Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Irak’ta “küçük krallıklar”
Mete Çubukçu
IRAK’TA Ocak ayı sonunda düzenlenen yerel seçimler, işgal altındaki ülkede yeni bir aşamaya işaret ediyor. Irak Kürdistan’ı sınırlarındaki üç vilayet ile konumu tartışmalı Kerkük dışındaki on dört vilayette gerçekleştirilen yerel seçimler, 2005’teki seçimlerle karşılaştırıldığında, geçen süre içinde ülkedeki koşulların kısmen değiştiği söylenebilir. Bu değişikliğin başında da güvenlik sorunu geliyor.
2007’nin ilk aylarında General David Petreaus’un hayata geçirdiği “surge /çıkış” stratejisi çerçevesinde silahlandırılan ve maaşa bağlanan Sünni aşiretler, orta Irak’ta el-Kaide benzeri radikal unsurlara büyük darbe vurdu. “Uyanış Hareketi” adı altında toplanan bu aşiretlerin radikal unsurlara karşı mücadelesinin en önemli gerekçesi, Irak’ın siyasi temsil mekanizmalarından uzaklaştırılmaları tehlikesiydi. 2005 seçimlerini boykot eden Sünniler, bu kez büyük oranda sandığa da gittiler. Aradan geçen dört yılda ülkedeki güvenlik sorunu, daha önce karışık yaşamların sürdüğü bölgelerin tek renge bürünmesi pahasına bir ölçüde aşıldı. Her bölge etnik ve mezhep temelinde ayrıştı; Şiiler, Sünniler ve Kürtler bölgelerine kapandı. Güvenlik açısından olumlu gibi görünen bu gelişme, Irak’ta etnik ve mezhebî açıdan herkesin kendi sınırlarına çekilmesi şeklinde yorumlanabilir. Bu ise işgalin başından itibaren tartışılan, anayasal olmasa bile fiilî anlamda üç bölgeli Irak’ın tescili anlamına geliyor.
 
Şii Koalisyonu Dağıldı
2005’te güneyde Şii, kuzeyde Kürt ağırlıklı olarak şekillenen yapı, 2009’da orta bölgede de Sünni olarak tescil edildi. 2005’teki seçimlerde %58 civarında olan katılımın 2009’da %51 olarak geçekleşmesi; Kürt bölgesindeki üç vilayet ile Kerkük’ün seçim dışı bırakılması, işgal boyunca ülkeyi terk etmek zorunda kalan ve çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu 2 milyon kişinin oy kullanamaması ve ülkeye dönenlerin de kayıtlı olmadıkları gerekçesiyle sandığa gidememelerine bağlanabilir.
Yerel seçimlere katılanlar arasında, Başbakan Nuri el-Maliki’nin Hukuk Devleti Grubu (Şii), Abdulaziz el-Hekim’in Mihrap Şehitleri (Şii), Mukteda es-Sadr’ın Bağımsızlar Hareketi Grubu (Şii), el-Yakubi’nin Fazilet Partisi (Şii), İbrahim Caferi’nin Reformcu Akımı (Şii), Adnan Duleymi ve Tarık el-Haşimi’nin Uzlaşma Cephesi (Sünni), Salih Mutlak’ın Irak Ulusal Projesi (Sünni) ve İyad Allavi’nin el-Irakiye Koalisyonu (Laik) öne çıkıyor. Seçimlerin en önemli sonucu ise Başbakan Maliki’nin liderliğindeki Hukuk Devleti Grubu’nun, diğer Şii ve Sünni oluşumların önüne geçerek dokuz vilayette yarışı önde bitirmesi. Irak İslam Yüksek Devrim Konseyi ile Sadr grubu gibi önemli Şii parti ve koalisyonların geride kalmasının; Şiilerin ortak hareket etmemeleri ve en yüksek dinî merci olan Ayetullah Sistani’nin de seçimlerden uzak durmasından kaynaklandığı söylenebilir. Bu sonuç, Şiilerin birlikte hareket etmedikleri takdirde Sünniler karşısında güç kaybettiklerine işaret ediyor. Tabii ki bu gelişmenin bir alt okuması olarak, Maliki hükümetinin güvenliği kısmen kontrol altına almasından, Irak halkının terörden bıkmasından ve Irak toplumuna içkin “milliyetçiliğin” etkisinden de söz edilebilir.
 
