Senelerdir isimlerin üzerimizdeki etkilerini düşünüp durmuşumdur.
İsmim Ali Cengiz Tuğrul olmasaydı bu kadar şöhretli bir yazar olur muydum acaba?
İsimlerin kurumlarla olan ilişkileri ise daha da ilginç bir konu.
Nedir diyeceksiniz ilginç olan?
MeselaYargıtay Başkanı’nın ismi Eraslan Özkaya.
Yargıtay Genel Sekreteri’nin ismi Ercan Yalçınkaya.
Demek ki yargıya kaya gibi adamlar koymuşlar.
Ne olur ne olmaz diye!
Biri kayanın en özü, aslanınsa en eri.
Diğeri kayanın yalçını.
Özkaya demek, bir kaya ancak bu kadar kaya olur demek.
Silsile şöyledir;
Kaya, hakiki kaya, en kaya, öz kaya.
Yargının en başına yanaşmak isteyenler daha ilk elden frenleniyor bu isimlerle.
Bu kadar önemli kurumlara gerekli şahıslar seçilirken vatandaşın psikolojisi baştan hazırlansın diye isimlere dikkat ediliyor demek ki diye düşünüyor insan.
Peki Yargıtay Başsavcısı’nın adını merak edeniniz oldu mu?
Hemen söyleyeyim: Nuri Ok.
Hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum.
Nuri Alço ile uzaktan yakından alakası olmayan bir isim.
Sn. Başsavcı Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’nın 6 Eylül’de yeni adli yılın açılış konuşmasını yapmak istemesini uygun bulmuyor.
Başkanın ‘üç ayım kaldı, açılışı yaparım’ yaklaşımını yakışıksız buluyor.
Demek ki hedef tahtasında Sn. Eraslan var.
Ok hedefe isabet edecek mi, hep beraber göreceğiz.
Kurum olarak yargıtayın isimlerle böyle bir ilişkisi var.
İlginç değil mi?
AÇIL SUSAM AÇIL!
Şimdi size garip gelecek bir teklifim var.
Hepimiz koskoca adamlar olduk ama gelin hep beraber çocukluğumuza geri dönelim.
Büyüklerimizden dinlediğimiz masalları bir hatırlayalım.
Büyüklerimizden kastım ninelerimiz, dedelerimiz, anne ve babalarımızdır.
Lütfen yanlış anlamayalım.
Bizleri o masallarla uyuturlarken bu günlere nasıl hazırladıklarını düşünmek insanı heyecanlandırıyor.
Hangimiz Ali Baba ile Kırk Haramileri dinleyerek büyümedik?
Haramilerin başı kocaman bir kayanın önünde durup ‘açıl susam açıl’ diye bağırıyordu hani.
Koskocaman yalçın mı yalçın bir kaya hooop kolaycacık açılıveriyordu.
Haramiler de açılan kayadan süzülüp geçiveriyorlardı.
Sırra kadem basıyorlardı.
Demek ki kayanın istediği şifreyi bileceksin.
Benim bildiğim bir şey varsa o da susamın simit susamı olmadığıdır.
Susam Sokağı’nın susamı olmadığını da biliyorum.
Bu konuda bir tek şey biliyorum.
O da hiçbir şey bilmediğimdir.
Sıradan bir vatandaşsan elbette ki susamın ne olduğunu bilmiyorsan susman gerekir.
Ama koskoca Ali Cengiz Tuğrul isen durum değişir.
Nasıl bilmediği konularda tıkır tıkır klavyeyi tıkırdatmak her köşe yazarının harcı değilse, koskoca kayalar varken sırra kadem basıvermek de her babayiğidin harcı değildir.
Hele kayaların ardındaki serveti, zenginliği akla hayale sığdırmak; o hiç mümkün değildir.
İşte akla hayale sığdırabilelim diye de büyüklerimiz bize bunları masal olarak anlatıyorlardı.
Eskiler masal masal matitas diyerek bizleri yetiştirmişlerdi.
Matitas denildiğinde denmek istenen ‘was ist das?’ dı.
‘Ne demek yani şimdi bu’ diye sorarak yetişmiştik her birimiz.
Kıssadan hisse çıkararak geleceğe hazırlanıyorduk.
‘Ayakkabım, ayakkabım Adidas!’ diye yetişen neslin, bırakın kıssadan hisseyi, ayakkabısından ayağını çıkaracak mecali yok.
Onun için masala masal deyip geçmiyorduk biz.
Ne demek istiyorum?
Şunu demek istiyorum;
‘Açıl susam açıl’ diye bağırıldığında açılan kapılar ‘kapan susam kapan’ dendiğinde kapanmıyor muydu?
Alın size Neşter davası!
Neşter atılacak ki cerahat boşaltılacak diyenler vardı.
‘Kapan susam kapan’ talimatını alan kayalar kapanıvermediler mi?
LAMBADAN ÇIKAN CİN
Ya Alaattin’in Sihirli Lambasına ne demeli!
Sihirli bir lamba varmış.
Lamba Alaattin’in imiş.
Alaattin lambayı şöyle kuvvetlice bir sıvazlayınca içinden bir cin çıkıp dilediği her şeyi yapmasını sağlıyormuş.
