Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2004) > Dosya > Soğuk Savaş sonrasında NATO ve AGSP arasında Türkiye
Dosya
Soğuk Savaş sonrasında NATO ve AGSP arasında Türkiye
Sevinç Alkan Özcan
SOĞUK Savaş döneminde Avrupa Topluluğu, ekonomik entegrasyon konusunda gösterdiği başarıyı savunma ve güvenlik konularında gösterememekle birlikte, Avrupalı devletlerin zaman zaman NATO dışında çeşitli güvenlik oluşturma arayışları içine girdikleri görüldü. Batı Avrupa Birliği (BAB) bunların içinde en önemlisiydi. Fakat BAB, Sovyetler Birliği’nden gelen tehdidi caydırmada NATO’nun yanında etkisiz kaldı. Bir başka girişim 1952 yılında ortaya atılan Avrupa Savunma Topluluğu oldu. Böyle bir topluluğun oluşturulmasında temel etken, Almanya’nın yeniden silahlanmasını kontrol altında tutmaktı. 1970 yılında ulusal dış politikaların koordinasyonu için Avrupa Siyasi İşbirliği adı altında başlatılan bir başka girişim ise öncekilerin devamı niteliğinde idi. Bütün bu girişimlere rağmen, Batı Avrupa’da savunma ve güvenliği sağlamaya yönelik olarak ayakta kalan yalnızca NATO oldu ve Avrupa, Soğuk Savaş döneminde güvenliğini bu örgüte bırakmak durumunda kaldı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından 1990’lı yıllarda BAB’ın canlandırılması yeniden gündeme geldi. Avrupalı ülkelerin böylesi bir savunma örgütünü yeniden canlandırma isteklerinin altında yatan en önemli etken, hiç kuşkusuz, bu yıllarda iki Almanya’nın birleşmesi ve ortaya çıkan büyük ve güçlü Almanya’nın Avrupa’yı nasıl etkileyeceği sorusunun gündeme gelmesi idi. Avrupalı liderler bu soruyu Almanya’nın Avrupa’ya daha fazla entegre edilmesi şeklinde cevaplamayı tercih ettiler. Bunun yanı sıra diğer bazı unsurlar da Avrupalıların Soğuk Savaş sonrasındaki güvenlik endişelerini belirledi: Rusya’nın askeri bir güç olarak yeniden yayılmacı politikalar izlemesi ihtimali; Doğu Avrupa, Balkanlar ve Kafkaslar’da ortaya çıkabilecek etnik çatışmalar; üçüncü dünya ülkelerinin silahlanması ve nükleer güç olma niyetleri; terörizm, uyuşturucu ticareti ve radikal İslam gibi pek çok yeni tehdit algılamaları. Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası (ODGP) fikri ise böyle bir ortamda ortaya çıktı.
Bütün bunlarla birlikte, NATO’nun üstünlüğünü sürdüreceği, Ocak 1994’te yapılan NATO Zirvesi’nde açık bir biçimde ifade edildi. NATO, bir taraftan AB’nin savunma ve güvenlik konularında daha fazla sorumluluk sahibi olma isteğini yenilerken, diğer taraftan bu politikanın Kuzey Amerika ile olan bağları güçlendirmesi gerektiğinin altını çiziyordu. Bu durum BAB’a tam üye olmayan AB ülkeleri (İrlanda, Avusturya, İsveç, Finlandiya ve Danimarka) ile NATO üyesi olup BAB’a tam üye olmayan ülkelerin (Türkiye, İzlanda ve Norveç) ileride NATO-BAB askeri işbirliği söz konusu olduğunda nasıl tavır alacakları ve doğacak problemler konusunu gündeme getiriyordu. Buna paralel olarak Türkiye ve diğer AB üyesi olmayan NATO üyesi ülkelere ortak üye statüsü verildi. Bu açıdan bakıldığında yeni Avrupa güvenlik mimarisi içinde Türkiye’nin çok özel bir konumda olduğu açıklıkla görülebilir. Zira BAB’daki ortak üyeler tam üyelerle çok yakın hak ve sorumluluklara sahiptiler.
 
AGSK’den AGSP’ye
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK), her ne kadar Trans-Atlantik güvenlik ilişkileri çerçevesinde AB’ye bir takım askerî yükümlülükler getiriyorsa da, bu süreç aslında AB içinde değil, NATO içinde başladı. Zira 1994 yılında yapılan NATO Brüksel Zirvesi’nde NATO içinde bir AGSK oluşturulması önerildi ve bu amaçla Birleşik Müşterek Görev Gücü oluşturulmasına karar verildi.
