Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2008) > Toplum > Bildiğim tüm hayatlar paramparça
Toplum
Bildiğim tüm hayatlar paramparça
Nermin Tenekeci
XVI. YÜZ­YIL­DA Sha­kes­pea­re’in Ham­let’i “Dün­ya bir zin­dan­dır!” di­ye gür­le­di­ğin­de, zih­nin kı­sa dev­re yap­ma­sı­na ve ar­dın­dan da dün­ya­nın dar­ma­du­man ol­ma­sı­na he­nüz iki yüz­yıl var­dı. Lu­kacs’ı, Ni­etzs­che’si… ile yer­siz yurt­suz­luk vi­rü­sü da­mar­la­rı­mız­da­ki asil ka­na ka­rış­ma­mış, Höl­der­lin’in Hyperi­on’u “Ben as­lın­da yurt­suz, du­rak­sız ya­şa­mak için dün­ya­ya gel­mi­şim” vı­zıl­da­ma­la­rıy­la içi­ni dök­me­miş­ti.
Ya­zıl­dı­ğı dö­nem iti­ba­rıy­la dil, an­la­tım ve ko­nu ola­rak tra­ged­ya­nın kla­sik ka­lıp­la­rı­na bağ­lı ka­lan oyu­nun bel­ki de en be­lir­gin özel­li­ği, ya­rat­tı­ğı Ham­let ka­rak­te­riy­le kla­sik an­la­tım­da faz­la­ca yer bul­ma­yan bi­re­ye eğil­me­si­dir. Ne tam ola­rak sa­ray ada­mı­dır Ham­let ne de halk­tan bi­ri; evin­de­dir ama ken­di­si­ni evin­de his­set­mez. İn­ti­kam ate­şiy­le ada­let duy­gu­su, kes­kin di­li ve alay­cı­lı­ğıy­la içe ka­pa­nık­lı­ğı, acı çek­me­si ile acı­la­rı­na son ve­re­cek ira­de­yi gös­ter­me­si, kah­ra­man­lı­ğıy­la za­yıf­lı­ğı ara­sın­da bo­ca­lar du­rur. Ka­la­ba­lık­lar ara­sın­da­dır ama tek ba­şı­na kal­mış­tır. Bil­ge­dir ama mec­nun gö­rü­nür. Bir hâ­li di­ğe­ri­ni tut­maz: Hırs­lı, coş­ku­lu, ku­sur­lu, kuş­ku­cu, hu­zur­suz, an­la­şıl­maz, nev­ro­tik… Ken­di için­de dö­ner du­rur ama bir “yurt” edi­ne­mez.
Çe­liş­ki­ler için­de bo­ca­la­yan bu yal­nız adam, kral­lı­ğın so­run­la­rın­dan zi­ya­de ken­di te­red­düt­le­riy­le bo­ğu­şur. Sa­ra­yın yer­le­şik dü­ze­ni­ne ayak uy­du­ra­ma­yı­şın san­cı­la­rı­nı, en pri­mi­tif ha­liy­le de ol­sa mo­dern dö­ne­min art­çı sar­sın­tı­la­rı­nı ya­şar. (Mo­dern ça­ğa yak­la­şıl­dı­ğın­da ar­tık ka­fa­nın için­de­ki­ler de bu­har­la­şıp be­lir­siz­le­şe­cek­tir.) Top­lu­mun­­ki­ler­le de­ğil, ken­di fer­dî acı­la­rıy­la sar­ma­lan­mış­tır. Ken­di fe­lâ­ke­tin­den top­lum adı­na bir kur­tu­luş um­maz. Ak­lı ile gön­lü, iç dün­ya­sıy­la dı­şa­rı­da olup bi­ten­ler, gö­rü­nen ile gö­rü­ne­nin ar­ka­sın­da ya­tan ha­ki­kat âde­ta ip­lik ip­lik ay­rış­mış­tır bu “ak­lı ka­rı­şık” prens­te. Ki­şi­li­ğin­de­ki bu iki­lem onun en be­lir­gin özel­li­ği­dir.