Lambanın nasıl sıvazlandığına dair tafsilatlı bir bilgi yok masallarda.
Artık orası Alaattin, lamba ve lambanın cini arasında kalmış bir mesele.
Lambayı lambayı bulan bir kaşif mi sıvazlıyormuş, lamba buraya yakışır diyen bir iç mimar mı, yoksa şen bir
müteahhit mi sıvazlıyormuş onu bilemiyoruz.
Ama lamba sıvazlanınca, orası benim burası senin cin seni istediğin gibi dolaştırıp duruyormuş.
Cinin tasvirlerini hatırlayın hele bir.
Devasa bir cüssesi var.
Fakat heyula gibi.
Her yere sızabiliyor, her şekle girebiliyor.
Kollarını kavuşturmuş tepeden bakıyor.
Her istediğini yapabiliyor veya siz her istediğinizi yaptırabiliyorsunuz.
Lambanın sahibi iseniz tabii.
Var olduğunu biliyorsunuz.
Ancak göremiyorsunuz.
Ama gün gelir de sizi çarpar diye korkuyorsunuz.
Masalı annem bana her anlattığında o soruyu sorardım.
— Peki anne lambanın sahibi kim?
— Alaattin yavrum.
— Ama o lambayı buldu, lamba zaten vardı.
— Cindir o zaman.
— Ama o lambanın içinde hapis. Kendisine kim ne emrediyorsa onu yapmak zorunda.
— Ben ne bileyim yavrum, bu mesele benim dışımda ve beni ilgilendirmiyor.
— Anne seni ilgilendirmezse, cin de serbest kalırsa ne olacak.
— Ben padişah mıyım canım o ilgilensin.
Cânım masal böyle absürd bir soru cevap faslı ile sona ererdi.
Annem de “haddini bil” diye bana kızardı.
Bu cin meselesine çok taktığımdan küçükken bana Cin Ali derlerdi.
Cinlere karışacağımdan da korkarlardı.
Her neyse!
Şu masallar kadar içinde bulunduğumuz durumu özetleyen bir metin okudunuz mu?
Hiç sanmıyorum.
KESKİN VE BUĞULU SOYADLAR
Unutmayalım konumuz isimlerle kurumlar arasındaki ilginç ilişki idi.
Yargıtaydan bahsettik.
Masallardan mafya hissesi çıkardık.
Alaattin Çakıcı’ya değinmedik.
Neden?
Çünkü soyadı bir izah gerektirmeyecek kadar açık.
Çakıcı.
Çaktı mı bitiyorsun.
Daha ne olsun.
Ali Cengiz Tuğrul olsam da, daha açıklayıcı ne diyebilirim ki?
Şunu hatırlatabilirim yalnız.
Kayınpederinin soyadı da çok netti.
Kılıç.
Bir soyadı daha vereyim;
Çatlı.
Net, kesin, keskin adlar.
Üçgenin MİT ayağındaki bilebildiğimiz isimler ise şunlar:
Şenkal Atasagun, Kaşif Kozinoğlu.
Hiram Abas da vardı bir zamanlar.
Teşkilatın gizliliğine, ilişkilerin giriftliğine, olayların derinliğine gönderme yapan isimler sanki.
Pek ele avuca gelmez isimler.
Lambanın cini gibi.
Buğulu.
Varla yok arası.
Korkutucu, kudretli.
Devasa bir heyula.
KALAKALMAK
Gelelim siyaset kurumuna.
Yargıtay, MİT, mafya üçgeninden bahsedip de siyasetten bahsetmemek yakışık almaz.
Yargıtay, MİT, mafya üçgeninden sorumlu olan bakanımız kim peki?
Sn. Adalet Bakanı Cemil Çiçek.
Özkaya, Erkaya, Ok, Çakıcı, Atasagun, Kozinoğlu ve Çiçek
Hiç şansı var gibi görünüyor mu?
Ne diyelim!
Allah kolaylık versin.
Muhalefete gelince.
Sn. Deniz Baykal’ın muhalefette etkili olamamasının sebebi sizce ne?
Hiç öyle uzun boylu düşünmenize gerek yok.
Sn. Baykal’ın etkili olamamasının sebebi iddia ediyorum
soyadıdır.
Bay – kal.
Herkes Sn. Baykal’ın gençliğini, yakışıklılığını nasıl muhafaza ettiğini merak etmektedir.
Bu sırrın da sebebi yine soyadıdır.
Millet yıllarca ‘Sn. Baykal, Sn. Baykal, Sn. Baykal’ diye kendisine hitabetmiştir.
Sn. Baykal da öylece kalakalmıştır.
Yoksa kendisinin bir şey yaptığı yoktur.
Yapacağı da yoktur.
ZORUNLU BİR AÇIKLAMA
Son günlerde ABD askerleri Hz. Ali’nin türbesinde şiddetli bir direnişle karşı karşıyalar.
Müttefik güçlerin bilinçaltında Ali ismine karşı kuvvetli bir antipati oluşacağından kaygı duymaktayım.
İsmimin başındaki Ali lafzı içeriğinden yalıtılmıştır.
Saygılarımla arz ederim.
SON SÖZ
Korkunun ecele faydası vardır.
Paylaş
Tavsiye Et