaset, kalkınma, çevre ve sağlık gibi konuların da bu platform çerçevesinde artan biçimde ele alındığını görüyoruz.
Bu arada Endonezya’da gerçekleştirilen bombalamalar için ne diyorsunuz? Kuzey Kore’deki nükleer program tartışmalarından sonra dikkatlerin Asya’ya yönelmesinin bir başka sebebi de bu olmadı mı ay sonunda?
Haklısın. Evet, son dönemde Endonezya çok fazla gündeme gelen bir ülke değildi ama Asya’daki Müslüman toplulukların yaşadığı Pakistan, Afganistan gibi ülkeler dünya gündeminde üst sıraları meşgul etmeye devam ediyor ve ne yazık ki çoğu zaman olumsuz haberler çerçevesinde.
Bence o kadar uzağa gitmeye gerek yok, burnumuzun dibinde Ortadoğu’da yaşananları unutuyorsunuz galiba. Irak’ta Amerikan askerlerinin çekilme takvimi sonrasında ülkede gerçekleştirilen saldırılar artış gösterdi. Yaklaşan seçimler de tansiyonu ayrıca artıracak gibi gözüküyor.
Sen ülkedeki genel seçimleri kastediyorsun galiba ama biliyorsun ki 25 Temmuz’da kuzeydeki Kürt bölgesinde parlamento ve bölgesel başkanlık seçimleri gerçekleşti. Bu seçimlerde muhalif gruplar hatırı sayılır bir başarı elde ettiler. Geçtiğimiz aylarda ülkenin diğer kesimlerinde yapılan yerel seçimlerdeki gelişmeleri de göz önüne alırsak, Irak’ın da normalleşme yolunda ilerlediğinin sinyallerini görebiliriz.
Arkadaşlar, bu küresel ufuk turu sonrasında biraz da “yalnız ve güzel” ülkemize dönsek diyorum. Bakıyorum da dünyanın her bir köşesindeki gelişmeleri yakından takip ediyorsunuz. Ülkemizin sıcak gündemi ile ilgili fikirlerinizi de merak ediyorum.
Arkası gelmez Brezilya dizilerine dönen HSYK toplantıları ve atamalar, şu sıcak günlerde, Meclis’in de tatil olması sonrasında ülke siyasetinin rehavete girmesini engelledi. Hükümet ve YARSAV üyesi hâkimler arasında bitmek bilmez bir bilek güreşi var sanki.
Hükümet HSYK’nın hâkim üyelerini Anayasa’ya aykırı taleplerle, devam eden önemli davalara bakan hâkim ve savcıların yerlerini değiştirmeye çalışmakla suçlarken, hâkim ve savcılar da bazı davaların ve bu davalarla ilgili hâkim ve savcıların siyasallaştığını söylüyordu.
Tüm bu tartışmalar yaşanırken Ergenekon Davası’nın ikinci iddianamesi ile ilgili yargılamaların başlamasına ne diyorsunuz? Bu zamanlama bir tesadüf mü?
Bu konuda kesin bir şey söylemek zor sanırım; ama benim bu gelişmelerle ilgili gördüğüm şey, ülkemizin ciddi bir dönüşümden geçtiği. Siyasi alanda son dönemde yaşanan pek çok önemli gelişmenin veya reformların karşısında en temel muhalefet üst düzey yargıdan geliyordu. Özellikle Anayasa’nın ve diğer yasaların yorumlanmasında sınırların zorlanması ve ülkede bürokratik gücü elinde bulunduran elitin bu avantajı cansiperane bir biçimde savunmasının örneklerini gördük meşhur 367 ve üniversitelerdeki kılık-kıyafet düzenlemesi ile ilgili kararlarda. Aynı şekilde Yargıtay ve Danıştay’daki davalarda da iktidar partisi mensuplarının sürekli kaybetmesi bana manidar geliyor. Başbakan Erdoğan’a yönelik eleştirileri meşru muhalefet çerçevesinde değerlendiren üst düzey yargı, kendilerine veya muhalefet liderlerine yönelik eleştirileri ise hakaret olarak görüyor.
Yargı mensuplarının çifte standart uyguladığını mı söylemek istiyorsun?
