KÜRESELLEŞME kimilerine göre içinde yaşadığımız çağın en temel dinamiği; yönetilmesi, geliştirilmesi ya da karşı çıkılması gereken bir süreç. Kimilerine göre çağımızın en önemli “mit”i; hayatımızı şekillendiren gerçek güçleri tarif ve yorumlamada yanlış bir kavramsallaştırma.
Küreselleşmenin ön plana çıkan en önemli boyutu kuşkusuz ekonomik küreselleşme. Ve, ekonomik küreselleşmenin temel ve en tartışmalı aktörü İMF…
İMF geçmişte de, bugün de birçok ülkenin -tabir yerinde ise- milâdı oldu. Türkiye dahil bir çok ülke kendi yakın tarihlerinden bahsederken, onu adeta “İMF öncesi”, “İMF sonrası” diye tarif eder hale geldi. Bunun temel sebebi, İMF ile ilişkilerin, bu ülkelerin ekonomik ve sosyal hayatlarında geçmişe kıyasla çok ciddi dönüşüm ve değişimlere yol açmasıydı.
Bir İşbölümü İhlali
Uluslararası toplum daha II. Dünya Savaşı bitmeden, savaş sonrası düzenin arayışı içine girmişti. O dönemde, üzerinde mutabık kalınan temel tez, küresel istikrar için kolektif bir faaliyete ihtiyaç olduğuydu. Bu arayışlar sonucu uluslararası politik istikrar Birleşmiş Milletler; uluslararası ekonomik istikrar da İMF ve Dünya Bankası adıyla kurulan, yeni uluslararası kurumlara zimmetlendi.
Washington’da aynı caddede komşu olan İMF ve DB başlangıçta farklı ekonomik alanların yönetiminden sorumlu idi. Bu iş bölümünde İMF’nin daha çok bütçe açığı, enflasyon, para politikası, dış ticaret açığı, dış borçlanma gibi kısa vadeli makroekonomik konularda yoğunlaşması öngörüldü. DB ise daha ziyade emek piyasası sorunları, dış ticaret politikası ve kalkınma gibi yapısal sorunlarla ilgilenecekti. Dünya Bankası hadiseye daha uzun vadeli ve insanî boyuttan bakarken, İMF daha kısa vadeli, para ve sermaye piyasaları zaviyesinden bakacaktı. Ancak, İMF süreç içinde bu iş bölümünü ihlal ederek DB’nin görev alanlarına müdahale etmeye başladı. Nasıl mı? İMF’ye göre kalkınma, işsizlik ve büyüme gibi her yapısal sorun kısa vadeli makroekonomik konularla ilişkilidir ve öncelik makroekonomik konulara verilmelidir. Bir ülke, örneğin büyüme sorunlarını çözmek istiyorsa, önce enflasyon problemini halletmelidir. Büyüme, işsizlik gibi uzun vadeli konular, kısa vadeli konularla bu şekilde ilişkilendirilince doğal olarak fazla itiraz hakkı da kalmadı(!). Sonuçta, iktisat politikalarında enflasyon ve ödemeler dengesi gibi kısa vadeli kaygılar, büyüme ve işsizlik gibi uzun vadeli kaygıların önüne geçti ve onları gölgeledi. DB politikaları ve kredileri adeta İMF’nin onay ve vizesine tâbi hale geldi.
