Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Ekonomik ilişkilerde Orta Asya açılımı
Barış Şanlı
21. YÜZYILIN dünya siyaset sahnesine, iktisadî unsurların ilk sıralarda yer aldığı bir manzaranın hâkim olduğu söylenebilir. Alt tarafta ülkelerin ekonomileri, en üstte küresel ekonominin, aralarda ise bölgesel ekonomilerin konuşlandığı bir görünüm bu. Bir yanda küreselleşme, diğer yanda bölgeselleşme hareketleri yaşanırken, tek tek ülkeler de iktisaden kalkınma çabasında. Diğer taraftan, gelişmiş ekonomiler de iktisadî ve siyasî nüfuz alanlarını genişletme peşindeler. İşte Orta Asya’nın dünya ile olan ilişkileri ve dünyanın bu bakir alana bakışı da, söz konusu ilişkiler ağından soyutlanamaz. Bu sebeple, duygusal içerikli ilişkiler, artık yerlerini daha rasyonel bir şekle bürünerek ekonomik çıkar ve işbirliğine yönelik stratejilere bırakıyor.
1990’lı yılların başında, bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından Orta Asya ülkeleri ile Türkiye’nin ilişkileri, siyasî alanda olduğu kadar ekonomik alanda da belirgin bir şekilde gelişmeye başlamıştı. “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” söylemi sadece siyasî değil, iktisadî etkinliği de içermekteydi. Başlarda gayet olumlu seyreden ilişkiler zaman içerisinde; ikili siyasi ilişkiler, bölge içi ve bölge üstü mücadeleler, ardından Rusya Krizi, Asya Krizi ve son olarak da Türkiye’de yaşanan krizden etkilendi. Bu nedenlerle Türkiye’nin bölge ile olan ekonomik ilişkileri nispî bir gerileme göstermişse de, gerçekte bir gerilemeden çok, başlardaki duygusal içeriğin etkisini kaybetmeye yüz tuttuğu söylenebilir.
 
İktisadî İlişkilerdeki Temel Saikler
Bölge ile olan tarihî ve kültürel bağlar Cumhuriyetler’in bağımsızlıklarını kazandıkları ilk yıllarda Türkiye’nin yaklaşımındaki temel duygusal içeriği oluşturdu. Hem o ülkelerde yatırımlar yapılıyor, hem de kurumsal ekonomik yapının geliştirilmesine yönelik destekler sağlanıyordu. İktisadî işbirliğinin sağlam bir yapıya bürünmesinde, bölgeye giderek yatırım yapan iş adamlarının katkılarının önemli bir yeri bulunuyor. Türk iş adamları hizmetler ve müteahhitlik alanlarında başarılı yatırımlarda bulundularsa da, imalat sanayii ile ilgili alanlarda yaptıkları küçük ölçekli yatırımlarda aynı başarıyı gösteremediler. Diğer yatırımcılarla kıyaslanırsa, Türk iş adamlarının yatırım sayısı açısından ön sıralarda yer almalarına rağmen, değer açısından daha gerilerde oldukları görülüyor. Ancak, artık Türk özel sektörünün bu ülkelerdeki küçük çaplı ticarî işletme yatırımlarının, yerini üretime dönük büyük yatırım kuruluşlarına bıraktığını da eklemek gerekiyor. Türkiye-Orta Asya ülkeleri iktisadî ilişkilerine Türkiye açısından bakıldığında, üç temel saik dikkat çekmekteydi:
• Bölgenin doğal gaz ve petrol rezervleri açısından zengin oluşu.
• 1990’lardan sonra Türk imalat sanayiindeki gelişmeye paralel olarak ürünlerin ihraç edileceği yeni pazarlar bulma arayışı.
• Bölgenin istihdam imkanları. (Gerek yatırım, gerekse iş yapmak amacıyla bölgeye nüfus akışı gerçekleşti.)