Maliki’nin Taktik Adımı
Başbakan Maliki’nin bu çıkışı, (el-Hekim grubu İran ile daha yakın işbirliği içinde olduğundan) “Irak Şiilerinin İran’a mesafe koyması” şeklinde yorumlanabilir. Fakat bunun bir taktik adım olduğu ve İran’dan tamamen uzaklaşmak anlamına gelmeyeceğini söyleyenler de mevcut. Çünkü İran’ın, Irak’ın güney ve kuzeyinde açık/gizli etkisi olan ülkelerin başında geldiği biliniyor. Yine de son kertede Arap Şiiliği ile Fars Şiiliği birçok noktada farklılaşıyor. Irak Şiiliğinde Arap milliyetçiği her zaman etkindir; örneğin Sadr grubu bunun en güçlü temsilcilerindendir. Bu yüzden 2009 yerel seçimlerinde mezhepçilik dışında (Sünnileri de düşünürsek) milliyetçiliğin de öne çıktığı söylenebilir.
Bu arada ABD ile Irak arasında Kasım 2008’de imzalanan Güçlerin Statüsü Anlaşması (SOFA) ve Irak’taki iç çatışmanın azalması da Maliki’ye oy kazandırdı. İç çatışmanın bulunmadığı bölgelerde bile yerel yönetimlerin başarısız olması ve Maliki’nin de üyesi olduğu Dava Partisi’nin iktidar imkanlarını seçim kozu olarak kullanması da sonucu etkiledi.
 
Sünnilerin Gücü Tescillendi
El-Anbar, Ninova Diyala gibi merkez Irak’taki bölgelerde, Sünniler farklı partilerle de olsa hâkimiyetlerini tescil ettiler. Eski Baasçıların güçlerini hâlâ belli oranda koruduğu bu bölgedeki vilayetlerde Sünniler ilk sıraları alırken Şiilere neredeyse oy çıkmadı. Önemli merkezlerden Musul’da Iraklı Kürtler oylarını korumakla birlikte kentin Sünni kimliği öne çıktı ve işgalin başından beri Musul’u da Irak Kürdistan’ı içinde görmek niyetinde olan Kürt yönetiminin bu isteğini artık sürdüremeyeceği anlaşıldı.
Sünnilerin %10 oy alabildikleri Bağdat’ta ise başarısız oldukları ve Bağdat’ın bir Şii şehrine dönüştüğü söylenebilir. Bunun sebepleri arasıda mültecilere oy hakkı verilmesi konusundaki uygulama başta geliyor. Bağdat’tan göç edenlerin yaklaşık %60’ının Sünni olduğu belirtiliyor. Seküler Sünnilerin Selahaddin eyaletinde ikinci grup konumuna gelmesi, bu kimliğin güçlendiği anlamına gelmese de, küçük de olsa varlığını koruduğunu gösteriyor.
Seçimlerin hemen ardından Irak ordusuna bağlı iki tümenin Musul’dan Kürt bölgesi sınırına doğru kaydırılması ise Kürtlerin tepkisini çekti. Bu da Irak’ta güvenlik anlayışının ne kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Çünkü bugün Irak ordusu dediğimiz yapı, aslında her bölgede etnik ve mezhebî olarak farklılaşıyor. Orduda hâlâ Iraklılık kimliği değil etnik ve mezhebî ayrımlar söz konusu. Orta bölgedeki ordu Sünnilerden, güneydeki Şiilerden oluşurken, Kürt bölgesinin denetimi ise Peşmergelerin elinde.
 
