Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Asılıyorum > 22 Temmuz'a az kaldı
Asılıyorum
22 Temmuz'a az kaldı
Ali Cengiz Tuğrul
Ha­zi­ran sa­yı­mı­zın son sö­zü­nü “vız ge­lir tı­rıs gi­der” di­ye bağ­la­mış­tım.
Ya­nıl­mı­şım.
“Vız da gi­der, tı­rıs da” de­me­liy­mi­şim.
Vız git­ti.
Yan­dı, bit­ti, kül ol­du.
Ha­di mum di­bi­ne ışık ver­mez onu an­la­dık.
Ama sa­ğı­nı so­lu­nu da mı ay­dın­lat­maz?
Ken­di­ne bi­le mi bir hay­rı do­kun­maz.
Do­kun­ma­dı.
Bu mum­cu­nun mu­mu yat­sı­ya ka­dar bi­le yan­ma­dı.
Kib­rit ça­kıl­dı.
Fi­til ya­kıl­dı.
Cum­hur­baş­kan­lı­ğı se­çi­mi­ne o kib­ri­tin su­yu dö­kül­dü.
Ay­nı suy­la, ya­kı­lan fi­til de sön­dü­rül­dü.
Ne­re­de ya­nıl­dı­ğı­mı ha­tır­lat­tım.
Ne­re­de ya­nıl­ma­dı­ğı­mı da ha­tır­la­ta­yım.
Şöy­le de­miş­tim:
Mil­let ne­re­de?
Bal­ta kes­ti.
Bal­ta ne­re­de?
Arı sak­la­dı.
Arı ne­re­de?
At iç­ti.
At ne­re­de?
Ters dön­dü, da­ğa kaç­tı.
Dağ ne­re­de?
Yan­dı bit­ti, kül ol­du.
Kı­rat da 22 Tem­muz’a ka­dar kiş­ne­ye­bi­lir.
O za­ma­na ka­dar rah­van da gi­de­bi­lir, tı­rıs da.
Ama ne ya­pa­maz?
Şa­ha kal­ka­maz.
Ne­den?
Çün­kü kı­rat amu­da kalk­tı.
Amu­da kalk­ma­ya alış­mış at, şa­ha kal­ka­maz.
Bu­nu bü­tün mil­let gö­rü­yor.
Ama Meh­met gör­mü­yor.
“Umut Meh­met’in ek­me­ği, ye Meh­met ye” de­miş şa­ir.
Meh­met bu ay so­nu­na ka­dar o ek­me­ği yi­ye­cek.
Mil­let ye­mi­yor.
 
TOP­LUM MÜ­HEN­Dİ­Sİ
Ba­kı­yor:
Bir ta­raf­ta ken­di­si­ni sok­ma­yı bi­rin­ci va­zi­fe­si ad­det­miş bir arı.
Bir ta­raf­ta ken­di­si­ni tep­me­yi bi­rin­ci va­zi­fe­si ad­det­miş bir at.
Bir ta­raf­ta at­la arı­yı yu­lar­la­rın­dan tut­muş sü­rük­le­yen, sü­rük­ler­ken de “Bi­rin­ci va­zi­fe­niz…” di­ye gür­le­yen al­tı ok­lu 367 mız­rak­lı bir cen­ga­ver.
Bir ta­raf­ta ma­zot bir li­ra, Şeh­ra­zat on­dan da ucuz di­yen ya­kı­şık­lı bir genç.
Bir ta­raf­ta zor­luk­lar­dan yıl­ma­yan bir me­sut adam.
Ar­ka ta­raf­ta bu ça­tı­yı ku­ran Ze­nith mar­ka sa­at ka­fa­lı bir mü­hen­dis.
Swatch’dan, Ca­si­o’dan, Tommy Hil­fi­ger’den, Ci­ti­zen’den, Ar­ma­ni’den bi­ha­ber ki­şi.
