DAHA yirmi yıl bile olmadı. Hatırlayalım Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemi. Hani şu tarihin sonunun geldiği zamanlar. Ünlü The Economist dergisinin manşeti aklımda hâlâ: “Küresel kapitalizmin zaferi”. 15-20 yıl bir insan hayatı için bile kısa bir zaman. Bir de şimdi olanlara bir göz atın: “Küresel kredi krizi”, “Kapitalizm krizde”. O zamanlar Marx “out”, Smith “in” idi. Şimdi ise Keynes “in”.
Yaşadığımız kriz bizlere yabancı değil. Bretton Woods sonrası dönemde benzerlerini çokça gördük. İstatistikler finansal krizlerin hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde arttığını gösteriyor. 1973-1997 döneminde gelişmiş ülkelerde yaşanan bankacılık ve döviz krizlerinin sayısı 44; gelişmekte olan ülkelerde ise 95. 1945-1971 dönemindeki aynı krizlerin sayısı ise sırasıyla 21 ve 17. Kısaca Bretton Woods sonrası döneme, finansal krizler dönemi dense yeridir.
1960’ların sonları ile 70’ler, üretimden elde edilen kazançların düştüğü yıllar. Avrupa ve Japonya’nın giderek güçlenmesiyle dünya çapında rekabet arttı. Böylece üretim yüksek ücretli bölgelerden düşük ücretli bölgelere doğru kaymaya başladı. Çok uluslu şirketler yine bu dönemde ortaya çıktı. Daha da önemlisi daralan kâr marjları sermayeyi finansal kesime yönlendirdi. Bretton Woods sonrası oluşan dalgalı kur ve onun getirdiği belirsizlik ortamı yeni finansal piyasa ve ürünlerin gelişmesine yardım etti. 1980 sonrası liberalizasyon ve deregülasyon süreci bunu daha da hızlandırdı. Bir taraftan üretim diğer taraftan sermaye özellikle 1990’lı yıllardan sonra hızla küreselleşti. Aynı şeyi emek için söylemek ise zor. Yaşanan krizler, sermayenin (finans kapitalin) küreselleşmesinin üretimin küreselleşmesinden farklı olduğunu gösteriyor. Kapitalizmin bu son krizinde “çöken” unsurlar, temelde finansal aktörlere, piyasalara ve araçlara ilişkin olanlar. Batanların çoğu son model yatırım bankaları. Yine sorun çıkaran araçlar, son moda finansal yani türev araçlar. Etkilenmeyen piyasa ise hemen hemen yok gibi.
Kapitalist sistem harcadıkça yaşar, tükettikçe büyür. Sistemin harcama gücünü sürdürmesi esas amaç. Daha çok harcama, daha çok borç demek. Sistemin ayakta durması büyük borç çevrimleriyle sağlanır. 1970’li yıllarda bu kaynak çoğunlukla petro-dolardı. Borçlananlar ise daha çok üçüncü dünya ülkeleri. Sonraki yıllarda en büyük borçlanmaları ABD ile büyük şirketler yaptı. 2000’lere gelindiğinde borçlananlar genellikle şirketler ve hanehalkları oldu. Özellikle Amerikan halkı son borç çevriminde önemli bir rol oynadı. Tasarrufu unuttu, tam bir tüketim toplumu oldu. Başta Çin olmak üzere Asya ülkeleri ile petrol üreten ülkelerin tasarruflarını tüketen bir toplum haline geldi. Büyük borç çevrimlerinin her biri, varlık fiyatlarının piyasa değerlerinin ötesinde yükselmesine ve ardından da geri ödemelerde sorunlara yol açtı. Patlayan balonlar birbirini izledi. En son patlayan, gayrimenkul balonu oldu.
