Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Çocuğu medyadan kurtaralım
Mustafa Ruhi Şirin
“AĞLAYAN çocuk” fotoğrafını, televizyonda ve uzun yolculuklarda çok sık görürdük. Otobüslerin arka camına yapıştırılan bu fotoğraf, çocuklara karşı ödevlerimizi hatırlatırdı bize. 1970’li yıllarda, tüm dünyada bu fotoğrafın kullanımı öylesine yaygınlaştı ki evlerin duvarlarına asıldı; filmlerde görüntü objesi olmaktan ziyade öykünün içine dahil edildi. Yıllar içinde “ağlayan çocuk” fotoğrafı üzerine çok şey yazıldı ve konuşuldu. Tam da “bu çocuk niçin ağlar?” sorusunun cevabını bulacakken televizyona yakalanıverdik. 
Televizyon ise, hemen her gün dünyanın beş kıtasında “ağlayan çocuk”lar görmemizi sağladı. Bu arada Kemalettin Tuğcu’nun yoksul çocukları ile Orhan Kemal’in işçi çocukları, televizyonun bize gösterdiği çocukların yanında çok daha naif kaldı.
Dünyadaki çocuk haberleri, televizyon haberlerinin ve haber programlarının gündemlerinde hep ilk sırada yer aldığı halde, dünyadaki çocuk sorunlarına yönelmede neden etkili olamadı? Bu sorunun cevabını televizyonun çocuk sorunlarını yansıtma biçiminde aramalıyız. Çünkü medya, özelde ise merkez medya üssü televizyonun çocuk haberlerini sunuş biçimi çocuk gerçekliğinden uzaktır ve sorunludur.
Televizyonun sorunlu olmasının asıl nedeni, kullandığı dil’dir. Haberleri dramatik kurguya odaklı verdiği için seyirciyi, olayın gerçekliğinden uzaklaştırır ve böylece haberin objeleri soyutlaşır. Özneler nesneleştikçe gerçeklik duygusu oluşmadığı gibi, haberin arka planı ve anlamı da kaybolur.
Televizyonun en pahalı haberleri şiddet, tecavüz, soygun, uyuşturucu, çocuk kaçırma, cinayet, deprem ve savaş haberleridir. Bu haberler televizyonların seyredilme oranını yükselttiği gibi, reklam paylarını da artırır. Nedeni ise ticarî televizyonun, “trajik varolma” biçimini varoluş gerekçesi olarak kabul etmesidir. Acemi demokrasilerde şiddetin “iyi” televizyon ürettiğini hatırlatır bize, Noam Chomsky. Ticarî televizyonun yayınladığı defile, harika çocuk, dördüz bebek, markalı oyuncak vb. pembe çocuk haberleri de meraklısı çok olan haberler oldukları için, “iyi” televizyon üretimine katkıları fazladır.
Okuduğumuz ya da dinlediğimiz çocuk haberleri mevsimine göre de değişir. Buz tutmuş bedenini gördüğümüz, kanımızı donduran “sokak çocuğu” öyküsünün anlatımı karlı bir kış günü olur genellikle. Kimi zaman çocuklar suçlu olarak yansıtılır. Bu haberleri trajik veriş biçimiyle de diğer çocuk sorunlarının üzerini örter. Yoksulluğu yansıtırken bunun temel nedenlerini anlamaya yönelmeden sonuç üzerinden, bir yandan mağduriyet, diğer yandan tehdit üretir; yoksul çocukları nesneleştirirken yoksulluğun gerçekliğini de dönüştürür. Cinsel istismara-tacize uğramış çocuk haberlerini reality-showa dönüştürür; tekrarlar ve her defasında bir çocukla bütün çocukları öldürür.
Medya dünyayı, bir uçta bebeklik, diğer uçta yetişkinlik ve orta yerde ergin çocukluğun yaşandığı bir enformasyon dünyası biçiminde kodlar. Enformasyon toplumunda medyanın yerleştirmeye çalıştığı eşitlikçi mit ise, çocuk ve yetişkin arasındaki farkı ortadan kaldırmaya yönelik olması bakımından önemlidir.
Yeni dünyada çocuk, medya sayesinde her yerdedir. Şiddetin ortasında, açlığın eşiğinde, politikacının kucağında, sokakta ve kargo çocuk kültürünün bütün kompartımanlarında… Artık çocuklar, toplumun görmeye alıştığı gösteri nesneleridir. Sorunları aza indirilmiş çocuklar ise sanki başka bir dünyada yaşıyormuşçasına, markalar dünyasının reklamları ve pedagojik söylem çerçevesinde nadiren “gösteri”de yer alır. Bu ayrımcılığın nedenlerini bilmeden, medyanın mağduriyet ve acındırma üreten çocuk haberlerini doğru okumak imkansızdır.
