Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Asılıyorum > Türkiye dersini unutmuş!
Asılıyorum
Türkiye dersini unutmuş!
Ali Cengiz Tuğrul
‘Üstad’ diyorlar ‘kimsenin yazdıklarını kaale aldığı yok, ne diye kendini yıpratıyorsun?’
Hakikaten ben ‘Tezkere geçmeli’ diye yazıyorum tezkere geçmiyor.
Bu defa ‘Tezkere geçmemeli’ diye yazıyorum tezkere geçiyor.
Kimsenin koskoca Ali Cengiz Tuğrul’u dinlediği yok.
Meslek hayatımın en dramatik durumunu yaşıyorum desem yeridir.
‘Karizmayı çizdirmek’ diye bir deyiş moda oldu son zamanlarda.
Bu deyişte hiç değilse üstü çizikle de dolu olsa ortada bir karizma var.
Benim durumum daha da kötü.
Ama heyhat!
Bu durumdan çok memnun olacağım kırk sene düşünsem aklıma gelmezdi.
Bir düşünsenize dediklerimden sadece biri bile tutulmuş olsaydı şimdi ne halde olurdum.
Bütün memleket ‘başımıza gelen terör felaketlerinin bir numaralı müsebbibi sensin’ diye üstüme çullanmaz mıydı?
Biliyorsunuz ben ‘Irak’a saldıran güçlere kayıtsız şartsız destek vermeliyiz’ diye çarşaf çarşaf yazıyordum.
Yetkililer de ‘ belli kayıt ve şartlarla belki destek verebiliriz’ diye ayak sürüyorlardı.
Koalisyon güçleri de belli kayıt ve şartları kabullenmediklerinden arzu ettikleri desteği pek bulamadılar.
Ama yeterince verilmeyen desteğe rağmen Kaide çok kızdı ve sinagoglarla bankayı vurdu.
‘Ben vurdum’ da dedi.
Hâlâ bu apaçık gerçeği kabullenmek istemeyenler var.
Bu apaçık gerçeği bakın 1990 – 94 arasında ABD ordusunda istihbarat analiz biriminde görev yapmış birisi nasıl ortaya koyuyor.
Adı Robert Stewart.
Türkiye’ de de görev yapmış bu zat.
21 Kasım’ da Los Angeles Times’ta yayımladığı makalesinin sonunu şöyle getirmiş;
‘Terör küresel çapta yayılırken, Araplar ve diğer Müslüman ülkeler öylece oturup kalamaz…
Eğer bu ülkeler giderek artan bombalamaların, yıkımın ve ölümün önüne geçmek istiyorlarsa, kenarda durmaktan vazgeçmek ve teröre karşı mücadele saflarında yerlerini almak ZORUNDADIRLAR.’
Çok açık değil mi?
Değil diyorsanız bir de makalenin başlığına göz atalım;
 
‘TERÖRÜ KÜÇÜMSEMEMELİYİZ’
Makale sinagog saldırılarından hemen sonra değil, konsolosluk ve banka saldırılarından sonra yayımlanıyor.
Ben ilk saldırıdan sonra çok çok yetkili birinin sanki olayı küçümsediğini hatırlıyorum.
Ya siz?
Makalenin girişine de bir göz atalım;
‘İstanbul’da Perşembe günü düzenlenen saldırılar ve diğer İslam veya Arap ülkelerindeki son bombalamalar, terörizm söz konusu olduğunda izolasyonizmin dokunulmazlık anlamına gelmediğini bir kez daha gösterdi…’
Devam edelim;
‘İstanbul’da geçen hafta iki sinagoga, Perşembe günü de Britanya konsolosluğuyla bir Britanya bankasına düzenlenen saldırılar, açıkça Yahudilere ve Britanya hedeflerine yönelmiş GÖZÜKSE DE, NE YAZIK Kİ TEL AVİV VE LONDRA’DA DEĞİL İSTANBUL’DA GERÇEKLEŞTİ.
Bu cümleden hemen sonra makalenin ilk ve tek ara başlığı var;
 