Avrupa’da başlayan ODGP süreci 1998 yılına kadar NATO çerçevesinden ayrılmamaya özen gösterilerek gelişti. Ancak 1998 yılında İngiltere’nin tutum değiştirmesi, AGSK’-den AGSP’ye giden yolun önünü açtı. Zira Aralık 1998’de İngiltere ve Fransa St. Malo’da bir araya gelerek Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasını (AGSP) başlattılar. Avrupa’nın kendi savunma yeteneklerinin ön plana çıkarıldığı bu zirvede AGSK yerine AGSP kavramı kullanılmaya başlandı. Yeni kavram, AB ülkelerinin bu süreci daha bağımsız bir biçimde kurumsallaştırmaya çalıştıklarını gösteriyordu.
Ancak, ABD ve NATO bu gelişmeye pek sıcak bakmadı. Nitekim Nisan 1999’da yapılan NATO Washington Zirvesi’nde açıklanan Yeni Stratejik Konsept ile ABD’nin AGSP’ye olan itirazı daha da netlik kazandı. NATO Washington Zirvesi bir anlamda AB St. Malo Zirvesi’nin rövanşı niteliğindeydi. AGSP ile ilgili olarak alınan kararlar hem NATO, hem de AB için oldukça önemliydi. Her şeyden önce zirve bildirisinde NATO’nun St. Malo Zirvesi ile oluşturulan AGSP’ye verdiği destek koşullu bir destekti. Zira bildiriye göre, NATO ve AB arasındaki işbirliği NATO ve BAB arasında daha önceden oluşturulan mekanizmalar çerçevesinde devam edebilirdi. Dolayısıyla AGSP sürecinin NATO’nun imkan ve yeteneklerinin kullanılmasında gereksiz bir dublikasyona neden olmasına izin verilemezdi.
 
Helsinki Zirvesi ve Avrupa Ordusunun Kurulması Kararı
Aralık 1999’da yapılan AB Helsinki Zirvesi, AB’nin AGSP çerçevesinde “Avrupa Ordusu” olarak da adlandırılan bir “Acil Müdahale Gücü” oluşturmasına karar vermesi nedeniyle önemliydi. AB böylece NATO’dan kuvvet talep etmeyerek kendi kuvvetini kurmak için ilk adımı atmış oldu. Helsinki Zirvesi’nde alınan kararların Türkiye’yi ilgilendiren bölümleri oldukça önemliydi. Zirvede alınan kararlarla NATO’nun Washington Zirvesi’nde aldığı kararlar açıkça ihmal edildi. Çünkü Washington Zirvesi, AB üyesi olamayan NATO üyesi ülkelerin BAB’da elde ettikleri kazanımlar temelinde tüm AB üyeleri ile eşit bir biçimde katılımı öngörürken, Helsinki Zirvesi, söz konusu ülkelerin AB operasyonlarına ancak koşula bağlı bir davet mekanizması ile katılabileceklerini belirtiyordu.
Türkiye Helsinki’de, AGSP ile ilgili olarak alınan kararlardan tatmin olmadığını zirvenin hemen sonrasında bildirerek, AGSK’yi Trans-Atlantik bağın korunması şartıyla başından beri desteklediğini; ayrıca Washington Zirvesi’nde AB üyesi olmayan NATO üyeleri ile ilgili olarak alınan kararların arkasında olduğunu özellikle vurguladı. Böylece Türkiye’nin AGSP konusundaki tavrı giderek netlik kazanmaya başladı.
2000 yılı itibarıyla Türkiye’nin gerek Feira Zirvesi, gerekse Nice Zirvesi’nde alınan kararlarla AGSP’-nin karar alma mekanizmalarından dışlanması, AGSP konusundaki kararlılığını daha da artırmasına neden oldu. Türkiye tepkisini, AB’nin 2002 yılı sonuna kadar NATO’nun imkan ve yeteneklerine güvenceli erişimini engelleyerek gösterdi. Diğer bir ifadeyle NATO’daki veto yetkisini sonuna kadar kullandı. Bundan sonraki aşamalarda Türkiye, AGSP’nin gelişmesini engelleyen en önemli aktör olarak takdim edilmeye başlandı.
