Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Riyad ya da Washington, “kifkifo brico”!
Ragıp Duran
ASLINDA başlıktaki başkentleri çoğaltmak mümkün. Yani mesele ya da konumuz salt Riyad ile Washington’un kapsamında değil. Arzu ederseniz Londra, Paris, İstanbul; belki de İslamabad, Kabil, hatta Yeni Delhi ve Pekin’i de dahil edebiliriz bu listeye. Biraz seyahat acentası durumu oldu ama öyle…
Fransızların “Dünyalaşma” (Mondialisation), Anglosaksonların “Globalization” dedikleri küreselleşme (ki aslında masum coğrafi bir deyimdir) sayesinde/yüzünden bir şeyler dünya çapında yaygınlaşıyor/salgınlaşıyor. İmdi, burada sormak gerek: Küreselleşen nedir?
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik mi? Yoksa şirket evlilikleri, borsa manipülasyonları, paranın hükümdarlığı mı? Yanıtını kendi içinde barındıran bir sual.
Başlığın ikinci ayağını da açalım ki, ayrıntıya girelim sonra. Mağrib ve Maşrık ülkelerinde, ki Akdeniz’in sağlam altyapısını oluşturur, “Kifkifo Brico” Arapça’da çatıların üzerindeki birörnek kiremitlere verilen isim.
Hepsi aynı boyda, ende ve renkte… Kısacası “aynı şey” demek.
Eskiden çok gezen bilirdi, şimdi de çok gezen biliyor ama bir farkla: Aynı şeyi biliyor. Neden mi, girizgâhtaki başkentlerin tümüne de gitseniz bir şekilde mutlaka Coca-Cola’ydı, Adidas’tı, Chase Manhattan Bank’tı, Levi’s’tı, dahası CNN International’dı, BBC’ydi, International Herald Tribune’dü, bu global markalardan bir veya birkaçına mutlaka rastlarsınız.
Losyondan pabuca, giyim-kuşamdan gazete-dergi-televizyona kadar ve daha da mide bozucu bir örnek gerekirse, McDonalds’tan bilmem ne pizzasına kadar bir virüs gibi yayılmıştır bunlar tüm yeryüzüne. Araba markalarını, kitap ve müzik CD’leri ya da sinema filmi DVD’lerini saymıyorum bile. Zaten kaldığınız otelde size bu gerçeği gösterirler. Bir de tabii çok tayin edici bir dil meselesi var ki, kendisi, düşüncenin en önemli oluşum/yapım/aktarım aracıdır; sözümona herkesin kolayca birbiriyle anlaşması için kullanılır ve öyle takdim edilir: “They all speak English! Wallahi yani, my brother, no English, no job, hatta no English no life…” Mesela bugün koskoca Fransız otomotiv devi Renault bile ülke içinde ve uluslararası alandaki yazışmalarını İngilizce yapıyor. Merde alors!
Dünyanın bütün başkentlerinde kolayca rastlayabileceğiniz, üstelik çoğunda da merkezde ya da iktidarda görebileceğiniz liberalizm vardır ki, tüm bu global markaların fikir babasıdır kendisi.
Her anlama gelebilecek, her derde deva bir küreselleşme yok aslında.
Neo-liberal küreselleşme var, alter-küreselleşme var…
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” yaklaşımı eskidendi. Her şey gibi liberalleşme de yenilendi. Dikkat ettiniz mi hiç, yenilenmenin/yenileşmenin yeni anlamlarından biri de özelleştirme. Yeni slogan “Bırakın yapalım, bırakın geçelim” haline geldi.
Neo-liberalizmin bir ayağı maliye ise, diğer ayağı da medya. İslamî soslu yerli malı neo-liberalizm bu iki M’ye bir üçüncüsünü ekleme başarısı göstermiştir ki, o da militarizmdir. Şimdilik bu 3. M’yi bir kenara (kışlaya) koyuyoruz.
Medya, egemen ideoloji olarak adlandırabileceğimiz düşünce akımının, hiç kuşku yok ki, en önemli taşıyıcısı. Mevcut egemen medya olmasa, ya da mevcut egemen medya neo-liberal olmasa, liberalizm bu kadar yaygın, popüler hatta güçlü olabilir miydi? Özelleştirmenin reklamını haber ya da köşe yazısı olarak kim yapacak? Neo-liberalizmin eleştirisi kaplarsa ekranları, sayfaları, mikrofonları ne hallere düşer hükümetler, çokuluslu şirketler, ABD, AB filan?
İgnacio Ramonet’den Noam Chomsky’ye Robert McChesney’den toprağı bol olsun Edward Said’e, muhalif dünyanın hürmetli müellifleri dönüp dolaşıp ‘Tek Düşünce’yi eleştirirken, medyanın son 30-40 yılda çiçek dürbününden torna makinesi çıktısına nasıl dönüştüğünü anlattılar.
Egemen medya, neo-liberalizmin ambulansı, cankurtaran simidi, ana payandası.
Bu gerçeği saptamak için çöken dev holdinglere, malî skandallara ya da savaşın egemen medyada nasıl yansıtıldığına bakmak yeter. Çifte standart neo-liberal medyanın ana standardı oldu uzunca bir zamandır: İsrail saldırıp işgal ettiğinde haklıdır; aynı şeyi Saddam yaptığında “Arap Hitler”i olur. İşverenler hep haklıdır ve hep onların sesi duyulur; işçiler, işçi sendikaları ise hep haksızdır, sesleri de duyulmaz zaten. İslamiyet kötüdür, saldırgandır, teröristtir, Batı medeniyeti ise ileridir, güzeldir; bu neo-liberal medyaya inanacaksak. Egemen medya amip gibi çoğalıp her tarafa yayılan yapışkan bir sıvı gibi. Kim düşerse bu medya çukuruna, bukalemunlaşır. En hoş, en insanî konu bile girince medyanın gündemine, işte tam da bu neo-liberal yaklaşım yüzünden, hemen içeriğinden boşaltılır, ya magazine bulanır, yani cıvıklaştırılır ya da milliyetçilik, özel hayata müdahale, porno gibi yersiz renklere boyanır.
Neo-liberal medya, neo-liberal ideolojinin hem ağzı gözü, hem de kulağı.
Egemen medya, liberalizmin yatağı ve doğum beşiği aynı zamanda.
Neo-liberaller (ki bunların bir de neo-con versiyonu var ki aman!) gelip çaldılar kamu ve yurttaş yanlısı gazeteciliği, icat ettiler global medyayı. Bu nedenle ABD’de yaşı 60’ı geçmiş gazetecilerin temel sloganı: “Eski değerlere geri dönelim.”
Egemen medyanın ana besin kaynağı eski ve yeni cins liberalizm olduğu gibi, hürriyet çağrışımlı bu ideoloji, yaygın medyanın kaptanı aynı zamanda. Binmemek lazım bu tür şık görünümlü ama sakat, köhne, bozuk, dümensiz gemilere…

Paylaş Tavsiye Et