Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Ölümü seviyorlar benim!
İbrahim Zeyd Gerçik
MÜLTECİ; dayanak arayan insan. Dayanaklarından koparılmış insan. Mülteci; yurtsuz, topraksız. Mülteci; anıları yağmalanmış, parçalanmış. Mülteci; istenmeyen, varlığı yadsınan. Mülteci adressiz.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 1951 tarihli Mülteci Konvansiyonu’nun 1. maddesi: “Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu yüzünden geri dönmeye cesareti olmayan ve dönmek istemeyen kişi.”
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2002 verileri: “Dünyada, başka bir ülkede güvenlik arayan ve kendi ülkelerinde yerinden edilmiş yaklaşık elli milyon mülteci bulunuyor. Yerinden edilmiş bu nüfusun yarısı çocuklardan oluşuyor.”
Filistinli: Orta Doğu’da 5 milyon mülteci. Nüfusunun %70’i mülteci olan bir millet. Vatanını yüreğinde yaşatan bir halk. Dünyada vatanını terke zorlanmış her dört mülteciden biri.
Birleşmiş Milletler’in mülteci tanımı Filistin insanını tanımlamakta yetersizdir. O ülkesinden ayrılmamış, koparılmıştır. O geri dönme cesaretini gösterdiği için istenmeyen insandır. O korku ateşinde bütün korkularından arındığı için, korku engelini aştığı için, korkulan insandır. O yüzyılın en uzun işgalini yaşayan insandır. O insanlığın tanıklığı önünde, kameraların karşısında; evleri yıkılan, kolları kırılan, öldürülen, buna rağmen unutuluşun girdabına terk edilen insandır.
1948 yılında İsrail kurulduğunda, birçok Filistinli evlerini terk etmek zorunda kaldı. Çoğu giderken yanına evinin anahtarını da aldı; kısa bir zaman sonra döneceğini düşünerek. Parçalandılar, dağıldılar. Çocukları mülteci kamplarında doğdu. Torunları mülteci kamplarında doğdu. Dünya gözünde soy isimleri yoktu. Soy isimleri mülteci oldu. Elli beş yıl oldu evlerine dönemediler. Evlerin anahtarları çocuklara, onlardan onların çocuklarına miras bırakıldı. Bir özlemin, direnişin sembolü oldu.
Mülteci olarak savaşın içinde doğan çocuklar. Beş milyon Filistinlinin yarıdan fazlası çocuk. Yıllar önce yayınlanan bir BM raporunda, savaşla yüz yüze gelen çocukların dünyasının tanımı: “İçinde hiçbir şeyin muhafaza edilmediği, kutsal sayılmadığı ve korunmadığı bir dünyada yaşanan perişan bir manevi boşluk.”
Sayıların vicdanı yoktur. Sayılar duyguları resmedemez. Milyonların içinden bir’e uzanalım, kelimelere, insana, çocuklara dokunalım.
Adı: Fatıma. Yaşı:10. Doğum Yeri: Mülteci Kampı. Babası hakkında bildiği tek şey; babasının demir parmaklıklar arkasında olduğu. “Babamı görebilecek miyim? Babamı hiç öpmedim.”
Adı: Ahmet. Yaşı: 9. Doğum Yeri: Mülteci Kampı. “Barış istiyorum. Huzur istiyorum. Fakat ne olduklarını bilmiyorum. Ben hiç yaşamadım.”
Adı: İhat. Yaşı: 14. Doğum Yeri: Mülteci Kampı. Sağ elini kullanamıyor. Sağ elinin parmakları İsrailli askerlerin yerleştirdiği bir bubi tuzağında parçalandı.
Adı: Ayşe. Yaşı: 5. Doğum Yeri: Mülteci Kampı. “Evimiz sürekli bombalandı. Ben hep babama sarıldım. Bodrum çok karanlıktı. Evimize girmek istemiyorum. Rüyalarımda evimiz hep bombalanıyor.”
Bir anne. Binlerce mülteci Filistinli anneden biri. Oğlu Muhammed ve kocası Cemal; Netsarim’de, taşlara karşı kurşunların sıkıldığı bir çatışmanın ortasında kaldılar. Bir varilin arkasına saklandılar. Cemal işaretlerle İsrail askerlerine ateşi durdurmalarını anlatmaya çalıştı. Muhammed babasına daha fazla sarıldı. Bir daha evlerine dönemediler ve dünya buna tanıktı.
Adı: Hüseyin. Yaşı: 23. Doğum Yeri: Mülteci Kampı. Yabancı bir ülkede, ailesinin zor şartlarda gönderdiği parayla üniversitede eğitim görüyor. “Hiçbir şeye inanmıyorum. Elli senedir savaşıyoruz, kimse bize yardımcı olmadı. İki yüzyıl önce yaşamış insanlar gibiyiz kampta. Çocuklar doğduktan sonra sokaklarda oynuyorlar; onlara bakacak kimse yok. Annesi kendi dertleriyle uğraşıyor, babası bir iş bulup çalışmaya çabalıyor. Savaş altındayken doğan bir çocuk nasıl bir kültür alabilir? Çocukluğumuzu yaşamadık hiç. Hep savaşın içindeydik. Savaş oyunu oynuyorduk o kadar. Çocuklar gibi yaşamak istemez miydim? Görüyorum televizyonda çocuklar oynarken, ama sinir oluyorum. Neden? Çünkü ben çocukluğumu yaşamadım. Çocukluğumu yaşatmayan kim? Sorumlu olan kim? Bir tek Şaron değil, İsrailliler değil; bütün dünya sorumludur!...”
