Az önce aynaya baktım da, aman nazar değmesin diye geçirdim içimden.
Ama çoktan kendi nazarım kendime değmişti bile.
Harika bir görüntüydü karşımdaki.
Şakaklarımda hafif kırlaşmış saçlar.
Geniş bir alın, küçük kulaklar.
Köşeli, karakterli bir çene.
Bu kadar mı olur dedirtecek bir tebessüm.
Tertemiz bir çehre.
Duruşlarını ifade etmekte kalemimin aciz kaldığı kalem gibi, yay gibi, şaha kalkmış tay gibi kaşlar.
Ve o kaşların altındaki o gözler.
Hele o gözler!
Kendi nazarımın kendi nazarıma değdiği o gözler.
O gözlerimden neler fışkırıyor öyle;
Zeka.
Akıl.
Anlayış.
Çokbilmişlik.
Hazır cevaplık.
Entelektüellik.
Derinlik.
Sevimlilik.
Ağırbaşlılık.
Bilgiçlik.
Bilim adamlığı.
Gazetecilik.
Zenginlik.
Ben bir taneyimcilik.
Ve hepsinin toplamı o eda.
Ah o eda!
Bütünün parçaların toplamından daha fazlası olduğuna başka delil isteyenlere şaşarım.
Sadece çehrem filozofların yüzyıllardır tartıştığı meselenin elle tutulur, gözle görünür, istenilirse öpülür cevabı.
Daha neler diye düşünebilirsiniz.
Bu ne megalomani diyebilirsiniz.
‘Bir taneyimcilik’ ifadesine burun kıvırabilirsiniz.
Türk diline ‘yaz ayı haz ayı’ atasözünü hediye etmiştim.
Bu da yeni hediyem olsun.
Kavramım Türk diline armağan olsun!
Biliyorum biraz heyecanlı ifadeler oldu.
FAUST
Şundan;
Klavyenin başına oturmadan önce lavaboya gidip gelmiştim.
Kendimi aynada seyrederken aklıma Goethe geldi.
Goethe deyince sizin aklınıza ilk ne gelir, bilmiyorum.
Bir hayli okur-yazar olduğumdan benim aklıma Johann Wolfgang von Goethe gelir.
O gelince de meşhur eseri Dr. Faust gelir.
Ruhunu Mefistoya satan adam.
Mefistonun fisko birlikle bir alakası yok.
Yabancı dilde şeytan demektir.
Dr. Faust zeki, akıllı, anlayışlı, çokbilmiş, hazırcevap, entelektüel, derin, sevimli, ağırbaşlı, bilgiç, teoloji ve felsefe yalamış bir bilim adamıdır.
Gazeteci değildir.
Köşesi yoktur.
Hiçbir zaman ne zevkten, ne maddeten dört köşe olmuştur.
Çenesi köşeli mi onu yazmamış Goethe.
Orasını bilmiyorum.
Ama her meseleden anlayan, benim gibi müstesna bir şahsiyettir.
MEFİSTO’NUN TAVSİYESİ
Şeytan ona bir gün gelir ve ‘bırak bu işleri’ der.
‘Yok teoloji, yok felsefe, yok edebiyat, yok sosyoloji oku babam oku.
Ne olacak bunun sonu?’ der.
‘Okuyanların halini görmüyor musun?
Görüyorsan niye yazmıyorsun?
Yazmıyorsan neyi görüyorsun?’ der.
‘Biraz akıllı ol oğlum akıllı’ der.
‘Al benden sana imkan.
Biraz ye, iç, gez, gör, eğlen’ der.
‘Biraz bu alemlere takıl.
Biraz da bu mekanları tanı’ der.
‘Eee, ne demişler;
Dünyada mekan, ahirette kazan’ diye eklemez.
Öyle dese Faust biraz ürkerdi.
‘Yok ben almayayım, kalsın’ diyebilirdi.
Onun için ‘öyle de kazan, böyle de kazan’ der.
Cehennem kazanı ile para kazanmak arasında bir ilişki var mı, onu da bilmiyorum.
Ama kazı kazanda kesin olması lazım.
Lafın kısası binbir köşk, binbir köşe teklif eder.
Allem eder, kallem eder Faust’u kandırır.
Tabi bunları teklif ederken Faust’un karşısında yok kafasında kukuleta, yok elinde asa, yok çatal mı çatal dilli, yok kırmızı mı kırmızı bir yaratık yoktur.