Tam da bu iki­lem­den do­ğar çağ­daş ya­zın… Bir kral oğ­lu ol­ma­sı­na rağ­men, bir tür en­te­lek­tü­el psi­ko­lo­ji­si içe­ri­sin­de bul­du­ğu­muz Ham­let’i, he­nüz iki dün­ya ara­sın­da bir yol ay­rı­mı­na ge­lin­me­yen bir dö­nem­de böy­le­si­ne çal­ka­lan­dı­ran sai­kin, zi­hin/ya­zın dün­ya­mız­da­ki yan­sı­ma­la­rı­dır he­pi to­pu mo­dern ede­bi­yat.
Ham­let’ten bu ya­na, ba­şı gök­ten, aya­ğı yer­den iyi­ce ke­si­len in­sa­noğ­lu­nun, bu toz du­man bu­lu­tu için­de ken­di­si­ne ta­yin et­ti­ği yön, ya­za­rın­dan ve oku­run­dan ba­ğım­sız de­ğil­dir şüp­he­siz. Duy­gu-dü­şün­ce dün­ya­mı­zın al­lak bul­lak edil­di­ği ya­şan­tı bi­çim­le­ri­miz ve bö­lün­müş zih­ni­miz, yaz­ma bi­çim­le­ri­ni de bi­rin­ci el­den be­lir­le­ye­cek, sım­sı­kı tu­tun­du­ğu kök­le­ri ve baş dön­dü­ren “au­ra”sıy­la bir za­man­la­rın he­men her tür­lü an­la­ma vâ­kıf ya­za­rı da en ni­ha­yet bi­ça­re­li­ği­ni ya­nı­na ka­tık ede­rek gö­çe­be­li­ğe so­yu­na­cak­tır. Ya­zar, bü­tün de­ğil “par­ça­lar” üze­rin­den ese­ri­ni or­ta­ya ko­ya­cak, okur da par­ça­la­rı bü­tün­leş­ti­re­bil­me gay­re­tiy­le eser­den an­lam üret­me ça­ba­sı­na gi­ri­şe­cek­tir: “Be­nim ka­rak­ter­le­rim, uy­gar­lı­ğın geç­mi­şiy­le ge­le­ce­ği­nin ça­kış­ma­sı­dır. Ki­tap ve ga­ze­te ke­sik­le­ri­dir. İn­san­lık kı­rın­tı­la­rı­dır. Ru­hu­mu­za ben­ze­ti­le­rek do­kun­muş ha­lı­lar ve pa­çav­ra­lar­dır.” (Strind­berg)
 
Eril Dil-Di­şil Dil
Ham­let’in zin­da­nı, top­lum­dan bi­re­ye, bi­linç­ten bi­lin­çal­tı­na doğ­ru in­ce­le-ya­rı­la, çat­la­ya-kı­rı­la hay­li me­sa­fe kat et­ti. Tüm bu ya­rı­lıp çat­la­ma­lar ara­sı­na ve kat­man­lar sı­ra­la­ma­sı­na kim­lik­ler de dâ­hil edi­lip, “ka­dın­lık du­ru­mu” ayırt edi­ci bir ya­zar­lık vas­fı ola­rak kar­şı­mı­za çık­tı: “Er­kek ya­zar, ka­dın okur”, “er­kek öz­ne, ka­dın nes­ne”, “er­kek ka­lem, ka­dın kâ­ğıt”, “mü­hen­dis er­kek, da­mar­dan ya­zan ka­dın” vb…
İs­ter bir çe­şit ge­çiş­ken­lik ve çift ki­şi­lik­li­lik köp­rü­sü ku­ra­lım, is­ter ka­dın ya­zar-ya­zar ka­dın ara­sın­da ter­cih­te bu­lu­na­lım, ya­zar kav­ra­mı ye­ni bir ba­sa­mak, fark­lı bir kıs­tas da­ha ka­zan­dı çağ­daş­laş­ma ile bir­lik­te: Ya­zar-çağ­daş ya­zar.
