KÜRESEL dengesizlik bizde yeni olmasına karşın, dünyada oldukça popüler bir kavram. Global imbalance(s)’ın tercümesi. “Google Türkiye”de şimdilik 214 ‘hit’ alabiliyor. Bizdeki anlamında tam bir mutabakat yok. Kapitalist birikimin sınırsız devamı, Çin mallarının dünya pazarlarındaki ucuzluğu, küresel iklim değişimi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortadan kalkan denge ve ABD’nin dış ticaret açığı bunlardan bazıları. İktisatçı gözüyle küresel dengesizlik daha çok ABD’nin süregelen cari açıkları ve bunların mevcut ve muhtemel küresel sonuçlarıyla ilgili. Bu listeye dünya faiz oranlarının düşük seviyesi ya da çoğu Batılı ülkelerin hızla yaşlanan nüfusları karşısında giderek artan bütçe açıkları da ekleniyor.
Günümüzün sözüm ona bağımsız ulus-devletleri, iktisat politikaları açısından sınırlı tercihlere sahip. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir uluslararası para sisteminde ülkeler, faiz oranları (iç dengeler) ya da döviz kurlarından (dış dengeler) sadece birini kontrol edebilirler. Şimdilerde birçok ülkenin döviz kuru yani dış denge kontrolünden vazgeçtiği görülüyor. Ancak dış denge sorunu birçok ülke için hâlâ ciddiyetini koruyor. Uluslararası sermaye hareketlerinin hız ve yaygınlık kazanmasıyla sorun daha da derinleşti.
Dış dengenin miktar olarak izlenildiği yer, ödemeler dengesidir. Ödemeler dengesi basitçe cari işlemler hesabı ve sermaye hesabı şeklinde iki sınıfa ayrılıyor. Cari işlemler hesabının önemli bir bölümünü mal ve hizmet ihracat ve ithalatı oluşturuyor. Sermaye hesabı ise, cari işlemlerin nasıl finanse edildiğini gösteriyor. Tanım itibarıyle, cari işlemler hesabı sermaye hesabına denktir. Örneğin, bir ülke cari işlemler açığı veriyorsa sermaye hesabı fazla vermek durumundadır. Bu durumda, ABD’nin cari işlemler açığı sadece mal piyasalarındaki dengesizliği ifade etmiyor. Aynı zamanda finansal piyasalarda da bir dengesizliğe karşılık geliyor. Dengesizliklerin modern iktisatta pek sevilmemesi bir tarafa, küresel dengesizliği daha tehlikeli kılan, bu iki piyasa arasındaki ilişkinin niteliği ve boyutu.
Cari açıklar ne kadar büyükse, oradaki düzeltmenin sonuçları da o denli büyük oluyor. Cari açıkların nereden kaynaklandığı ve nasıl finanse edildiği de önemli bir sorun. Eğer cari açıklar yatırım malı ithalatından ziyade tüketim malı ithalatından kaynaklanıyorsa, döviz kurunda yaşanacak değer kaybı daha fazla, ekonomik sonuçları da daha kötü oluyor. Dolayısıyla literatürde cari açıklar genellikle tehlikelidir. Bunun önemli bir nedeni cari açıkların dış borç yükünün artmasına olan katkısıdır. ABD’nin dünyanın aynı zamanda en büyük borçlusu olması tesadüf değildir.
Mal piyasalarındaki dengesizliğin çözümüne yönelik çeşitli öneriler bulunuyor. Bunların arasında ABD’nin tasarruflarını artırması ön sırada yer alıyor. ABD’nin tasarruflarının artırılmasını istemek anlamlı; ancak kolay değil. Cari açıklar, Amerikalıların tasarruflarının ötesinde harcama eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu harcamanın finanse edilmesine imkan veren en önemli ülke ise Çin. ABD başta olmak üzere büyük pazarlara mal satıp cari işlemler fazlası oluşturan Çin, kazandığı parayı tekrar harcaması için en büyük müşterisi ABD’ye geri veriyor. Bu iki tarafın da çıkarlarına uyuyor. II. Bretton Woods sistemi de denilen çark, işte böyle dönüyor. Harvard Üniversitesi’nin 26 milyar dolarlık varlık portföyünü yöneten ve yükselen piyasalar dâhisi olarak bilinen Mısır asıllı Muhammed el-Eryan’a göre, bu durum istikrarlı bir dengesizlik hali.
