Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2005) > Dosya > Medyamorfozun global yozlaşması
Dosya
Medyamorfozun global yozlaşması
Ragıp Duran
BAŞTA ABD olmak üzere Batı dünyasında da medya, yaklaşık olarak çeyrek yüzyıldır önemli bir nitelik değişimine uğruyor. Bir üst yapı kurumu olarak medya, siyaset-ekonomi-ideoloji gibi toplumun temel itici güçlerinin katkısı ve etkisiyle, işlev, amaç hatta tanım değiştiriyor.
Üstelik bu değişim, gazete okuyan, televizyon izleyen ve radyo dinleyen, son olarak da İnternet’te gezinen yurttaşların kolayca fark edip saptayabilecekleri kadar önemli nitel ve nicel bir değişim.
 
Yurttaş da Değişiyor Ama…
Bu önemli değişim kaçınılmaz olarak okur-TV izleyicisi-radyo dinleyicisi ile medya organı arasındaki ilişkilerin kimyasını da bozdu. 80’li yıllara kadar yurttaş ile gazetesi arasında adeta bir sevgi, şefkat, hatta sadakat ilişkisi vardı. Her yurttaş kendi meşrebine uygun bir gazete seçer, her sabah onu alır, abone olur, o gazeteye okur mektubu gönderir ve gazetesiyle neredeyse insanî bir ilişki kurardı. Gazetelerin holding bülteni haline gelmesinin ardından yurttaş ile gazete arasındaki ilişki soğudu. Bu biraz da mahalledeki bakkalla, kent dışındaki dev süper market arasındaki farka benziyor. İşin duygusal yanı bir tarafa, okur, gazetesine olan inancını ve güvenini yitirdi büyük ölçüde. Nitekim son 25-30 yılda, kamuoyunda yapılan güvenirlilik araştırmalarında medya, basın, gazeteciler, dünyanın neredeyse her yerinde hep son üçte yer alıyor. Gazeteye inanmıyor, güvenmiyor artık okur. Son çeyrek yüzyılda hem basın, hem de okur değişti kuşkusuz. Ne var ki 1960’ların herhangi bir gazetesi ile 2000’lerin aynı gazetesini içerik, biçim, yaklaşım açısından kıyasladığımızda, değişim sürecinde esas olarak basının yozlaşma otoyolunda hızla ilerlediğini saptayabiliriz. Ayrıca bugün 15-20 yaşındaki bir gencin gazete-basın-medya tanımı ve bu toplumsal-iktisadî mekanizmadan beklentileri ile 45-60 yaşındaki bir yurttaşın aynı alandaki değerlendirme ve beklentilerindeki farklar da önemli...
 
Şahtı, Şahbaz Oldu
Bu değişim sürecinde medya çalışanlarının konum, işlev ve beklentilerinin aynı kalması da herhalde düşünülemezdi. Türkiye açısından baktığımızda, 70’lerin sonuna kadar ince belli çay bardağı ve simitle simgelenen beslenme rejimi en fazla Cağaloğlu’ndaki popüler lokantalarla donanıyordu. Bugünse, Avrupa’dan özel olarak ithal edilen dondurmalar, kristal yemek takımları, gümüş çatal-bıçaklar, Los Angeles’teki T-bone steak lokantaların adı geçiyor gazete köşelerinde, eklerde. 70’li yıllardaki gazeteci maaşı ile bugün orta ve üst düzeydeki medya mensuplarının gelirleri kıyas kabul etmez. Çalışanların konumlarındaki en büyük değişiklik meslekî alanda, işyeri ve işverenle ilişkilerde gerçekleşti. Sendikanın ortadan kalkması, gazetecilerin herhangi bir meslekî dayanışma sebebiyle örgütlenmeden uzaklaştırılmaları, kolektif bilinç yerine özel çıkarın ön plana geçmesi, gazetecinin kendi meslektaşlarıyla olan ilişkilerini de olumsuz yönde değiştirdi.
Dünyada da durum pek farklı değil. Boston’daki Harvard Üniversitesi Nieman Gazetecilik Programı’nın eski müdürü, Gazeteciliğin Temel İlkeleri kitabının yazarı Bill Kovach, 1950’li yıllar ile bugünü, gazetecilerin günlük yaşamdaki konumları açısından şöyle kıyaslamıştı: “Biz, yani gazeteciler, muhabirler, editörler hatta haber müdürleri bile eskiden işçi mahallelerinde otururduk, halk da zaten bizi red neck (ensesi güneşten yanmış, amele) olarak telakki ederdi. Komşularımız işçi ve küçük esnaftı; dolayısıyla biz daha çok o insanların sorunlarını haber yapar, o dünyada yaşardık. Şimdilerdeyse gazeteciler, özellikle yıldız muhabirler ve tabii ki gazete yöneticileri, Amerika’nın en zengin iki sosyo-profesyonel kesimi olan avukatlar ve emlak komisyoncularıyla aynı sitelerde, onların oturduğu türden villalarda yaşıyor. Keza biz muhabirlik yaparken esas haber kaynaklarımız, sıradan insanlar, sorunu olan yurttaşlardı. Bugünkü gazetecilerin ana haber kaynağı ise vali, şirket yöneticileri ya da Beyaz Saray ve Temsilciler Meclisi (Capitol).”
ABD’deki bu durum İngiltere, Fransa, Almanya ve genel olarak bütün ülkeler için de geçerli. Söz konusu örnekten anlaşılacağı üzere, gazeteciliğin ana ilgi alanı, temel faaliyeti büyük ölçüde mecra değiştirmiş durumda.
 