Son yüz-yüz el­li yıl­dır dün­ya ede­bi­ya­tın­da boy gös­te­ren bu ye­ni tip ya­zar ise, il­gi­li­si­nin, al­tın­da­ki im­za­ya bak­ma­dan oku­du­ğu met­nin bir ka­dı­na mı yok­sa bir er­ke­ğe mi ait ol­du­ğu­nu tah­min ede­bil­di­ği yüz­yıl­lık bir alış­kan­lı­ğı de­ğiş­tir­di. Ka­dın ya da er­kek ol­ma­nın hâ­li­ha­zır­da ge­tir­di­ği fark­lı­lık­la­rı, al­gı­la­rı aşan, dün­ya­ya bir ka­dın ya da er­kek ola­rak de­ğil, bir ay­dın ola­rak ba­ka­bi­len ye­ni/çağ­daş ya­za­rın ül­ke­miz­de­ki en ide­al ör­nek­le­rin­den bi­ri­dir Ada­let Ağa­oğ­lu.
 
“Ken­di­mi Kul­lan­mak İs­ti­yor­dum. Ha­ya­ta Ka­rış­mak…”
Ya­zar­lı­ğı ka­dın­lık söy­le­mi­ne sı­kış­tır­ma­yan, “ka­dın­lık hâl­le­ri”ni eser­le­ri­nin mi­henk ta­şı kıl­ma­yan ve eril-di­şil han­di­ka­bı­na düş­me­yen Ağa­oğ­lu, cin­si­ye­tin, ya­zar­lı­ğın alt kat­man­la­rın­dan bi­ri ola­rak yer al­dı­ğı eser­le­rin­de ay­dın kim­li­ği­ni ön­ce­ler. “Ka­dın ru­hu­na in­me­yi” be­cer­mek­le (na­sıl olu­yor­sa) nam sa­lan ve “Hiç­bir ka­dın ya­zar, ka­dın dün­ya­sı­nı bu dü­zey­de di­le ge­ti­re­me­di!” şek­lin­de rek­lâm edi­len er­kek ya­zar­lar ile me­tin­de­ki he­men her dü­ğü­mü kö­pür­tül­müş ka­dın­lık du­rum­la­rıy­la aş­ma­ya ça­lı­şan ka­dın ya­zar­la­rın bu tek bo­yut­lu yo­lu­nu tek­rar­la­mak ye­ri­ne, ka­rak­ter­le­ri­ni, mo­dern ça­ğın da­yat­tı­ğı kar­ma­şık iliş­ki­ler ağı içe­ri­sin­de, yer­siz yurt­suz­lu­ğuy­la kur­gu­la­ma­yı ter­cih eder: “Sez­di­ğim bir şey var: Mo­der­niz­min yol aç­tı­ğı bi­linç par­ça­lan­ma­la­rı salt şi­zof­ren top­lum, ka­os­ta in­san çer­çe­ve­sin­de kal­ma­ya­cak­tır. Bu par­ça­lan­ma­nın ya­zın­sal­lı­ğa, ro­man kur­gu­la­ma­la­rı­na na­sıl yan­sı­dı­ğı da gün­dem­de ola­cak­tır.”