‘Ben olsaydım ruhumu asla satmazdım’ diye hiç düşünmeden cevap verenler pazarlığı pis kokulu, korkunç, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir zebani ile yapacaklarını sanıyor olmalılar.
Peşin cevaplarının korkuları olduğunu söyleyebilirim.
ŞEYTANIN AVUKATI
‘Şeytanın Avukatı’ filmini seyredenler bilirler.
Konu üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Şeytan New York’ta büyük bir şirket yöneticisi olarak gözükmektedir.
Muhteşem bir plazada ikamet etmektedir.
Sıradan biri görünümlüdür.
Beraber çalışmayı teklif ettiği avukat mesleğini yani her zaman yaptığı şeyi yapmaya devam edecektir.
Ama patronunun ve yakın çevresinin davalarına bakacaktır.
Yeteneğini onun için kullanacaktır.
Muhteşem bir işyeri, mükemmel bir evi ve bol parası olacaktır.
Şeytan’ın esas vaadi ise bütün bunların toplamından daha fazlası olan ‘güç’tür.
Şeytan deyince tüyleriniz diken diken oluyor, biliyorum.
‘Patron’un vaadi’ diye değiştireyim.
İtiraf ediyorum;
bana bu teklif yapılsa bir dakika durmam.
Aynı işimi yapmaya devam edeceğim, soran olursa da ‘ne var ki bunda, ben zaten aynı işi yapıyordum’ diyeceğim.
Daha ne!
Böyle bir teklifle karşılaşsanız çoğunuzun da karşı çıkacağınızı sanmam.
Neden?
Cevabı basit.
HANGİMİZ YAPMIYORUZ
Hanginiz aynaya baktığınızda kendiniz için ‘aman nazar değmesin!’ demiyorsunuz.
Zekisiniz, akıllısınız vs, vs…
Parmaklarınızla saçlarınızı geriye atarken hanginiz ‘ben biriciğim’ diye iç geçirmiyorsunuz.
Hem nazar değmesin deyin, hem de bütün nazarlar üstünüzde olsun diye saçlarınızı tarayın.
Bütün nazarlar beni tarasın diye giyinin, kuşanın.
Bütün nazarlar beni tanısın diye konuşun.
Bütün nazarlar beni dikkate alsın diye yazın.
Bütün nazarlar beni izlesin diye program yapın.
Bütün nazarlar bana oy versin diye siyasete girin.
Sonra da aman nazar değmesin deyin.
İki yüzlülüğün dikalası.
Nazar değmesin duası gerçekleşseydi ortada ne televizyon olurdu, ne bilim insanları, ne mankenler, ne de siyasetçiler.
Biz ‘yabancı nazarlardan korunmak için söylüyoruz’ diyorsanız o da yalan.
En kaale almadıklarımız çoğunlukla en yakınlarımızdır.
Yaptıklarımızın çoğunu yabancı nazarlar için yaparız.
Yakınlarımız zaten yakınımızda.
Kahrımızı öyle de çekerler, böyle de çekerler.
Hanımların en az beyleri için süslendiklerini herkes bilir.
Hocaların en az zaman ayırdıkları talebeleri kendi çocuklarıdır.
Kocaların en az zaman ayırdıkları kendi hanım ve evlatlarıdır.
PAPA
Yeni papa da teoloji yutmuş, felsefe yalamış, zeki, akıllı, entelektüel üstelik inançlı biri.
Matematikten de anlıyor.
Her halinden belli.
Böyle din adamı olsun ciğerimi yesin.
Kaç yüzyıllık metinden alıntı yapmayı biliyor.
Üstelik kaynağın başka bir mezhepten olmasına aldırış etmiyor.
O kadar hoşgörülü yani.
Matematikten anladığı nereden belli diyeceksiniz.
1=1
Bu mudur yani?
Bunu ilkokuldaki çocuk bile anlar.
Demek ki bu matematik değil, çünkü basit.
Basit olan bir şey için akla ihtiyaç yok ki zaten.
1+1+1=1
İşte size matematik.
Bunu anlamak için de akla çok ihtiyaç var.
Hakikaten bak, gerçekten söylüyorum.
SON SÖZ
Papa dediğin de demokrat olmamalı.
Kodu mu oturtmalı.
Paylaş
Tavsiye Et