Türkiye’de kendilerini memleketin gerçek sahibi olarak gören ve çok partili hayata geçildikten sonra da kaybetmeye başladıkları iktidarlarını 1960 darbesi sonrasında oluşturdukları çeşitli anayasal kurumlarla seçilmiş siyasi gücün yetkilerini denetleyerek korumaya çalışan bürokratik elit, artık bu güce ortak olmak isteyen grupların ciddi talepleri ile karşı karşıya. 1980 sonrasında yaşanan kentleşmenin de etkisiyle “çevre” kökenli insanların aldıkları eğitim ile önceden haberleri dahi olmadığı önemli mevkilere doğru yükselmeleri ve bu makamlarda hak talep etmeleri ile bir güç mücadelesi başladı. Özal döneminde başlayan bu mücadelede “çevre” Demirel döneminde kısmen kontrol altına alınsa da, bürokratik elit 28 Şubat sürecinde önemli mevziler kazandı. AK Parti iktidarında ise “çevre” yeniden toparlanarak kaybettiği mevzileri kazanmaya çalıştı. Ama “merkezî elit” de boş durmadı. Ergenekon davalarının iddianamelerinde de ortaya çıktığı gibi, darbe planlarıyla ve iktidara karşı toplumda hareketlilik oluşturarak siyasi alanı kontrol altına almaya çalıştı. Bu noktada, Türkiye siyaseti konusunda uzman olan İngiliz William Hale’in de dediği gibi, iktidarın karşısındaki en önemli bürokratik yapı ordu değil yargı idi.
Bu yaz yaşadığımız gelişmelere gelirsek?
Bu yaz yaşananlar da merkezî bürokratik elitin direnişinin başka bir göstergesi. Türk siyasi hayatındaki en önemli davalardan biri olan Ergenekon Davası’na bakan hâkim ve savcıların değiştirilmek istenmesi de hukuki araçları kullanarak ayrıcalıklarını sürdürmek istediklerinin bir göstergesi. Eğer bu davalar sulandırılırsa ve ülkede kargaşa çıkarmaya veya hükümeti devirmeye çalışan insanlar cezalandırılmazsa, çok önemli bir fırsat kaçırılmış olacak.
Bazı kişiler ise hükümetin darbe paranoyası ile ülkede terör estirdiğini ve Ergenekon Davası’nı kullanarak muhalefeti baskı altına almaya çalıştığını iddia ediyorlar. Bu tutumun yargının bağımsızlığına zarar verdiği söyleniyor. Özellikle geçtiğimiz yerel seçimlerde yaşanan oy kaybının ardından, gündemi bu türden konularla meşgul ederek toplumda bir bölünme siyaseti güttüğünü, 27 Nisan e-muhtırasının ardından oynadığı role benzer bir rol oynayarak oylarındaki erimeyi durdurmayı hesapladığını iddia ediyorlar.
Senin topraktan fışkıran silahlar ve havada uçuşan andıç belgelerinden haberin yok herhalde. Sandıkta başarılı olamayanlar, başka yollardan hükümeti devirme emellerinden hiç vazgeçmiyorlar. Tutuklanan kişilerle ilgili yeterli deliller olmasaydı, yeri göğü inletirlerdi sen merak etme. Yargının bağımsızlığından söz edenler nedense yargının tarafsızlığını pek akıllarına getirmiyorlar. Baksana Ergenekon tutuklularının yakınlarının hangi mahkemelerin kendilerinden olduğuna yönelik ifadeleri internet sitelerine düştü. Zaten tutuklanan askerlerin ve sivillerin neredeyse tamamının çeşitli sağlık sorunları varmış. Her biri soluğu hastanede alıyor. Bazıları aylardır hastanede, bazıları da sağlık sorunları nedeniyle tutuksuz yargılanıyor. Tüm bunları görmezden gelmek için olaylara biraz şaşı bakmak lazım.
Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı ve Genelkurmay Başkanı’nın “kağıt parçası” olarak nitelendirdiği belge ile ilgili olarak gözaltına alınan albayın 24 saat geçmeden serbest bırakılmasını da unutmamak gerekir.