Medyanın çocuk ile imtihanında kilometre taşı sayılan birkaç çocuk haberini hatırlatmak bu konuda öğretici olabilir: 1993 yılında Sudan’da arkasındaki akbabadan emekleyerek kaçmaya çalışan, açlıktan bir deri bir kemik kalmış çocuğun fotoğrafını çeken Kevin Carter, onu kurtararak ölümsüzleşebilecekken, insanlığını mesleğine feda etmişti. Politzer Ödülü kazanan bu trajik fotoğraf için deklanşörüne basan Carter’ın, bu sonucun farkına varıp intihar edişi de yeniden sarsmıştı bizi. 1985’te Kolombiya’da yaşanan felaketi televizyonda seyrederken, çamurlara karışan küçük Omeyra’yı bugün kaç kişi hatırlıyor? Omeyra’yı seyrederken ellerimizi uzatışımız, gerçekliğin filtresiz yansıtılmasındandı. Televizyon arada böyle çocuk haberleri vererek, kendisine karşı oluşmuş güvensizliği dengelemeye çalışır.
Televizyonun dijital sopaya dönüşmesine ve acındırma üretmesine verilecek en tipik örneklerden biri ise Malatya Çocuk Yuvası’nda dayak yiyen 0-6 yaş çocuklarının gizli çekilmiş görüntüleridir. Ekim 2005’in son günlerinde Türkiye’de televizyon, dövdükçe dövdü seyredenleri. Medyanın ürettiği bu acındırmanın benzerlerinden farklı olmasında Ramazan’ın manevî ortamının ve çocukların yaşlarının küçük olmasının payı büyük kuşkusuz. Bir hafta boyunca bakıcı annenin tokatlarını ve örselemelerini seyrettikçe acımayan yerimiz kalmadı. Diğer yandan şiddetin ferdî yönü, toplum ilişkisi ve televizyondan kaynaklanan üç odağı eskitilinceye kadar tartışıldı. İktidar, sorunun koruma sisteminin çürümüşlüğünden kaynaklandığını savundu; üç yılın hesabını vermekten kaçındı ve bakanını medyaya yedirmedi. Daha açık ifade ile krizi yönetemediği gibi çocuklar için yeni bir adım da atamadı. Görüntüler mahkeme kararı ile yasaklanmamış olsaydı, bu haberleri yayınlayan televizyonlar ve sistem dışında yeni günah keçileri bulmakta gecikmeyecektik. Ne yazık ki, bizi çocuklara yönelmeye hazırlayan bu iyilik iklimini de değerlendiremedik ve yine çocuklar politikanın gerisinde kaldı.
Toplum ve politika yapıcıların çocuğa karşı kayıtsızlığının tarihî, sosyal, ekonomik ve kültürel birçok nedeni var. Zaten çocuk konusu, hemen her alanda tarih boyunca sorunludur. Modern dünyada ise çocuk hem olumsuz koşulların, hem de medyanın kuşattığı “göçebe bir ürün”e dönüştürülme tehlikesiyle yüz yüzedir. Jean Baudrillard, çizgi dışı bir sapmaya terk edilmiş çocuk konusunda, “bundan böyle, toplumsal ve siyasal düzen cephesinde, özel bir sorun var ki o da çocuklar sorunudur” diyor. Baudrillard, daha da ileri giderek, kaybolup gitmekte olan çocukluğun kendine özgü dehasını ve tekilliğini yitirmekte olduğu ve aynı zamanda bir tür siyah kıtaya dönüştüğü uyarısında bulunuyor.
Modern dünyanın kuşatmasından çocukları kurtarmanın ilacı ise medeniyet merkezli çocuk bakışına dayalı “çocuk modernliği”nin yeniden üretilmesidir. Bunun için de, öncelikle her medeniyetin bu kaotik kuşatmadan çocuğu kurtarmaya yönelik sosyal ve insanî bir mücadele hedefi ortaya koyması gerekir. Modern devlet, medya gücünü de yanına alarak çocukla toplumu yeniden üretmeye medeniyetin çocuk paradigması ile engel olabilir. Çocuğu nesneleşmekten ve araç olmaktan ancak böyle kurtarabiliriz. Aksi halde, ne “ağlayan çocuk”lar susacak ne de medyadan şikayetimiz sona erecek.

Paylaş Tavsiye Et