Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Asılıyorum > İki gözüm aksın ki seviyorum!
Asılıyorum
İki gözüm aksın ki seviyorum!
Ali Cengiz Tuğrul
Duvar Sokağı Jurnali’ne Açık Mektup
 
Çok değerli, aziz meslektaşım;
Mesleğimizin üstadı;
Ufuk açıcı, yol gösterici, adam edici, adama haddini bildirici, cesaret dolu satırlarınızı derin bir hayranlık, sonsuz bir hürmet ve ne yalan söyleyeyim büyük bir kıskançlıkla okudum.
Önünüzde saygı ile eğiliyorum.
Bendeniz de memleketim olan bu kavruk ve verimsiz topraklarda şöyle böyle isim yapmış bir kabiliyetim.
Bendeniz derken hem kendim Ali Cengiz Tuğrul’a, hem de sadık bir bendeniz olma özelliğime gönderme yapabilmeyi kabiliyetimin naçizane bir göstergesi olarak lütfen kabul buyurunuz.
Zaman zaman ‘amma da döktürdüm, helal olsun bana!’ diyebileceğim eserlerim benim de olmuyor değil.
Ama bu makale, bu mesleğimizin şahikası, bu ulaşılmaz dirayet, feraset ve belagat hepimizin ulaşmak isteyip de beceremediği bir doruk noktası değil de nedir!
Yüksek bir tefekkürün ürünü olduğu her bir harfinden, kelimesinden, cümlesinden, paragrafından belli olan eşsiz makalenizi heyecandan titreyerek, gözlerim yaşararak, ürpererek okudum.
“Doğulular zaten böyle irrasyonel ve duygusaldırlar” yargısında bulunabileceğinizi tahmin edebiliyorum.
Bu yargınızın önünde de hiçbir benlik iddiasında bulunmadan eğilebilirim.
 
BENLİK İDDİASI
Benlik iddiası zaten zat-ı alileriniz karşısında bizatihi bir haddini bilmezlik değil midir?
“Ya bizdensiniz, ya ötekilerdensiniz!” şiarının her türlü benlik iddiasına karşı bir meydan okuma olduğunu anlayamayacak entelektüellerden olmadığıma inanıyorum.
Ancak gözyaşlarımın esas sebebi “Zavallı bir Doğulu olmaktan yeni yeni kurtulmaya çalışırken tekrar hastalığınızın nüksetmesini mi istiyorsunuz?” mealindeki ikazınızı anlamak istemeyen bir güruhun yoğun baskısı altında olduğumuzu, sizin gibi yüce bir şahsiyetin fark etmiş olmasıdır.
Engin makalenizi bizim gibi muhiplerinizi cesaretlendirmek için kaleme aldığınızı ifade buyuruyorsunuz.
Bu desteğinizden nasıl memnun olduğumu anlatmakta zannediyorum sizin kaleminiz bile yetersiz kalırdı.
Memleketimizin içinde bulunduğu durum hakkında en ince noktalara kadar bizleri aydınlatmış bulunduğunuz şaheseriniz hakkında bizler gibi fanilerin kendini bilmezlik edip kanaat belirtmelerinin ne kadar yersiz olduğunun da hiç şüphesiz farkındayım.
Kanaat belirtmek de zaten bizatihi bir haddini bilmezlik değil midir?
İki gözüm önüme aksın ki ben ABD’yi seviyorum.
Ali Cengiz Tuğrul olarak batıl inançlarım olmadığını bizim buralarda herkes bilir.
Bu yüzden aşkın bir varlığa referansla yemin edemem.
Aydın kişiliğimin kabul edemeyeceği tek şey budur.
Ama aşkın varlığın hâmisi olduklarını söyleyerek gariban insanların kaynaklarına göz dikenlere de sempatim olduğunu herkes bilir.
 