Aslında kapitalist sistemde hisse senedi ve gayrimenkul gibi varlık fiyatlarının sürekli şişip patlaması istisna gibi gösterilir. Halbuki birçok ülkede yaşananlar birbirine çok benzer. Fiyatların sürekli artmasının açıklaması hep aynı: “Bu sefer her şey farklı” algısı. Bu bazen teknolojik bir devrimden kaynaklanır, bazen yeni bir ekonomik düzen algısından, bazen de yüksek verimlilik artışlarından. Daha da önemlisi piyasalar hep doğru fiyatlama yapıyordur. İlginçtir, bir süre sonra bu nedenler bile gözardı edilir. Kârın nereden kaynaklandığı unutulur. Fiyat artışları birbirini besler hale gelir. Ta ki aradaki uçurum taşınamaz boyutlara gelinceye kadar. Her bir balonun ardında ekonomik realiteden bir kopuş olduğu söylenebilir. O yüzden olsa gerek, bahanemiz de hep aynıdır: “Bu sefer her şey farklı.”
Sorunun bu haliyle bir çözümü var gibi aslında. Örneğin varlık fiyatları yükselirken gerekli önlemler alınabilir. Başka bir deyişle, iyi zamanda zor günler için biriktirmek gerekir. Ancak böyle davranmak bireyler ve şirketler için kolay olmasa gerek. Citicorp’un tepe yöneticisi krizden birkaç sene önce şöyle diyordu: “Müzik bittiğinde likidite açısından işler karışık hale gelecek. Ancak müzik çaldığı sürece kalkıp dans etmek zorundasın.” Başka bir deyişle sonunu tahmin etseniz bile oyundan çıkmak hiç de kolay olmuyor.
Benzer bir durum kamu otoriteleri açısından da söz konusu. Örneğin merkez bankaları gayrimenkul ya da borsa balonunun çok şiştiği dönemlerde faiz oranlarını yükseltebilirler. Böylece balonun çok şişmesine izin vermeden daha az hasarla inmesine yardımcı olabilirler. Ancak bunu yapmak hiç kolay değil. Teoride çok tartışılan ve daha da tartışılacak olan bu konuda cevap şimdilik şu: Merkez bankaları varlık fiyatlarındaki şişmelere tepki vermez. Zira parti sürerken oyunbozanlık yapanları kimse sevmez. İlginçtir, yere göğe sığdırılamayan Amerikan Merkez Bankası’nın eski başkanı Alan Greenspan şimdi, partinin bu kadar uzun sürmesine izin verdi diye yerden yere vuruluyor. Hatta partiyi o başlattı diyenler bile var.
Her kriz arkasında önemli izler bırakır. 1929 ekonomik buhranının siyasi, toplumsal ve ekonomik önemli sonuçları oldu. Sonrası öncesiyle bir olmadı. Küresel kredi krizi de, ölçeği ve kapsamıyla farklı da olsa, ona en yakın kriz. Onun da önemli sonuçları olacak. Belki de bunlardan en önemlisi, liberal ekonominin bir sistem olarak alacağı yara. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye göre “bırakınız yapsınlar” dönemi artık bitti. Ancak Kıta Avrupası’nın daha devletçi kapitalizmi de çözüm olmaktan uzak. Avrupa’nın ABD’den en önemli farkı çok kültürlülüğe ve çeşitliliğe olan alerjisi. Kendi aralarında bile tam birleşemeyen Avrupa’nın sesi hâlâ çatlak. Sonuçta Batı, artık Doğu’dan daha sorunlu gözüküyor. Çinli bir lider konut krizinin ardından şunları söylüyordu: “Öğretmenlerimizin bazı sorunları var.”
Görünen o ki, bir model olarak özellikle de finansal boyutuyla Anglo-Sakson kapitalizmi kafalardaki soru işaretlerini artırdı. Bretton Woods sonrasının finans kapitalizmi tökezledi. Amerikan rüyasına gölge düştü. İster istemez suçlu ilan edilen başta yatırım bankaları ve onların türev araçları olmak üzere finansal sistem sıkı bir denetimden geçecektir. Kapitalizm yüksek kâr arayışlarına devam edeceği başka yollar arayacaktır. Belki yarın sistemin harcama gücünü paylaşacak başka başka ülkeler ve insanlar çıkacaktır. Yeter ki parti devam etsin, dans edenler olsun. Müziğin melodisi çok da önemli değil. Bugün ise etrafı toparlama zamanı. Zararıyla ziyanıyla...
Paylaş
Tavsiye Et