Bu Ergenekon konusunu daha çok konuşuruz biz. Benim dikkatinizi çekmek istediğim başka bir nokta var. Biliyorsunuz Temmuz ayı sonlarında YÖK katsayı uygulamasını kaldırdı. Hatta bu karar öncesinde bir YÖK üyesi istifa etti. Eğitimin önemini hepimiz söyler dururuz ama hararetli tartışmalarınızda bu konuya pek eğilmiyorsunuz.
Eğitim şart!
Bu adımın çok önemli olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat sürecinde tamamen siyasi ve ideolojik sebeplerle alınan kararla sadece binlerce öğrencinin hayatı kararmadı, aynı zamanda eğitim sistemi de ciddi bir darbe yedi. İmam-Hatiplerin önünü keseceğiz derken Türkiye’deki bütün meslek liseleri bitirildi. Dünyadaki farklı ülkelerin eğitim sistemlerindeki trendin tersine bizde meslekî eğitimin oranı ciddi olarak düşürüldü. Bu ise ekonominin ihtiyaç duyduğu insan kaynağının eğitilmesinde ciddi sorunlara neden oldu.
Sana katılıyorum. Hatırlarsanız bundan kısa zaman önce TOBB üyesi işadamları ve yöneticiler yüksek maaşlara rağmen yetişmiş ara eleman bulmada sıkıntı yaşadıklarını anlatıyorlardı. Koç grubu da bu konuyu ele alan reklam filmleri eşliğinde bir proje geliştirdi. Bana sorarsanız yaklaşık on yıl önce alınan katsayı kararının temel hedefi, toplumun alt kesimlerinden gelen ve merkezdeki elitin hoşuna gitmeyen kültürel özellikleri olan insanların iyi bir üniversite eğitiminden geçerek pek çok üst düzey göreve talip olmasının önünün kesilmesiydi. Şunu unutmayalım, sıradan orta sınıf bir ailenin çocuğunu bir meslek lisesine göndermesinin sebebi, bir an önce “ekmek sahibi” olmasını istemesidir. Aynı şey askerî okullar için de geçerli; ailelerin subay ve astsubay okullarını tercihinin bir sebebi de çocuklarının bir an önce sağlam bir ekmek kapısını sahip olmalarıdır. Ama haksız katsayı düzenlemesi ile başarılı ve kapasiteli çocukların kendi gayretleri ile iyi bir eğitim alması ve sınıf atlaması engellenmek istendi.
İşçisin sen işçi kal!
Aynen öyle. Toplumun alt kesimlerinin sahip olduğu muhafazakâr değerler merkezî elit için bir tehdit olarak değerlendirildi. Bir anlamda rahatları bozuldu. Şu anki yöneticilerimizi düşünün. Cumhurbaşkanı’nın babası demircilik yapıyordu, Başbakan ise İstanbul’un kenar mahallelerinden geliyor. Bir ülkede gerçek demokrasinin yerleşmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Bu, katı bir sosyal tabakalaşmayı veya aristokratikleşmeyi engellediği gibi, beraberinde getirdiği toplumsal dinamizm sayesinde ülkenin kalkınmasına da önemli katkılar sağlayacaktır. Böylesi bir durum aynı zamanda o ülkedeki siyasi ve ekonomik istikrarın da garantisi olacaktır. Başarılı ve kapasiteli bir insan geldiği arka plan nedeniyle haksızlığa uğruyorsa ve toplumda hak ettiği konuma gelemiyorsa, bu insanın o sisteme aidiyeti azalacak, sistemin değişmesi için alternatif yollar aramaya başlayacaktır. Siyasi ve toplumsal tarihe baktığımız zaman da bunun her zaman çok barışçıl yollar olmayabileceğini görürüz. Avrupa tarihinden liberal demokratların temel argümanlarından birisi, fırsat eşitliği sağlayarak toplumsal anlamda dönüşümün devrim şeklinde değil de, evrim şeklinde sağlanması gereğidir.