Kürtler Kaygılı
Sandıktan Maliki’nin birinci olarak çıkması, Kürtler açısından merkezî hükümetin güçlenmesi ve federalizmin tehdit altına girmesi şeklinde yorumlandı. Ancak Şiilerin de gevşek bir federalizmden yana olduğu, buna en büyük muhalefetin Sünnilerden geldiği unutulmamalı. Sünnilerin bu kaygıları ise özellikle petrol gelirlerinin paylaşımı konusundaki güvensizlikten kaynaklanıyor. Ama gelinen noktada Irak için ideal olan; maliye, petrol gelirleri, petrol çıkarılması, dış politika, sınırların korunması gibi belli konularda güçlü bir merkeziyetçiliğin, federal yönetimlere ise geniş bir esnekliğin sağlandığı bir yapılanma.
Hem tarihsel arka plan hem de işgal süresince yaşananlardan dolayı Araplar ile Kürtler arasında karşılıklı gerilim, düşmanlık, hatta intikam hisleri hâlâ mevcut. Özellikle Kürtlerin işgali başından bu yana kayıtsız şartsız ve eleştirisiz desteklemeleri bu düşmanlığı artırdı. Kürtlere yönelik geçmişteki baskı politikaları ve katliamlar ile Sünnilerin tarihsel olarak yönetim erkinden uzaklaşıp güç kaybetmeleri, bu düşmanlığın nedenleri arasında sayılabilir. Kürtlerin de Irak’ın Arap kimliğinden ayrılmak, en azından uzak durmak istedikleri biliniyor.
Bu noktada ABD ordusunun 2011’de ülkeden ayrılacak olmasından kaygılanan Kürtler, Araplara güvenmediklerini gizli ya da açık ifade ediyorlar. Fakat Kürtler ABD’nin işgalin başından bu yana tanıdığı “iyi niyet” marjının sonuna geldiğinin ve Kerkük meselesinde Kürt görüşlerine mesafe koyduğunun da farkında. Çünkü ABD Irak’ın sadece Kürtlerden oluşmadığını, uzun yıllar sürecek “Irak projesi”ne sadece Kürtlerin ipotek koyamayacağını biliyor. Seçimin kesin kaybedenleri ise Türkmenler. Zira Kerkük seçim dışı tutulmasına rağmen Türkmenler hiçbir bölgede yerel anlamda tek başlarına başarı sağlayamadılar.
 
Küçük “Diktatörlükler”
Irak’ta altı yıldır süren işgale üç seçim sığdırıldı. Bu yıl içinde bir seçim daha gerçekleşecek. Bunda da katılım ve güvenlik olumlu bir rota çizerse, demokratikleşmenin sacayaklarından biri olan seçimlerin başarıyla gerçekleştirildiği söylenebilir. Ancak bu Irak’taki Amerikan projesinin başarıya ulaştığı anlamına gelmez; çünkü işgal boyunca Irak’ta yaşananlar siyasi, insani ve hukuki açıdan kabul edilemez. Irak tüm bu sınavlardan yarı ya da tam başarı ile çıksa dahi, yaşananlar Irak halkının on yıllarca altından kalkamayacağı bir maddi ve psikolojik yük bıraktı. Eğer seçimlerin görece başarısını işgalin haklılığı yönünde yorumlarsak büyük yanlışa düşeriz; zira demokratikleşmenin başka yolları mutlaka olmalı. Irak’ta bir diktatör devreden çıktı; ama etnik ve mezhebî küçük diktatörlükler inşa edildi. Seçim sonuçları da bu minik diktatörlüklerin tescili. Bu küçük diktatörlükler, Irak’ın ne kadar demokratikleşebileceğini belirleyecek. Sonuçta demokrasi bir zaman, kültür, karşılıklı anlayış ve kabullenme meselesidir. Irak’ın önünde ise bu sonuç için alınacak uzun bir yol var.

Paylaş Tavsiye Et