Za­man tü­ne­li­nin üze­rin­de ‘geç­miş’ ya­zan ka­pı­sı­nın önün­de du­ran adam.
Es­ki ba­raj­lar kra­lı in­şa­at mü­hen­di­si.
Ye­ni ba­raj­lar mu­ci­di top­lum mü­hen­di­si.
Müs­tak­bel Cum­hur­baş­ka­nı ve müm­kün­se Baş­kan ada­yı.
“Dün dün­dür, bu­gün bu­gün” öz­de­yi­şi­nin mu­ci­di.
Şef­faf ka­ra­ko­lu, üc­ret­siz köp­rü ge­çi­şi­ni va­at eden adam.
“Ko­nu­şan Tür­ki­ye” de­yip, “Bu ka­dar da de­me­miş­tim” di­yen er ki­şi.
12 Mart’ın, 12 Ey­lül’ün mağ­dur Baş­ba­ka­nı.
28 Şu­bat’ın mağ­rur Cum­hur­baş­ka­nı.
Her dev­rin ada­mı.
Her dö­ne­min si­ya­set­çi­si.
Mil­let ba­kı­yor ve gö­rü­yor.
Böy­le te­kin­siz bir se­çi­me gi­di­yo­ruz de­me­yi is­ter­dim.
Ama çok te­kin­li bir se­çi­me doğ­ru yol alı­yo­ruz.
Mu­zaf­fer olu­na­na ka­dar yol an­la­şı­lan te­kin­li ola­cak.
Ama ne­dir za­fer?
Kim­dir mu­zaf­fer?
Şap­ka dü­şün­ce yi­ne kel mi gö­rü­ne­cek?
Yok­sa ke­le yol mu gö­rü­ne­cek?
Üç haf­ta son­ra öğ­re­ne­ce­ğiz.
 
MEV­ZU­AT
Ama so­nuç­la­rı gör­se­ler bi­le öğ­re­ne­me­yen­ler ola­cak.
Ne­re­den bi­li­yo­rum?
Film­den bi­li­yo­rum.
Spi­el­berg’in Ter­mi­nal’ini da­ha ye­ni sey­ret­tim.
Mu­hay­yel bir ül­ke­nin mu­hay­yel bir va­tan­da­şı baş­rol­de.
Di­ğer baş­rol oyun­cu­su ise ha­va­ala­nı bü­rok­ra­si­si.
Bu iki baş­rol oyun­cu­su ara­sın­da­ki ka­pış­ma­yı an­la­tı­yor film.
İş­le­yi­şi ko­lay­laş­tır­sın di­ye yü­rür­lük­te olan mev­zu­at na­sıl bir cen­de­re­ye dö­nüş­tü­rü­le­bi­lir.
İş­te onun hi­ka­ye­si.
Mev­zua­tın so­nun­da da bir at var.
Tıp­kı de­mok­rat­ta ol­du­ğu gi­bi.
Bi­zim için ol­duk­ça ta­nı­dık bir hi­ka­ye.
Ama yi­ne de Sn. Bay­kal’a ha­ra­ret­le tav­si­ye ede­rim.
“Ne se­nar­yo­su, ben onun âlâ­sı­nı bi­li­rim” di­ye­ce­ğin­den emi­nim.
Mev­zua­tı ku­şa çe­vir­me­nin pi­ri mü­dür ile hos­te­sin ara­sın­da ge­çen ko­nuş­ma sah­ne­si­ni iz­le­se ye­ter.
Ca­ka­lı mü­dür “Bu dört ta­ra­fın­dan ab­lu­ka­ya al­dı­ğı­mız öte­ki­nin ne­si­ni se­vi­yor­sun?” di­ye so­rar.
“Si­zin gi­bi­ler bu­nu as­la an­la­ya­maz” kar­şı­lı­ğı­nı ve­rir hos­tes.
“Şu­su­nu bu­su­nu vs, vs…” di­ye te­fer­rua­ta gir­mez.