Her Bedene Aynı Ölçü
Ancak, İMF’nin makroekonomideki her türlü dengesizlik için standart bir teşhisi var: “Talep fazlası”. Bunun çaresi de talebi daraltacak politikalardan (genellikle daraltıcı para ve maliye politikaları) oluşan standart bir reçete. Yani sorunlar ne kadar farklı olursa olsun çözüm yolu tek. Ülkenin özel, kendine has sorunlarını pek -hatta hiç- dikkate almayan standart reçeteleri her ülkeye şart koşan İMF açısından, ülke ile ilgili ayrıntılı bilgi eksikliğinin de önemi yok. Tek taraflı olarak dikte ettirilen politikalar kısa vadede bir takım olumsuzluklara yol açsa bile, uzun vadede neticenin başarılı olacağına dair tam bir gönül rahatlığı var. Düze çıkmak için önce şiddetli bir acı çekmek gerekli. Sorunların kaynağında gerçekte talep fazlası olmamasına rağmen, İMF tarafından talebi daraltmaları istenen kayda değer sayıda ülkeden söz etmek mümkün. Tabii alınan sonuçları tahmin etmek çok zor değil: Ekonominin daha da daralması, resesyonun derinleşmesi, işsizliğin ve fakirleşmenin olağanüstü boyutlara ulaşması. İMF bugüne kadar el attığı hiçbir ülke ekonomisini, ekonomik krizi daha da derinleştirmeden “düze çıkaramadı”. Diğer bir deyişle, uygulanan istikrar politikalarının hepsi ekonomik ve sosyal maliyeti en yüksek politikalar oldu. Peki İMF bunlardan herhangi bir ders çıkardı mı? En azından birkaç sebeple, hayır. Birincisi; İMF kendi politikalarını tartışmayı, bir “otorite zafiyeti” olarak görüyor. Öyle ya, böyle bir yolu açmak, kendini “bilgelik pınarı” olarak gören İMF’nin otoritesine ve saygınlığına gölge düşürmez mi? Peki ama, uyguladığı programların başarısızlığı sonucu sürekli yanlışlanan bir kurumun saygınlığını ve otoritesini sağlayacak olan ilahî bir güç mü var? İkincisi; İMF, modern işletme bilimindeki tabir ile, “öğrenen bir kurum” değil. Yapılan hatalar, esas alınan ekonomik modelin ve ürettiği politikaların gözden geçirilmesine yol açmıyor. Ama bütün bunlar iyi niyetli yorumlar. Uygulattığı ekonomik programların arka planında genelde siyasi bir gündem olan bir kurumun, neden bu denli vahim iktisat hataları yaptığını merak etmek aslında çok da anlamlı değil.
Yeni bir Küresel Finansal Mimarî Düşünürken
Doğu Asya Krizi ve İMF politikalarının başarısızlığı akabinde, uluslararası ekonomik sistem ve küresel ekonomiyi daha istikrarlı hale getirme tartışmaları hızlandı. Bugün uluslararası ekonomik sistemle ilgili temel bazı yanlışların olduğuna ve küresel ekonomiyi daha istikrarlı hale getirmek için “bir şeyler” (çok şeyler) yapmak gerektiğine dair genel bir mutabakattan söz edebiliriz.
“Washington Mutabakatı”nın iki aktörü İMF ve Amerikan Hazinesi’ne göre, bu konuda ufak tefek bir takım değişikliklerin yapılması sorunların çözümü için yeterli. Ama bu ufak tefek değişiklikleri tarif etmek için geliştirdikleri retorik, “küresel finansal mimarinin reformu”, çok daha köklü değişiklikleri çağrıştıran bir retorik. İşin özü şu: İMF ve Amerikan Hazinesi mevcut uluslararası ekonomik sistemde aslında çok büyük bir sorun görmüyor ve birkaç ufak tefek değişikliğin yeterli olacağını düşünüyor. Ancak; gerçekte yapılması gerekenlerle yapmayı yeterli gördükleri arasındaki büyük açığı da bu tür iddialı ve insana çok önemli şeyler yapılıyormuş intibaını veren retoriklerle kapatmaya çalışılıyorlar.
İMF’nin bu çabalarının gerçekte çeşitli sebepleri var: Kendi hatalarını ve “sistemik” problemleri örtbas etmek, İMF’ye daha fazla kaynak ve güç sağlamak, ileri sanayi ülkelerince belirlenen yeni standartları gelişmekte olan piyasa ekonomilerine empoze etmek. Ama bu çabalar pek de inandırıcı gelmiyor insanlara. Bugün dünyada birçok ülke ve bu ülkelerde yaşayan insanlar, yaşadıkları sorunların baş müsebbibi olarak gördükleri İMF gibi kurumların ürettikleri “çözümler”in gerçek çözüm olduğu konusunda büyük kuşkular taşıyor.
Uluslararası ekonomik sistemde reform yapılması ve küresel ekonominin daha istikrarlı hale getirilmesine yönelik tartışmaların tarafı sadece İMF ve Amerikan Hazinesi değil. Bu konudaki farklı yaklaşım ve çözüm önerilerini kısaca özetleyelim:
Bazı iktisatçılar, mevcut sorunların İMF’ye daha fazla parasal kaynak ve insan gücü verilmesi ile çözülebileceğini savunuyor. Böylece krizlerin önceden tahmini daha kolaylaşacak, büyük parasal kaynaklar da, hangi boyutta olursa olsun, çıkan krizlerin zapt edilmesinde ve yaygınlaşmamasında İMF’nin kontrol kabiliyetini arttırmış olacak.