Bu değerlendirmeler bugün için de geçerliliğini koruyor. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye, hem tarihî, dinî, kültürel yakınlıklar, hem de ekonomik zorunluluklar nedeniyle ekonomik ilişkilerini geliştirmek durumunda. Bölge ülkeleri, demir, çelik, çeşitli metaller, bakır gibi hammaddeler ile altın, kömür, platin, sülfür magnezyum, potasyum gibi doğal kaynak ve minerallere; daha da önemlisi petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarına sahipler. Ayrıca bu rezervlere ilişkin üretim potansiyeli de oldukça yüksek. Türkiye ile Türkî Cumhuriyetlerin ekonomileri; üretim yapıları, ihracat potansiyelleri ve ithal etmeye gerek duydukları maddeler bakımından birbirini tamamlayıcı nitelikler arz ediyor.
Sanayisi günden güne gelişen ve kapasitesi her geçen gün artan bir ekonomi durumundaki Türkiye, bu potansiyelini aktif halde tutabilmek için sanayi hammaddelerine ihtiyaç duyuyor. Diğer taraftan, üretilen mamullerin ülke dışına pazarlanması da büyük önem taşıyor. Dolayısıyla, ikili ekonomik ilişkilerde bu karşılıklı çıkar ilişkisi belirleyici konumda bulunuyor. Zaten, bölge ülkeleri ile yapılan ticaretin genel içeriği de bunu net bir şekilde göz önüne seriyor.
Karşılıklı ticarî ilişkilerde 1992-1997 arası dönemde gerçekleşen sürekli artış, 1997 sonrasında nispeten gerilemişti. Bunda, krizlerin etkisi yanında Türkiye’nin önceki dönemlere kıyasla, bölgeyi geri plana itmiş olması da etkiliydi. Ancak son yıllarda, karşılıklı ilişkilerin ve özellikle iktisadî boyutun geliştirilmesine yönelik atılan adımlar meyvelerini vermeye başladı. Ayrıca, Türkiye’nin gündeme getirdiği “İpek Yolu Treni” gibi projeler bu bakımdan önemli bir fırsat olabilir.
Ticarî ilişkilere ek olarak, teknik işbirliği konusunda da Türkiye ile Türkî Cumhuriyetler arasında büyük bir işbirliği potansiyeli bulunuyor. Türkiye, ulaştığı sanayileşme seviyesi yanında, sahip olduğu nitelikli insan gücü, bilgi birikimi, piyasa ekonomisi ve uluslararası alanda kazandığı tecrübeyle, Türkî Cumhuriyetlere çeşitli alanlarda teknik yardımda bulunabilecek durumda. Uluslararası alandaki siyasî ve ekonomik gelişme ve değişimler ile jeoekonomik önemi dolayısıyla bölgeye artan ilgi ve yapılan yatırımlar nedeniyle, Orta Asya ülkelerinin orta vadede ciddi atılımlar gerçekleştireceği ve bu atılımların çevre ülkeleri ve Türkiye’yi etkileyeceği düşünülebilir. Dolayısıyla bu potansiyel, göz ardı edilmemesi gereken bir nitelik taşıyor. Zira, bölge ülkeleri ile işbirliğinin derinleştirilmesi, ekonomik ve siyasî etkinlik kazanmak açısından önemlidir. Bu bakımdan, 1964 yılında Türkiye, İran ve Pakistan’ın öncülüğünde kurulan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı önemli bir araç olarak görülebilir. EİT üyesi ülkelerin denize kapalı Orta Asya Cumhuriyetleri’ne, uluslararası ticaret merkezlerine açılma imkanı sunması 1992 yılında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Afganistan’ın bu oluşuma katılmasını sağlamıştı. EİT çerçevesinde bölgenin, üye ülkeler arasında iktisadî işbirliğini ve karşılıklı bağımlılığı güçlendirecek bir serbest ticarî bölgeye dönüşmesi hem Türkiye’nin etkinliğini artıracak, hem de Çin-Rus bloğuna karşı etkin bir oluşumun ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Kısacası Türkiye, kendisi için ekonomik ve de stratejik öneme sahip bir bölge olan Orta Asya ile karşılıklı, olumlu ve istikrarlı bir ilişki biçimini hayata geçirmek zorunda. Bunun için de, ilk zamanların duygusal ‘abi-kardeş’ söyleminden çok, rasyonel bir tamamlayıcılık ilişkisinin varlığını öne çıkarmak gerekiyor.

Paylaş Tavsiye Et