Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Ekonomi
Krizde “ikinci dip” mi?
İbrahim Öztürk
HIRİSTİYAN inancına göre Hz. İsa’nın peşinen insanlığın günahlarına kefaret olarak acı çekmesinin verdiği “rahatlığın”, neoliberal paradigmaya iman edenlerin zihin kodlarına da bir virüs gibi yerleştiği anlaşılıyor. Zira kriz ortaya çıktığından bu yana, saf piyasa ekonomisine inananların ardı arkası kesilmeyen “günah çıkartma”larını başka türlü izah etmek zor. Bunların başında eski ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan geliyor. Kutsal ineği olan piyasaya dokunursa çarpılacağından koktuğu için kriz balonunun şişmesini uzun süre bekledi. Zira Greenspan’e göre “Nasıl olsa bir aşamada sıfır sürtünme katsayısıyla çalışan bu piyasa denen makine, işleri toparlar. Müdahale edilirse hastaya zarar verilir.”
Derken hasta, sabahı beklemeden öldü. Günah çıkartıp uyanıklık yapanlar, bir kez daha “çok pardon” deyip kriz ortamında dünyayı velveleye verdiler. Krize göz yumanlar yerlerinde kaldılar. Suçlular “batırılamayacak kadar büyük” ilan edilip kurtarıldılar, cezasını ise krize hiç dahli olmayan zavallı sabit gelirli emekçiler ödediler.
Tablo 1 ve 2’de görüleceği üzere, nefes nefese alınan kamusal tedbirlerle, geldiğimiz aşamada ekonomilerde bir toparlanma belirginleşiyor. 2008’in son çeyreğinde yaşanan küçülme, 2009’un ilk çeyreğinde dip yaptıktan sonra hemen hemen her yerde toparlanma başladı. Nihayet en son açıklanan 2009 yılı üçüncü çeyrek verilerine göre ise krizden sonraki en iyi noktadayız. Tabii toparlanmanın istihdama yansıması belli bir zaman alacak. Keza bozulan mali dengelerin toparlanması da bir hayli zor olacak. Ayrıca “kurtarma”nın da bir bedeli olacak. Şu sıralar dünya sisteminin jandarmaları bu yeni bedeli kime, nasıl ve hangi takvime göre ödeteceklerini düşünüyorlar.
Ekonomi büyümeye başladığına ve büyüme birçok ayıbı kapatacağına göre, hangi bedelden bahsediyoruz? Tabii ki artacak vergilerden, basılan paralar ve artan emtia fiyatlarının yaratacağı enflasyon baskısından ve dolarda meydan gelen düşüşler nedeniyle tetiklenen balon ekonomisinin bir kez daha patlamasından.
BM Ticaret ve Kalkınma Örgütü (UNCTAD)’nün kriz raporu önemli tespitlere yer veriyor. Bunlardan birine göre, “İnsan aç gözlü, hırslı ve kısa vadecidir. Uzaktaki ödüle değil, yakındaki küçük aldatmacaya daha çok tav olur.” Peki bunu nereden biliyoruz? İnsanın kadim hikayesinden, kutsal metinlerden ve 20. yüzyılda yaşadığımız onlarca taptaze örneklerinden. Öyleyse bundan sonra ne yapmalı? “Bütün iktisat modelleri insanın bu boyutunu dikkate almalı. İnsanın mutluluk arayışı, bu kadar pervasızca kendine zarar veren insana bırakılmamalı.” Bebekler ellerini gözüne sokmasın, suratlarını tırmalamasın diye ellerine eldiven takılır. İnsan da böyle işte! “Bir denetleyen ve gözetleyen el, bir terbiye gerekir.” İşte krizden beri “görünmez el” efsanesinden “görünür el”in gerçekliğine avdet ediliyor.
Ancak laf bol, aksiyon hemen hemen hiç yok. Böyle bir ortamda acaba büyümenin somutlaşmasına mı sevinelim, yoksa bir kez daha bizi aynı acılara taşıyacak olan balon ekonomisinin tekrar şişirilmesine mi üzülelim? Tablo 2’de görüldüğü üzere bu yılın başına göre birçok emtia fiyatında çok büyük artışlar meydana geldi.