22 Tem­muz’da da san­dık ba­şın­da­ki­ler te­fer­rua­ta gir­me­ye­cek.
Oy­la­rı­nı ve­re­cek­ler, gi­de­cek­ler.
“Al sa­na Tan­do­ğan, al sa­na Çağ­la­yan” di­ye gür­le­yen­ler “Bu ne?” di­ye­cek­ler.
San­dık bu­ra­day­sa ben ne­re­de­yim?
Ben bu­ra­day­sam san­dık ne­re­de?
Ho­ca­nın ku­lak­la­rı­nı çın­la­ta­cak­lar.
Ki­mi “Ben za­ten ine­cek­tim” di­ye­cek.
Ki­mi “Ben kı­ra­ta ters bin­miş­tim” di­ye­cek.
Ki­mi “Ka­zan öl­dü” di­ye­cek.
Ki­mi “Ba­na ne” di­ye­cek.
Ki­mi “Sa­na ne” di­ye­cek.
“Mil­let ne de­mek is­te­di?” baş­lık­lı kö­şe ya­zı­la­rı sö­kün ede­cek.
Kim pla­ja git­miş, kim git­me­miş çe­te­le­si tu­tu­la­cak.
Şim­di­ler­de mi­ting­le­re gel­sin­ler di­ye ön­le­rin­de on pe­ren­de atı­lan mil­le­te “Yuh ca­hil­ler!” de­ni­le­cek.
Aziz Ne­sin ne ka­dar hak­lıy­mış mu­hab­bet­le­ri­ne gi­ri­le­cek.
“Se­çim ip­tal edil­sin” tar­tış­ma­la­rı baş­la­ya­cak.
“Say­mey­yoz, ye­ni se­çim is­tey­yoz”cu­lar tü­re­ye­cek.
“Bi­zim 150, si­zin 350’ni­zi dö­ver” ter­bi­ye­siz­li­ği ya­pı­la­cak.
“Be­ni mil­li şef ya­pın, se­çim­le­ri top­tan kal­dı­rın” di­yen ola­cak.
“Si­zin gi­bi­ler bu­nu as­la an­la­ya­maz” ce­va­bı­nı alan­lar ne­yi an­la­ma­dık­la­rı­nı yi­ne an­la­ma­ya­cak­lar.
“An­la­ya­mı­yo­ruz ama ke­se­bi­li­riz” di­ye or­ta­ya çı­ka­cak­lar.
 
SA­ZAN İLE HAM­Sİ
İş­te on­la­rın to­pu için an­la­ya­ma­ya­cak­la­rı bir hi­ka­ye da­ha ik­ti­bas edi­yo­rum kö­şe­me.
Bu­nu da bü­yük kö­şe ya­za­rı Sn. Öz­kök’e it­haf edi­yo­rum.
“Bir ba­lık­çı tez­ga­hı­nın mer­me­rin­de buz­lar üze­rin­de ya­tan bir sa­zan, ya­nın­da­ki ham­si­ye so­rar:
‘Ar­ka­daş çok me­rak et­tim, epey­dir bu­ra­da yan ya­na­yız, sen sağ­cı mı­sın, sol­cu mu­sun?
Ya­ni sa­ğa doğ­ru mu yüz­me­yi se­ver­sin su­da?
Yok­sa so­la doğ­ru mu?’
Ham­si ce­vap ve­rir: ‘Su­da ol­sak söy­le­ye­bi­li­rim de. Ama de­ği­liz. Ve ben ön­ce­lik­le su­da yüz­me­yi se­ve­rim.’
Sa­zan şaş­kın­lık­la göz­le­ri­ni da­ha da açar: ‘Çok il­ginç bir si­ya­si du­ruş. Ya­ni bir si­ya­si gö­rü­şün yok, öy­le mi?’