‘TÜRKİYE DERSİNİ UNUTMUŞ’
Ya işte böyle!
‘…Türkiye PKK’ya karşı gayet başarılı bir mücadele vermiş olsa da şiddet yanlısı militanlara yönelik küresel ( hatta bölgesel ) mücadeleye katılmakta gönülsüz davrandı…
…Kendi içindeki teröristlere karşı destekleyici olmasa bile, müsamahalı davranan Suudi Arabistan’dan ders almadılar.
VE TÜRKLERİN PAYINA DA ÖLÜMCÜL SALDIRILAR DÜŞTÜ.
gözü kapalı diplomasi başarısızlığa uğramaya mahkumdur.
Kaide’nin simgelediği kesin tehdide karşı harekete geçmekten BAŞKA SEÇENEK YOKTUR…’
Adam daha ne desin!
Belki yeterince anlamamışızdır diye makalenin son cümlesi olarak da şunu yazmış;
‘Halihazırda teröre karşı verilen mücadelede küresel saldırı sadece en iyi savunma yolu değil, YEGANE SAVUNMA YOLUDUR’.
Gördünüz gibi hiçbir ifade bu satırlardan daha açık olamaz.
Eğer gönüllü olarak küresel saldırıya katılmış olsa idik Kaide bizi vurmazdı.
Gönülsüz olarak katıldığımız için bizi vurdular.
Hâlâ bu gerçeği kabullenmek istemeyen, afedersiniz ama ahmaklar var.
Onlar hâlâ sorup duruyorlar ‘bu Kaide kimin nesi?’ diye.
Kimin nesiyse ne!
Size ne?
 
BU FERYADA KULAK VERİN
Halbuki bu ay ben can yakıcı üç soruya cevap arayalım diyecektim.
Tarihin ve halkın önünde cevap bekleyen ciddi sorular zuhur etmişti.
Soruların sahibi mümtaz şahsiyet, kendi ifadesi ile ‘hem Kur’an mümini, hem sosyal demokrat, hem de Cumhuriyetçi ve Atatürkçü’ olan, eserleri yabancı dillere çevrilen, hakkında yirmiye yakın üniversiter tez yapılan, sadece hoca efendi daha doğrusu imam efendi olmayan Prof. Dr.
Yaşar Nuri beyefendi idi.
Kendileri malumunuz olduğu üzere bu defa CHP parti meclisine dahil edilmediler.
Bu hadise üzerine kaleme aldıklarından öğrendiğimiz kadarı ile Prof. Dr. Yaşar Nuri CHP ‘üzerindeki dindışılık, Kur’andışılık örtüsünü kaldırıp atsın!’
diye son eseri olan ‘Kur’an Verileri Açısından Laiklik’ kitabını başta Genel Başkan olmak üzere parti kurmaylarına takdim etmiş.
Ama onlar nasıl davranmışlar?
‘Kimseden tık yok. Sanki ben bu insanlara o kitabı değil de bir kutu lokum hediye etmişim.’ cümlelerini yazdıracak kadar duyarsız davranmışlar.
‘Ben o kitapta, Müslümanlarla laikliği, hem de tanrısal kitapları Kur’an’ın verilerine dayanarak kucaklaştırdım. Munis ve doyurucu bir biçimde’ diyor Sn. Prof.
‘Halkla, varoşla kucaklaşmak arzusunu dile getiren CHP, bu fırsatı’ değerlendirmekten imtina etmiş.
İşte o çok ciddi soruları soruyor Sn. Prof. Dr.
1. CHP yönetimi yobazın, tarîkatçının, urûbecinin, cumhuriyet ve demokrasi karşıtlarının anlattığı dinden rahatsızdır ve bundan doğal bir şey yoktur. Peki, CHP benim anlattığım dinden neden rahatsızdır? CHP’nin rahatsız olmadığı din anlayışı, İslam versiyonu hangisidir?
2. CHP, benim, dünyada saygınlık kazanmış perspektiflerimi işleterek ortaya koyduğum bir eserle laiklik ve Kur’an’ı bağdaştıran, kucaklaştıran gayretimden niçin rahatsız olmuştur?
3. Yaşar Nuri’nin anlattığı dinden ve laiklikten rahatsız olan bir siyasal parti bu halkın önüne hangi din ve laiklik anlayışını bayrak yaparak çıkacaktır?
Hakikaten hepsi birbirinden çarpıcı üç can yakıcı soru.
Üstelik Sn. Prof. Dr. ‘Kısacası, aldatılmıştım. O kadar da değil, bir de alaya alınmıştım… Oyuna geldim, sömürüldüm ve işimin bittiği kanısına varıldığı için kızağa alındım’ diyor.
Partililerin kendisine gösterdikleri bu yakışıksız tutum için şöyle buyuruyor değerli Prof. Dr.;
‘Hey gidi, edep, hey! Sen ne büyük bir nimetsin!’
Benim tanıdığım değerli insan, büyük şahsiyet öyle kuru gürültüye pabuç bırakacak değildir.
Kendisi bunun işaretini de vermiş zaten yazısının sonunda.
Yepyeni değerlerin kaynaşıp kucaklaştığı bir kadrolaşmayı muştuluyor bizlere.
Ne mutlu zamanın Prof.larının, dervişlerinin buluştuğu o yepyeni kadrolara!
 
SON SÖZ
Hey gidi, edep, hey!
Sen ne büyük bir nimetsin!

Paylaş Tavsiye Et