Ancak ben, daha güçlü parasal kaynaklara hükmeden bir İMF’nin, iddia edilenin aksine ülke ekonomileri ölçeğinde disiplini azaltacağını, spekülatif sermaye hareketlerini daha da cesaretlendireceğini ve teşvik edeceğini düşünüyorum. Uluslararası para sistemine sağlanacak bu tür bir yüksek ve cömert koruma, spekülasyonu daha az riskli ve maliyetsiz hale getireceğinden, spekülatif faaliyetlerin daha da hızlanma ihtimali artacaktır. Sistem ancak “ahlakî riziko”yu azalttığı, spekülasyonun spekülatör için çok riskli ve bedelini sadece kendisinin ödediği bir faaliyet olduğu ölçüde sağlıklı işler. Sistemin aşırı korumacı bir karakter kazanması belli ölçekteki krizlerin bertaraf edilmesini sağlar ama; sistemin potansiyel olarak çok daha büyük ölçekteki risk ve krizlere maruz kalmasını engelleyemez.
Buna karşın diğer bazı iktisatçılar da İMF’nin tümüyle ortadan kaldırılması gerektiğini savunuyorlar. Böylece sistemde herhangi bir koruma ya da “son koruma mercii” kalmayacağı için, herkes daha dikkatli ve ihtiyatlı davranmaya gayret edecek, spekülatif faaliyetler azalacak. İMF, II. Dünya Savaşı sonrası ABD önderliğinde “hegemonik kriz yönetimi”nin geçerli olduğu bir dünyanın müessesesi idi. Diğer bir deyişle; uluslararası para sistemi bir tür himaye altında işlevini sürdürüyordu. Hegemonik kriz yönetimi giderek yerini, uyulması mutlak kurallar yerine bağlayıcı olmayan ilkelerin geçerli olduğu bir sisteme terk etti. Bu da sisteme gerektiğinde yeterli likiditeyi ve geçici mali desteği sağlayacak İMF gibi bir uluslararası kuruma olan ihtiyacı artırdı. Bu nedenle sisteme yeterli likidite ve mali desteği sağlayacak alternatif bir kurumsal düzenleme getirilmedikçe, İMF gibi bir kurumun işlevine son verilmesinin çok geçerli bir çözüm önerisi olmadığı görülüyor.
Yine bazı iktisatçılar, “Bretton Woods”a, yani 1944 ile 1973 yılları arasında yürürlükte olan ve sabit kur sistemine dayalı İMF sistemine geri dönmeyi öneriyorlar. Sabit kur sisteminin fayda ve maliyetleri mukayese edildiğinde, günümüz dünyasında bunun da çok geçerli bir öneri olduğu kanaatinde değilim. Winston Churchill’in demokrasiyle ilgili özdeyişini uyarlarsak, “Mevcut serbest kur sistemi mümkün olan en kötü kur sistemi, ama bugüne kadar denediklerimizin en iyisi”dir.
Uluslararası ekonomik sistemi yeniden şekillendirme arayışlarının devam ettiği mevcut ortamda temel düşüncemiz şudur: Uluslararası iktisadi kurumlar sadece ulusal düzeyde yürütülmesi mümkün (ve makûl) olmayan fonksiyonlar için sorumluluk üstlenmeli ve yetkili olmalıdır. Uluslararası kurumların temel sorumluluğu mümkün olduğu ölçüde etkin ve halkın iradesini temsil eden demokratik, ulusal yönetimleri desteklemek olmalıdır.
Uluslararası sistemde sistem mekanizmalarının istikrarlı bir biçimde işlemesi, geleceğin daha iyi öngörülebilmesi ve muhtemel krizlerin daha hafif atlatılması için sisteme likidite ve geçici destek sağlayacak kurumlara her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Eğer İMF, bu işlevi görmeye devam edecekse, İMF’ye daha fazla parasal kaynak ve güç vermek sorunu çözmeyecektir. İMF’nin mevcut anti-demokratik yapısının, dogmatik ekonomik bakış açısının ve genelde belli bir politik gündemi dayatan yaklaşımlarının değişmesi zorunludur. Bu meyanda, uluslararası para sistemi ve küresel ekonomide istikrarı sağlamaya yönelik alternatif bir örgütlenmenin BM çatısı altında oluşturulabileceğine dair, çeşitli çevrelerce yapılan öneriler dikkate alınmalıdır.
Uluslararası para sistemindeki istikrarsızlık ve uzun vadeli dengesizlik başlangıçtan bu yana büyük ölçüde uluslararası ticaretteki dengesizliklerden kaynaklanırken, buna son 20-25 yıldır finansal liberalleşmenin yol açtığı başıboş sermaye hareketleri de eklendi. Dünya mal ve hizmet ticaretindeki dengesizlikler giderilmedikçe parasal sistemin istikrara kavuşması da pek mümkün olmayacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et