“MASADA eşit taraflar olarak oturabildiğimiz böyle bir durumu ilk defa tecrübe ettik. Bu gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki müzakerelerin kalitesindeki değişikliği ifade ediyor.” Bu sözler Güney Afrika Ticaret Bakanı A. Erwin’e ait. Filipinler Ticaret Bakanı M. Roxas ise daha mutlu: “Bu bizim için çok iyi bir sonuç. Fakir ülkelerin sesleri çok iyi duyuruldu. Onlar, ekonomileri ve halkları için en iyisini yaptılar.” Bu sözler, başarısızlıkla sonuçlanan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) Meksika, Cancun’daki zirvesinin ardından kazanılana işaret ediyor, kaybedenler için. Belki de gelişmekte olan ülkeler (GOÜ’ler) ilk defa müzakerelerde bu denli güçlü gözüktüler. Güçleri kritik konularda sergiledikleri dayanışmadan geldi. GOÜ’lerden oluşan ve liderliğini Çin, Hindistan ve Brezilya’nın yaptığı G-21 koalisyonu, ABD ve AB karşısında durma kararlılığını gösterdi. Ve sonuçta kötü bir anlaşma yerine hiç anlaşmamayı tercih ettiler.
Böylece iki yıl önce Doha’da başlayan kalkınma raundu ciddi bir yara almış oldu. Halbuki Seattle fiyaskosunun ardından Doha’da umutlu bir başlangıç yapılmıştı. Uruguay raundunun haksızlıkları düzeltilecek ve bu kez kalkınma konuları müzakerelerin kalbini oluşturacaktı. Başka bir deyişle, yeni görüşmeler fakir ülkelere, fakirlikten kurtulmaları noktasında nasıl yardım edileceğini tartışacaktı. En azından 10 Eylül’de DTÖ Genel Direktörünün açılış konuşması bu yöndeydi. Beş günlük müzakere maratonunun ardından Gine delegesi B. Fojana ise şöyle söylüyordu: “Toplantıya gelmeden önce herkes pamuğun, tarımın önemli bir soru ve konu olduğunu belirtti. Ancak iş müzakerelere gelince günlük sorunlarımız tamamen göz ardı edildi.” Jamaika temsilcisi R. Bernal de hazırlanan taslakta kendileri gibi küçük ülkelere ait hiç bir şeyin bulunmadığını ve dolayısıyla hiçbirini istemediklerini belirtiyordu. Oxfam direktörü P. Bloomer’in tespiti ise herşeyi özetler gibiydi: “Görünen o ki AB ve ABD hem dinlemeye hazır değiller, hem de kendileri için olduğu kadar fakirler için de geçerli olabilecek ticaret kuralları yönünde adım atmaktan uzaklar.”
Kuzey ve güney iki farklı gezegene ait gibi. Kuzeyin en zengin 500 kişisinin toplam serveti 1.54 trilyon dolar. Yani, koskoca Afrika kıtasının toplam milli gelirinden daha fazla. Ya da yeryüzündeki insanların en fakir yarısının toplam bir yıllık gelirinden daha çok. Bu yüzden iş ticarete gelince zenginle fakirin derdi de başka. DTÖ’nün Cancun’daki zirvesinde bu beklentiler açıkça ortaya çıktı. Kuzeyli ticaret bakanları için yeni anlaşma eskilerle kıyaslandığında daha iyi; güneylilere göre ise fakirlikten kurtulmak için gerekli olana kıyasla daha kötüydü.
Aslında anlaşma/anlaşmazlık konuları uzun bir zamandır biliniyordu. Örneğin tarım, müzakerelerin daima yumuşak karnı olmuştu. Tarımda tarifelerin indirilmesi ve daha da önemlisi zengin ülkelerin uyguladıkları sübvansiyonların azaltılması GOÜ’ler için hayati öneme sahipti. Bu yüzden fakir ülkeler müzakerelerde Batılıların çiftçilerine verdikleri 300 milyar dolarlık sübvansiyonu kesmelerini istedi. Batının sübvansiyonlarda dağıttığı rakamlar gerçekten çok büyüktü. Mesela, gelişmiş ülkelerdeki sübvansiyonlar Sahra-altı Afrika’nın toplam gelirini aşıyor. Yine Avrupa’da inek başına yapılan ortalama sübvansiyonlar milyarlarca insanın fakirlik yaşam sınırı olan günlük 2 dolara eş değer. Özellikle pamukta verilen sübvansiyonlar Afrikalı fakir çiftçilerin üzerlerindeki yükü açıkça ortaya koyuyor. Burkina Faso, Mali, Çad ve Benin, Washington’dan 25 bin zengin pamuk çiftçisine yaptığı yıllık 4 milyar dolarlık sübvansiyonu kesmesini talep etti. Çünkü bu rakam kendi toplam hasatlarından bile çok fazlaydı. Sözkonusu talepler karşısında, AB, ihracat sübvansiyonlarının azaltılması için tarih belirlenmesini reddetti. Bu ise dampinglerin, haksız rekabetin sürmesi ve sübvansiyonların da dünya fiyatları üzerinde baskısının devam etmesi anlamına geliyor. Yani, ülkelerinin anlamı ‘onurlu insanların yurdu’ demek olan Burkina Fasoluların da aralarında bulunduğu fakir Afrika ülkeleri onurlu yaşam mücadelelerini daha epey sürdürecekler.