Çözüm önerilerinden bir diğeri, Çin’in tasarruflarını düşürerek harcamalarını artırmasıdır. Bunun en kolay yolu olarak, Çin’in sosyal güvenlik harcamalarını artırması gösteriliyor. Küresel ekonominin yalpalamaması için, ABD’de yaşanacak bir durgunluğun telafisinde AB ve Japonya’ya da önemli görevler düşüyor. Ancak Japonya on yıllık durgunluktan henüz çıkma çabasında. AB ise, emek piyasası ve bütçe açıklarıyla iyi bir sınav veremiyor. Görünen o ki, reel ekonomi kaynaklı sağlıklı bir düzeltme için daha uzun bir zamana ihtiyaç var. Yumuşak iniş pek ufukta gözükmüyor.
Denklemin diğer tarafında finansal piyasalardaki dengesizlikler yer alıyor. Bunu anlamak için küresel sermaye hareketlerini incelemek yeterli. Bu çerçevede küresel sermayenin 1995-2004 yılları arasındaki gelişimine bakıldığında şu noktalar öne çıkıyor:
Öncelikle, net sermaye ihraç eden ülkelerin toplamdaki ağırlıkları azalıyor; sayıları ise artırıyor. İkinci olarak, net sermaye ithal eden ülkelerin sayıları azalıyor; ancak toplamdan aldıkları paylar artıyor. 1995 yılında ABD’nin küresel sermaye hareketlerinden aldığı pay %33 iken, 2000’de %61’e, 2004’te %70’e yükseldi. Üçüncü bir nokta, son 10 yılda Almanya gibi bazı büyük ülkelerin sermaye ihraçlarında önemli artışlar gözleniyor. Dördüncü bir gelişme, küresel sermaye akımlarının bölgesel kompozisyonundaki değişiklikle ilgili. Gelişmekte olan Asya ülkeleri ile petrol zengini Orta Doğu ülkeleri net sermaye ihracı açısından ön plana çıkıyor. Beşinci bir husus, gelişmekte olan ülkelerin sermaye ihraçlarındaki artış. 1995 yılında 84 milyar dolar sermaye ithal eden gelişmekte olan piyasa ekonomileri, 2004’te 367 milyar dolarlık sermaye ihracı gerçekleştirdiler. Son olarak, küresel döviz rezervlerinde büyük bir artış yaşandığı gözleniyor. Çoğunlukla merkez bankalarınca tutulan döviz rezervlerinin miktarı 1994’te 1,5 trilyon dolardan, 2004’te %160 artışla 3,9 trilyon dolara yükseldi.
İşte son yıllarda uluslararası likidite bolluğunun, artan küresel risk iştahının ve hızla düşen faizlerin arkasında böyle bir dengesizlik bulunuyor. Bir tarafta finans kapitalin çoğuna el koyan ve açlığını gidermeye çalışan Amerika, diğer tarafta onu beslemeye çalışan Japonya, Almanya, Çin ve diğer Asya ülkeleri. Bir yanda olası bir düzeltmenin çözümünü finansal piyasalarda aramanın tehlikesi, diğer yanda bunun reel kesime kuvvetle muhtemel sıçrama endişesi. Endişenin nedeni likidite bolluğundan kaynaklanan, varlık fiyatlarındaki şişmeler. Mal miktarından çok daha fazla miktardaki paranın varlığı, kimi varlık fiyatlarını balon gibi şişiriyor. Arzı sınırlı varlıkların değerinin artması bu yüzden. Daha kârlı yatırımlar arayan uluslararası likidite; gayrimenkul, altın, petrol, bakır vb. az bulunan varlık ve emtia fiyatlarının fiktif bir şekilde artmasına imkan veriyor. Asıl soru da bundan sonra geliyor. Bu balonun havası nasıl ve ne zaman alınacak? Hatırlayalım, kapitalist sistemin balonları ABD’nin cari açıklarından daha tehlikelidir.
Paylaş
Tavsiye Et