Bu ekonomi politik değerlendirmelerinin ardından biraz da güncel ekonomiye gelsek diyorum. Biliyorsunuz son dönemlerde ülkemizde işsizlik rekor üstüne rekor kırıyor. Hükümet küresel ekonomik krizin etkilerini azaltmak için bazı tedbirler açıklasa da, bunların etkisi henüz pek görülmedi. Özellikle teşvik yasasının etkilerinin ancak uzun vadede hissedilebileceği söyleniyor. Ülkemizin ve dünyanın ekonomik durumuyla ilgili görüşlerinizi alalım.
En son açıklanan işsizlik verilerinden ve diğer ekonomik datalardan sonra hükümetin IMF’yle anlaşmaya mecbur olduğunu düşünüyorum. Çünkü işsizlik yükseliyor, ihracat düşüyor, büyüme yavaşlıyor, yani iyi giden bir şey yok. Ekonomiyi yeniden iyiye doğru döndürmek için ek kaynağa ihtiyaç var. Bütçe de pek yama tutmuyor. Baksanıza ay sonuna doğru hükümet zaten dünyanın en pahalısı olan benzine yeni bir zam yaptı. Kaynak sıkıntısı had safhada gibi gözüküyor. Tüm bunlar bir IMF anlaşmasını kaçınılmaz kılıyor.
Zaten bu yöndeki bir beklenti nedeniyle dolar ay sonuna doğru iyice değer kaybetti. Gerçi döviz yazın düşer genelde, hem işçi dövizlerinin etkisi hem de turizm kaynaklı döviz girişi nedeniyle. Ben ekonomik tabloyu senin kadar karamsar görmüyorum. Hem yurtdışından hem de yurtiçinden gelen son sinyaller daha olumlu. Yavaş da olsa toparlanma işaretleri görülmeye başlandı.
Yargıtay Başsavcısı gibi olmak istemem ama bana göre siz ekonomi tartışmaları ile laikliği ve devletin yapısını değiştirmeye yönelik eylemleri ikinci plana itmeye çalışıyorsunuz gibi geliyor! Ankara’da HSYK’nın toplantıları günlerce sürüyor, siz burada dolardan bahsediyorsunuz.
Aynen onun gibi konuştun.
Halkın esas gündemiyle hiçbir ilgin yokmuş gibi konuşuyorsun. Tamam, senin bahsettiğin konu da önemli ama ekonomi her zaman insanımız için birinci önceliktir. Ayrıca şunu belirtmeden de geçemeyeceğim. Son yıllarda yaşadığımız Ergenekon operasyonu, 367 ve HSYK’nın atama krizi gibi olaylar üniformalı ve sivil bürokrasinin itibarında aşınmaya yol açtı. Ergenekon zanlıları ile hâkimlerin fotoğraflarının medyaya düşmesi de pek çok insanın kafasında soru işaretlerine neden oldu. Zaten dikkat ederseniz bürokratlar artık eskisi kadar pervasız davranamıyorlar. Çünkü artık ayıpları kolay kolay örtülemeyecek kadar ortaya çıktı. Bu da onların saldırıdan çok savunma ile meşgul olmalarına neden oluyor. Halkı ve siyasileri parmak sallayarak tehdit eden bürokratların sesi daha az çıkıyor artık. AK Parti’ye yönelik kapatma davası sırasında yaşananlar da gösterdi ki, üst düzey yargıyı kontrol eden bazı kişiler aldıkları kararlarla pek çok olayın seyrini değiştiriyorlar. Hükümetin de yargı konusunda elde ettiği tecrübelerin son dönemdeki tutumunda etkili olduğunu düşünüyorum. Bürokratik elit, kaleleri olarak değerlendirdikleri alanları korumak için cansiperane bir mücadele içerisinde. Ama Batılı deyişle Pandora’nın kutusu açıldı veya daha yerli bir ifade ile cin şişeden çıktı bir kere. O nedenle yakın zamanda da siyasi alanda ilginç tartışmalara ve beklenmedik krizlere hazır olmalıyız.
Evet arkadaşlar, hepinize çok teşekkür ediyorum, yaşadığımız sıcak havanın hararetine uygun bir tartışma oldu bu akşam. Bakalım önümüzdeki ay artık yaz tatili havasına girebilecek miyiz, yoksa yine böyle hararetli şekilde bir TopluYORUM daha mı yapacağız.

Paylaş Tavsiye Et