Özel­lik­le 1980’ler­den son­ra yaz­dı­ğı hi­kâ­ye­le­ri­ni, mo­dern şi­i­rin şa­i­re ta­nı­dığı im­kân­la­ra ben­zer şe­kil­de, be­lir­li bir ri­tim, “ar­tık an­lam”lar, zıt­lık­lar ve he­men her ka­re­si­nin öl­çü­lüp bi­çil­di­ği form­lar üze­ri­ne bi­na eder. Mo­dern in­sa­nın zih­ni bu­la­nık­lı­ğı­nı; ben­zet­me­ler­le, im­ge­ler­le örü­lü, bir ve be­lir­gin bir an­la­ma te­ka­bül et­me­yen cüm­le­le­riy­le, bi­li­ne­mez, be­tim­le­ne­mez bir dün­ya­nın da za­ten böy­le bir di­li zo­run­lu kıl­dı­ğı­nı gös­te­rir. Ya­za­rın 1986’da ka­le­me al­dı­ğı İki Yap­rak hi­kâ­ye­si bu di­le gü­zel bir ör­nek­tir: “Ken­di­mi kul­lan­mak is­ti­yor­dum. Ha­ya­ta ka­rış­mak...”
Fır­tı­na­nın önün­de hız­la sü­rük­len­dik­ten son­ra, Han­no­ver’de yan ya­na dü­şen iki isim­siz ki­şi­dir, İki Yap­rak’ın iki sür­gü­nü.
Hi­kâ­ye­nin bir kah­ve içim­lik sü­re­si bo­yun­ca, ka­rak­ter­le­rin bi­lin­çalt­la­rı dev­re­ye gi­rer.
“Onu ta­nı­mak is­te­dim. Bir sav­ru­lu­şun ar­dın­dan, dün­ya­nın dört bu­ca­ğın­da ne­yi ara­dı­ğı­mı bil­me­den do­la­nıp dur­duk­tan son­ra…”
Geç­miş­le ge­le­cek, düş­le ger­çek bir­bi­ri­ne gi­rer: “Ha­di di­yo­rum, Af­ri­ka’ya bi­let ala­lım…”
“Ama son­ra Ti­bet’e de al­mak ge­re­kir, di­yor.”
Zik­zak­lı an­la­tı­mıy­la, ki­mi­le­yin ya­vaş­la­yan, ki­mi­le­yin de ar­tan tem­po­mu­za ayak uy­dur­ma­ya ça­lı­şır. An­lam git­tik­çe per­de­le­nir ve iç bü­tün­lük çet­re­fil­lik­le yer de­ğiş­ti­rir. Her bi­ri bir for­ma ve ya­pı­ya yas­la­nan cüm­le­le­riy­le bi­çim-içe­rik ara­sın­da ku­ru­lan has­sas den­ge­nin öy­le ko­lay ko­lay ge­çi­le­me­ye­ce­ği­ni gös­te­rir oku­ru­na. “Kul­lan­mak is­ti­yor­dum ken­di­mi… Da­ha doğ­ru­su is­tek öte­si bir şey… De­ğiş­mez­sem öl­müş ola­cak­tım.”
Ağa­oğ­lu’nu, için­de­ki­ni, usun­da­ki­ni, (ki­mi­le­ri­ne gö­re “arı­za”sı­nı) ne var ne yok bir çır­pı­da or­ta­ya dö­kü­ver­mek­le eleş­ti­ri­len ka­dın ya­zar­lar­dan ayı­ran ni­te­lik tam da bu­ra­sı­dır: Ya­zı­nın stra­te­jik nok­ta­la­rı­nı, ka­dın ya da er­kek de­ğil, bi­rey üze­rin­den ça­tar. Kah­ra­man­la­rı­nı, mo­dern ha­ya­tın da­yat­tı­ğı tem­po­da, bu tem­po­nun yol aç­tı­ğı “te­red­düt”le­riy­le ele alır. Bü­yük an­la­tı­la­rın, ken­di­ne bi­le gü­ve­ni kal­ma­yan ya­zar­lar­la ve ye­tin­mez­lik duy­gu­la­rıy­la yer de­ğiş­ti­ri­şi­ni, ya­ka­lan­dı­ğı an­da ka­ça­nı, yurt­suz­lu­ğu­mu­zu ve gö­çe­be­li­ği­mi­zi çar­par yü­zü­mü­ze; Ham­let’in zin­da­nı­nı işa­ret eder.

Paylaş Tavsiye Et