 
Ankara Mutabakatı
1999 yılında yapılan Helsinki Zirvesi’nin ardından özellikle AB ile Türkiye arasında önemli sorunlara yol açan AGSP süreci, 2001 yılının ikinci yarısından itibaren ABD, İngiltere ve Türkiye arasında yoğun görüşmelere neden oldu. Türkiye’nin böyle bir girişim içinde yer almasının çeşitli nedenleri vardı: Her şeyden önce Ankara, sürecin tamamen dışında kalmama düşüncesiyle bu yönde adım atmaya karar verdi. Bir anlamda AGSP’ye sürekli sorun çıkaran ülke olma imajından kurtulmak istedi. Bunun yanı sıra özellikle 2001 yılının son aylarında ABD’nin çözüm yönünde Türkiye’ye yaptığı telkinler ve hatta baskılar da, Türkiye’nin sürecin içine çekilmesini sağladı. Bu döneme kadar, AGSP’nin NATO’dan bağımsız olarak gelişmesini NATO ve Türkiye açısından sakıncalı bir yaklaşım olarak değerlendiren ABD, bu dönemde AB’nin Türkiyeli veya Türkiyesiz, NATO’lu ya da NATO’suz askeri yapılanmasını gerçekleştirmekte kararlı olduğunun farkına vardı. ABD’nin AGSP konusunda eskisine nazaran daha yumuşak davranmaya başlamasını sağlayan faktörlerden biri de 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen terör saldırıları oldu. ABD, özellikle Afganistan’a da harekat başlattıktan sonra, AGSP’nin sürdürülmesini doğru bir yaklaşım olarak gördü. ABD’nin söz konusu tutum değişikliği, özellikle Balkanlar’da güvenliğin ve istikrarın sağlanması görevini AB’ye bırakmak isteğini açıklıkla ortaya koyuyordu.
Aralık 2001’de ABD, İngiltere ve Türkiye arasında varılan uzlaşma (Ankara Mutabakatı) Türkiye’nin bazı güvenlik endişelerinin giderilmesinde olumlu bir etkiye sahipti; ancak bu uzlaşmanın Türkiye’yi tamamıyla tatmin ettiğini söylemek zordu. Çünkü uzlaşmaya göre, Türkiye 1999’dan beri iddia ettiği, AB’nin AGSP çerçevesinde NATO’dan bağımsız olarak gerçekleştireceği operasyonların karar alma mekanizmasına katılım talebinden vazgeçti. Bunun karşılığında ise AB, Türkiye’nin yakın coğrafyasında yapacağı operasyonlar öncesinde Türkiye’yi müzakereye davet edecek ve Türkiye’nin endişelerini dikkate alacaktı. Ayrıca Acil Müdahale Gücü’nün Yunanistan ve Türkiye arasındaki Kıbrıs, Ege ve benzeri sorunların çözümünde AB üyesi olmayan Türkiye’ye karşı kullanılamayacağı da mutabakatta karara bağlanan en önemli konulardan biri oldu. Dolayısıyla Türkiye’nin mutabakatla elde ettiği tek kazanım Kıbrıs ve Ege konularında oldu; fakat karar alma mekanizmasında yer alma talebini gerçekleştiremedi.
14-15 Aralık 2001’de Laeken’de yapılan zirvede Yunanistan’ın Ankara Mutabakatı’nın kabul etmediğini bildirmesi üzerine AGSP, mutabakatta belirtildiği şekliyle operasyonel hale gelemedi. Yunanistan’ın itirazları karşısında Türkiye, mutabakatla birlikte kendi üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirdiğini, sıranın AB ve Yunanistan’da olduğunu sık sık belirtti. Türkiye’nin Ankara Mutabakatı dışında herhangi bir ilkeyi kabul edemeyeceği konusunda ısrarlı davranması neticesinde Yunanistan’ın talepleri reddedildi. Hatta Aralık 2002’de yapılan Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye önemli bir kazanım elde etti. Buna göre Kıbrıs’ın ve Malta’nın AB’ye üye olmasından sonra, NATO imkanlarından yararlanamayacağı karara bağlandı. Ayrıca 16 Aralık 2002’de AB ve NATO’nun AGSP ile ilgili olarak imzaladıkları Ortak Deklarasyonla NATO’nun Avrupa güvenliğinde süregelen önemli rolü kabul edilmekle birlikte, AB’nin NATO imkan ve yeteneklerini kullanmadan yapacağı askeri operasyonlara onay verildi. Dolayısıyla 2003 yılı itibarıyla Bosna’da AB Polis Misyonu’nun (Türkiye de bu misyona katkıda bulundu) görev yapmaya başlaması ve yine aynı yıl Makedonya’da AB’nin kriz yönetim operasyonunu gerçekleştirmesi bu uzlaşma sayesinde mümkün olabildi.

Paylaş Tavsiye Et