Ham­si ce­vap ve­rir: ‘Be­nim şu an­da si­ya­si gö­rü­şüm ba­sit: Su yok­sa, ne ka­dar kuy­ruk sal­lar­san sal­la, ne ta­ra­fa sal­lar­san sal­la, hiç­bir ye­re gi­de­mez­sin. Ama çok me­rak edi­yor­san şu an­da sa­ğa doğ­ru çır­pı­nı­yo­rum.’
Sa­zan ra­hat­la­mış­tır: ‘De­mek sağ­cı­sın.’
Ham­si ce­vap ve­rir: ‘Val­la öy­le is­ti­yor­san öy­le ol­sun; ama işin as­lı, şu sağ ta­raf­ta aşa­ğı­da bir ko­va su du­ru­yor da, bir umut, şu­ra­dan ka­yı­ve­rip içi­ne dü­şe­bi­lir mi­yim di­ye de­be­le­ni­yo­rum.’
Sa­zan ön­ce te­red­düt eder, ama son­ra da­ya­na­maz ko­nu­şur: ‘Ar­ka­da­şım yan­lış ya­pı­yor­sun. Su­da de­ği­liz, buz üs­tün­de­yiz ya. Sa­ğa doğ­ru git­mek is­ti­yor­san, so­la doğ­ru çır­pı­na­cak­sın. Buz­da iş­ler bi­raz de­ği­şi­yor. Bir yer­de oku­muş­tum, buz üs­tün­de me­se­la bir ara­ba­yı sa­ğa doğ­ru gö­tür­mek is­ti­yor­san, di­rek­si­yo­nu so­la doğ­ru çe­vir­men ge­re­ki­yor. So­la doğ­ru gö­tür­mek is­ti­yor­san sa­ğa. Kay­gan ze­min­de an­la­ya­ca­ğın iş­ler bi­raz ter­si­ne.’
Ham­si: ‘Su­yu bu yüz­den se­vi­yo­rum ya iş­te. Su­yun için­de böy­le ters­lik­ler hiç ol­mu­yor. Şim­di be­nim de ka­fam al­lak bul­lak ol­du. So­nun­da ben de me­rak et­tim be kar­de­şim. Sen sağ­cı mı­sın, sol­cu mu?’
Sa­zan, ‘Ben la­ik, Cum­hu­ri­yet­çi ve sol­cu­yum.’
Ham­si, ‘Na­sıl ya­ni?’
Sa­zan, ‘Ya­ni, ben ba­lık­çı­yı su­dan da­ha çok se­ve­rim. Be­ni su­da baş­ka bir ba­lık mi­de­ye in­di­re­ce­ği­ne, bir in­san mi­de­ye in­dir­sin is­te­rim. İn­san­la­ra zaa­fım var. Özel­lik­le bi­zim ba­lık­çı­ya. Bak o be­ni kim­se­ye sat­maz, ken­di yer, gö­rü­r­sün.
Hiç ol­maz­sa be­ni ki­min yi­ye­ce­ği­ni bi­li­yo­rum. Ay­rı­ca, su­yun için­de han­gi ba­lı­ğın ne­re­ye gi­de­ce­ği, ne­re­den ge­le­ce­ği bel­li ol­mu­yor. Bu­ra­da öy­le mi? Bak he­pi­miz omuz omu­za­yız.’
Ham­si: ‘Val­la ka­fa­mı iyi­ce ka­rış­tır­dın, ama ben yi­ne de su­yu is­ti­yo­rum.’”
Bu saç­ma sa­pan ya­zı­yı 2007’nin 24 Ha­zi­ran’ın­da Gök­han Öz­gün yaz­mış Ra­di­kal’de­ki kö­şe­sin­de.
Tav­si­yem 2007 Tem­muz’unun 24’ün­de tek­rar oku­ma­nız ola­cak.
Hâ­lâ saç­ma di­yen­le­re bu se­fer ben bir yuh çe­ke­ce­ğim.
Şim­di­lik Gök­han Öz­gün’e say­gı­lar su­nu­yo­rum.
 
SON SÖZ
Sa­zan her za­man sa­zan­dır.

Paylaş Tavsiye Et