Mülteci, medeniyet kuruculuğu durdurulmuş insan. Yabancı bir medeniyetin toprağında önünde iki seçenek vardır. Asimile olmak yada medeniyet düşünü sürekli yüreğinde mayalamak. Medeniyet ait olmaktır. Kendi varlığını toprakta somutlaştırmaktır. Mülteci, toprağından koparılmıştır. Yabancı bir toprakta istenmeyen biridir. Ötekidir. Bulunduğu yerin kimliğini seçip asimile olsa da tedirginlik duyulan biridir. Bu nedenle o, kök salamaz. Varlığıyla beraber taşıyabileceği alanlara yönelir. Evrensel nitelikleri taşıyan meslekleri öğrenmeye çalışır. Tıbba ve mühendisliğe kaymasının nedeni budur. Varlığı ile birlikte taşıyabileceği, kendine tutunmasını sağlayacak tek gerçek bilgidir. Kendisine yabancı bir ülkede mülteci, kendi omuzlarına tırmanarak yükselen insandır.
Kendi benzerlerinin topraklarına sığınan mülteci, benzerliklerin dilinde yeniden güvenini inşa etmeye çalışır. Aynı dili konuşmak, aynı dinden olmak onu belirsizlikten, şüpheden ve zihinsel bir çatışmadan kurtarır. Benzerlikler ona güven verir. Yaşama isteğini kuvvetlendirir. Aidiyet ve bağlılık geliştirmesine imkan sağlar. Ortak semboller ona tanımlanmış bir dünya sunar. Eğer sığındığı komşusu yaşadığı engelleri kaldırmada yardımcı oluyorsa kaldığı yerlere kök salmaya başlar. Kendi varlığını sonsuzluğa adamaya başlar. Medeniyetinin bir parçası olabilir. Kendi emeğini, geleceğini kurmak için adayabilir.
Kuşatılmış topraklarda yaşayan, kamplara sürgün edilen mültecinin varlığı sürekli yadsınır; ona önemsiz bir varlık olduğu hissettirilir. Yaşama isteği sürekli engellenir. Eğitim hakkı yoktur; hastalandığında ölüm ikram edilir ona. Gazze’den Batı Şeria’ya gidebilmesi için önce Mısır’a sonra da Ürdün’e gitmesi gerekir. İş yoktur. Eğer bulursa en düşük ücretle çalıştırılır. İşe giderken defalarca yere yatırılır, üstü aranır, tartaklanır. Geçmişindeki anılarla, yaşadıkları, zihninde parçalanma ve çatışmayı doğurur. Kendi vatanında esirdir. Dikenli tellerle çevrili bir alanda güneşin doğuşunu izler. Acizliği öğrenir. İçine kapanır. Tek amacı yaşamını devam ettirebilmektir.
Mülteci kamplarında doğanlar özgürlüğü yaşamamışlardır. Güveni bilmezler, çünkü güvenli bir ortamda yaşamamışlardır. Sürekli sıkıştırılmışlardır. Öfke sürekli içlerine kıvrılmıştır. Sıkıştırılan her varlık kendi içinde basınç oluşturur. Basıncın son noktası patlamadır. Onlar sürekli korkutulmuşlardır. Korkunun uç noktası ise ölüm korkusudur. Bir sabah tank sesleri ile uyanmış, bir sabah babalarını bir daha görememişlerdir. Kardeşleri gözleri önünde öldürülmüştür. Yaşama tutunacakları her şey ellerinden alınmıştır. Sevgiyi yaşamalarına izin verilmemekte, tek seçenek olarak önlerine öfke ve nefret sürülmektedir. Yaşamlarının bir değeri olmadığını öğrenirler. Birileri onların sadece ölüsünü seviyordur.
Sıkıştırılan varlık iki psikolojiden birini yaşar. Korku içinde boğulmak ya da ölümü pahasına kendisini sıkıştıran varlığın üzerine yürümek. Korku sınırının aşıldığı noktada korku büyük bir güce dönüşür. Eğer gelecek belirsiz ise, sadece geçmiş değil gelecek de çalınmışsa, eğer yaşamak, yaşamı değerli kılmıyorsa, yaşamı değerli kılmak için insanlar kendilerinden geçmeyi göze alırlar.
Ölümden korkmayan bir insanı, ölüme bağışıklık kazanmış bir insanı neyle korkutabilirsiniz? Eğer insanlara varlığını sonsuza adayacak ölümden başka bir şey bırakılmamışsa. Korku engelinin aşıldığı noktada, hiçbir korku yoktur.
 
Muhammed, / Babasının kucağına sığınmış ürkek bir kuş / Korkuyor göğün cehenneminden: / Koru beni babacığım, yukarda uçuşanlardan / Benim kanatlarım küçük, dayanmaz bu rüzgara / Ve ışıklar kör /
Muhammed, / Eve dönmek istiyor sadece / Bisiklet istemiyor, / İstemiyor yeni bir gömlek / Okul sırasına ulaşmak istiyor sadece / Sarf ve nahiv defterine… / Al beni babacığım, götür evimize / Ödevimi yapayım / Tamamlayayım ömrümü yavaş yavaş / Denizin kıyısında, hurmanın gölgesinde / Daha fazlası değil, daha fazlası değil.”*
 
* Filistinli mülteci şair Mahmud Derviş’in İsrail askerlerinin kurşunlarıyla öldürülen Muhammed’in anısına yazdığı şiirden.

Paylaş Tavsiye Et