Tam da “krizde ikinci dip” endişesini dile getirenlerin, son gelen olumlu büyüme verilerinin ardından bu görüşlerini olumlu yönde revize ettikleri bir ortamda, aniden yeni bir kriz dalgası tartışmasının başlamasının nedeni de bu. Reformların aksatılması, zaruretlere binaen takip edilen olağanüstü düşük faiz politikası, doların tepetaklak değer kaybetmesi ve nihayet “carry trade/kullan getir” aracılığı ile bütün alternatif yatırım araçlarının büyük bir hızla şişmesi, bu balonun kaçınılmaz olarak yeni bir krize gebe olduğunu ortaya koyuyor.
Kriz dedikoduları haklı korkuların yanında, hükümetleri destekleri devam ettirmeye zorlamayı amaçlayan istismara dayalı söylentileri de içeriyor. Yani haklı endişeler ile istismar arayışları iç içe geçmiş durumda. Nitekim Kasım ayı ortalarındaki G-20 açıklamasında “Hükümetlerin destekleri erken geri çekmemesi” yönünde bir karar çıkıverdi.
Türkiye’de de durum aynı. Orta Vadeli Program ve ardından da 2010 yılı bütçesi açıklandı. Böylece krizden çıkışta takip edilecek yol açıklanmış oldu. Burada artık vergi teşvikleri vs. yok. Dahası IMF de bu programın zorunlu bir parçası olarak durmuyor. Öte yandan Merkez Bankası (MB)’nın faiz indiriminde yolun sonuna geldiği varsayımına göre, elindeki devlet kağıtlarının değer kaybedeceğini düşünen bankalar da artık tedirgin. Krizden beri menkul değerler cüzdanını büyük oranda devlet kağıtlarına kaydıran ve böylece kriz dönemini fırsata çevirmeyi başaran bankalar, şimdi hem piyasaların sıkışmış olmasından dolayı kredi vermekte zorluk çekeceklerini hem de artık ellerindeki kağıtların değer kaybedeceğini düşünerek hükümeti yeni hareketlere zorluyorlar.
Bu nedenle “IMF ile anlaş, yeni kaynak girsin ve faizler düşmeye devam edebilsin” görüşü pazarlanmaya başlandı. Faizler bir anda %9 bandına fırladı. Dolar 1,5 TL’yi zorladı. Borsa 45 bandına doğru çekildi. Bir başka ifade ile “içeridekiler”, operasyonda dışa eklemlendiler. Neyse ki hem MB hem de Hazine resti gördü. MB, 2001 krizinde satın aldığı ve elinde bulundurduğu vadesi dolan tahvillerin yerine yeniden tahvil biriktirme sürecine girebileceğini açıkladı. Bunun anlamı faiz indirimine doğrudan olmasa da dolaylı yoldan destek vereceğidir.
İkinci okuma şekli de şu: Evet, gerçekten ikinci bir dip endişesini haklı çıkartan hususlar var. Reel ekonomide bir düzelme olmadığı halde dünyada varlık fiyatları şişti. Borsalar çıldırdı. Petrolün varili 80 doları buldu. Uzun vadeli kontratlar ise 100 doları gösteriyor. Altın dâhil tüm emtia fiyatları rekor kırıyor. Bu gelişmede iki husus etkili oluyor. Biri her zamanki gibi küresel finans eşkıyalarının spekülatif saldırıları. Obama ve G-20 bolca laf üretiyor; ancak “eski yanlışlara bir daha mahal verilmeyeceği” konusunda ikna edici hiçbir adım atılmadı. İkinci neden de “hasta adam” ABD için artık mızrak çuvala sığmıyor. Kriz ortamında ülke notları hâlâ “yıldızlı pekiyi” olarak lanse edilse de artık dünya bunu “yemiyor” ve dolardan kaçış engellenemiyor. Aslında bunun ne düşük faizle ne de bu yolla ABD’nin dış açıklarını kapatma çabalarıyla ilgisi var. Sorun galiba geriye döndürülemez bir büyük kırılma ile ilgili.

Paylaş Tavsiye Et