Singapur konuları, 146 ülkenin katıldığı DTÖ zirvesinde müzakereleri kilitleyen bir diğer unsur oldu. Yabancı yatırım, rekabet politikası, kamu alımlarında şeffaflık ve ticaretin kolaylaştırılmasını kapsayan Singapur konularında, AB tarafının yeni görüşmeler açmak istemesi yoğun tepkilere yol açtı. Yabancı yatırımcıların yerli firmalarla aynı kefeye konulmasını öngören küresel kuralların gündeme getirilmesi güvensizlik atmosferini daha da yoğunlaştırdı. Bu konularda AB’nin ısrarcı tutumunu sürdürmesi görüşmeleri çıkmaza soktu. Uganda delegesi Y. Tandon bunu şöyle ifade ediyordu: “Biz, bizim için asıl olan konuları –tarım sübvansiyonlarını ve bize kapatılan piyasaları- müzakere etmek istedik. Şimdi neden buna yatırımı ekleyelim? Bu çok fazla”.
AB müzakerecisi P. Lamy, “Cancun’da hepimiz kaybettik” dese de en çok kaybedenler kuşkusuz yine fakir ülkeler oldu. Toplantıda tarım konusunda ilerleme sağlansaydı, Dünya Bankası’nın tahminlerine göre 144 milyon insan fakirlikten kurtulacaktı. ABD temsilcisi R. B. Zoellick bundan sonra ilerlemenin ülkelerle ya da bölgelerle yapılacak birebir serbest ticaret anlaşmalarıyla sağlanabileceğine inanıyor. Ancak bu tür serbest ticaret anlaşmalarında ekonomiden ziyade politik tercihler daha önemli. Örneğin, ABD halihazırda Singapur’la Mayıs’ta bir serbest ticaret anlaşması imzaladı. Avustralya ile de bu senenin sonunda bir anlaşma hazır olacak. Avustralya ve Singapur’un Irak Savaşı’nda Washington’u desteklemeleri kendilerine bu anlaşmaların yolunu açtı. Karşı çıkan Şili ise hâlâ beklemede. Kısacası her zaman olduğu gibi serbest ticaret anlaşmaları müttefikleri ödüllendirmenin bir aracı olarak kullanılmaya devam edecek. Bu durumda ABD’ye sunabilecek çok şeyi olmayan fakir Afrikanın geleceği hiç de parlak görünmüyor.
GOÜ’lerin moral açıdan kazandıkları bu zirvede aslan payı kuşkusuz G-21 koalisyonuna ait. Üçüncü Dünya ülkeleri 1964’te olduğu gibi daha önceleri de bu tür dayanışmalar kurmuştu. Zamanla yeni bir uluslararası ekonomik düzen talebini yüksek sesle seslendirdiler de. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) böyle bir çabanın ürünü. Ancak pek ilerleme kaydedilemedi. Bugünkü G-21’in başarısında Çin’in payı ve liderliği çok büyük. İki yıl önce DTÖ’ne katılan Çin’in büyük bir ekonomik güç olarak bu ittifaka desteğinin sürmesi, belki de ileride AB ve ABD’den taviz koparmayı sağlayabilir. Ama asıl soru, Çin’in bu ittifakı ne kadar sürdürebileceği ve ne kadar çok istediği. Yarış şimdi daha da kızışacak. ABD, ikili ya da bölgesel ticaret anlaşmaları için kollarını çoktan sıvadı. Çin, Japonya ve Hindistan da boş durmayacağa benziyor. ASEAN (Güney Doğu Asya Ülkeleri Birliği) ülkeleri şimdilik her iki grubun da en uygun adayları.
Aslında oyuncuların yöntemi de belli. Singapur Ticaret Bakanı George Yeo’ya göre, “Zengin ülkeler bölgesel ya da ikili serbest ticaret anlaşmalarında kas güçlerini kullanacaklar ve sundukları öncelikli giriş iznine karşılık alacakları bedel de çok yüksek olacak.” Görünen o ki, Ticaret Birlikleri ‘Galaksi’ye huzur vermeyecek, Cumhuriyetin canını da çok sıkacak. Ama şimdilik “Klon Savaşları”na daha var. Gerçi hikayenin hepsini nasılsa biliyoruz.
Paylaş
Tavsiye Et