ŞİMDİYE KADAR NE YAZDIM?
İşbu zamana kadar yazdıklarım ortadadır.
Bunlar bundan sonra yazacaklarımın da teminatıdır.
Lütfen hatırlatmama izin buyurunuz;
“Uykuya yatırılmış Saddam taraftarları” yaftasının mucidi bendenizim.
“Tam Gaz Bağdat” saldırı emrini manşet yapan kahraman bendenizim.
Siz “kiss you okey” dediğinizde, “emriniz olur öp” diyen yine bendenizim.
Kitle İmha Silahları fiyaskosunu sütunlarına taşımamış tek kalem yine bendenizim.
Ebu Garib’teki işkence fotoğrafları hakkında da bir çift laf etmeyen neredeyse tek isim bendenizim.
Felluce’de yaşananlar karşısında sessiz kalmayıp, sizin tarafınızı tutan da bendenizim.
“Araptan çok Arapçı olmayalım” öğüdünü de veren bendenizim.
“Efelenmeyelim, efendi olalım” akıllarını sıralayan da bendenizim.
“En büyük kimse onun kayıtsız şartsız kulu kölesi olalım, çok boyutlu analizi böyle yapalım” diyenleri kollayan da bendenizim.
Bunlar siyasî duruşumla ilgili yazdıklarım.
Istakoz nasıl haşlanır?
Hangi yemekle, hangi şarap nasıl içilir?
Hangi bağdan, ne kadar rekolte elde edilir?
High society, yurtdışındaki restoranlarda giyim kuşamda, yeme içmede hangi trendleri takip ediyor?
Bunlar da yaşam tarzı hakkında yazdıklarımdan birkaç küçük örnek.
Peşinen kabul ediyorum ki indinizde bu gibi meseleler dişinizin kovuğunu doldurmayacak teferruattan sayılabilir.
Her elinde kalem, her önünde klavye bulanın memleketi kurtarmaya kalktığı memleketimizde yediklerimi, içtiklerimi, giydiklerimi bir rahatsızlık duymadan yazı konusu yapmamın, bu kavruk ve geri kalmış ülkede zor bir görevin yerine getirilmesi olduğunu düşünüyorum.
Daha yılbaşında “bizim niye böyle ışıklı, pırıltılı, janjanlı günlerimiz, kutlamalarımız yok” diye hayıflanan da bendenizdim.
Bu satırları yazarken elleri satırlı, kafaları kapalı bir takım zevatın “bizim bayramların suyu mu çıktı?” diye düşüneceklerini biliyordum.
İranlı mollalara, Suriyeli, Iraklı Baasçılara, eli kanlı El-Kaide yanlılarına, El-Zevahiri militanlarına sempati besleyenlerin sürüsüne bereket kaynadığı bu yoksul, şiddetin kol gezdiği topraklarda bu satırları kaleme almanın kendi çapımda özgürlük savaşçılarına verilmiş naçizane bir destek olduğunu düşünüyordum.
 
FAKAT HEYHAT!
Ali Cengiz Tuğrul olarak elimizden geleni yaptığımız halde sizleri memnun edemediğimizi üzülerek görmüş bulunuyorum.
Bizi dahi kategorize etmişsiniz.
Ötekileri sevgili Sezen’in şarkısındaki gibi çarpın, bölün, ezin, kesin, kategorize edin.
Ne yaparsanız yapın.
Onlar memleketin kendi ayakları üzerinde durabileceği hayaline kapılmış bir avuç meczup.
Kanaat serd edebilir, benlik iddiasında bulunabiliriz hayalleri kuran zavallılar.
Bu sizin en tabii hakkınız.
Ama ya biz!
Ya biz!
Lütfen üzülmemi bir benlik tezahürü olarak görmemenizi rica ederim.
Bir insanlık hali olarak kabul buyurunuz.
Dersimi almış bulunuyorum.
Çabalarımı yetersiz bulduğunuzu idrak etmiş bulunuyorum.
Elimden geleni ardıma koymayacağıma Ali Cengiz Tuğrul olarak söz veriyorum.
 
JURNAL NASIL OLUR?
Belki de fark etmediğiniz bir inceliği ilk defa buradan açıklıyorum.
Yüzde seksen iki ile ABD politikalarından hazzetmeyenler sırasında birinci olduğumuz hepimizin malumu.
Benimse yüzde on sekizin en başlarında bulunduğumu belirtmeme herhalde artık gerek yoktur.
Peki Türkiye’den sonra ABD aleyhtarlığında başı çeken ikinci ülke hangisi?
Arjantin.
Neden olduğunu hiç düşündünüz mü?
Belki, ama cevabı bulabildiğinizi sanmam.
Bunun sebebi Carlos Menem’in bir dönem Arjantin’in başında bulunmuş olmasıdır.
Gençler “ne menem adamdır bu?” diyeceklerdir.
Lakabı el Turco’ dur.
İşte Arjantin’i zehirleyen adam budur.
Ne yapmışsa yapmış, on sene zarfında memleketi işte bu hale getirmiştir.
“Bir Türk dünyaya bedeldir” inanışının pratiğe yansımasıdır bu durum.
Suriyeli olduğu da iddia edilir.
Eğer öyleyse durum daha da vahimdir.
Öyleyse ABD, Suriye ile beraber Arjantin’i de vurmalıdır.
İngilizler daha önce nasılsa vurmuşlardı denmemelidir.
Saygıdeğer üstadım işte jurnal böyle olur.
Emir buyurmasanız da jurnallerime afra tafra ile devam edeceğimi belirtiyor, önünüzde huşu ile eğiliyorum.
 
SON SÖZ
Bu ne sevgi ah!
Bu ne ıstırap!

Paylaş Tavsiye Et