Korsanlar Çaldı Gazeteciliği
Son olarak medyanın habere yaklaşımı da kaçınılmaz olarak tahrifata uğradı. Aslında tahrifata uğrayan bizatihi haberin kendisi ve tanımı oldu. Belki de 1789 Fransız İhtilali ile şahikasına ulaşan halk, yurttaş, kamu için habercilik-gazetecilik anlayışı, iktidar ve mülk sahiplerini rahatsız eden, sorgulayan, mülksüzlerin ve sessizlerin sesi, onların savunucusu olan, onlara umut vermeye çalışan gazetecilik, özellikle 1960’lardan sonra, tekelci kapitalizmin, Yeni Sağ’ın gelişmesi ve dünyalaşmasıyla darbeler aldı ve zayıfladı. Gazetecilik aks değiştirdi. Önemli, zengin, değerli kavramları siyasî-iktisadî-ideolojik ve kültürel iktidara bağımlı hale gelince, iktidar haberleri manşetlere çıktı; muhalefet ve yoksul haberleri ise enflasyona, erozyona tâbi tutuldu. Gazetecilik bilgi ve fikir yaygınlaştırmaktansa, eğlendirme ağırlıklı bir işlev haline gelince, üstelik bu altüst oluş sınıfsal temelde de iktidar ve mülk sahiplerinin kefesinde ağır basmaya başlayınca, haberin mecrası da değişti. İstanbul’da sıkı bir yağmur yağsa, medyaya göre bütün Türkiye sel altında kalıyordu. Anadolu’nun herhangi bir kasabasında yer yerinden oynasa bile, ancak arka sayfalardaki yurt haberleri bölümünde tek sütundan habere konu olabiliyordu. Haberin yanı sıra eğlence de aynı seçici pertavsızla işleniyordu. Türkiye’nin hatta İstanbul’un belki de binde birini oluşturan zengin eğlence mekanları, bilhassa televizyonların popülerleştirmeye çalıştığı programların ana mekanı haline geliyordu.
Türkiye’de ve dünyada medyanın, çoğunluğun sözcülüğünden zengin, iktidar sahibi azınlığın propaganda aracı haline gelmesiyle, yerleşik düzenin eski, klasik anlamda gazeteciliği rayından çıkarması, adeta bir korsan gibi, yurttaşın elindeki bu değerli ve önemli silahı çalıp alması dünyada farklı şekillerde tezahür etti.
 
Etiğin Ettiğini Kim Düzeltecek?
Sonuç olarak, bu olumsuz gidişata dur demek için çeşitli reformcu girişimler gerçekleştirilse de, örneğin, ombudsmanlık, etik kuralları, Basın Konseyleri gibi mekanizmalarla bu yozlaşma ve çürüme süreci yavaşlatılmaya çalışılsa da, bunlar yetersiz kalıyor. Gazetecilerin, çalışanların, hatta yurttaşların kendilerine göre, yazılı bazen de içtihatla oluşan geleneksel bir etikleri belki var; ancak para, kâr ve rekabetten başka ana değeri olamayan bu yerleşik düzen, vahşi kapitalist sistemin, medya imparatorlarının ve belki de en önemlisi iktidarın etiği var mı ki?
Her şeye rağmen çok da umutsuz olmamak gerek. Çünkü bu siyasî-iktisadî-ideolojik düzen herhalde ilelebet payidar olmayacak!

Paylaş Tavsiye Et