SULTANGAZİ, İstanbul’un sekiz yeni ilçesinden biri. Bugünlerde ise CHP’nin ilçe ve il başkanlıklarının tertip ettiği katılım töreninde Genel Başkan Deniz Baykal’ın çarşaflı bir hanıma parti rozetini takması nedeniyle adından çokça söz ettiren bir ilçemiz. Sultangazi’dekine benzer sahnelerin İzmir’de de sergilendiğini gazetelerden öğrendik. Bu tavır, “CHP’nin Çarşaf Açılımı” başlıklarıyla gazete sayfaları ve televizyon kanallarını süsledi. Birkaç gün sonra ise CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mesut Değer’in “Genel Merkez binasında bir mescidin bulunmayışını eksiklik olarak değerlendirdiği”ne ilişkin iddialar gazete sayfalarına düştü.
CHP’nin kampanyasıyla ilgili olarak medya da ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta Cumhuriyet’in kurucu partisinin “Cumhuriyet’in temel ilkeleri”ne ihanet içerisinde olduğunu söyleyenler var, öte tarafta ise AKP’nin önünü kesecek bir girişim olarak gördükleri söz konusu süreci alkışlayanlar ve devamı konusunda CHP’lileri teşvik edenler. Bu ikincilere, artık kangren olmuş bazı meselelerin çözümünde “devlet partisinin girişimleri”nin işlevsel olacağını düşünenleri de ekleyebiliriz belki.
CHP’nin “Cumhuriyet’in altı okuna ihanet” suçlamasını tartışmanın bir anlamı kalmış mıdır? Zira gerek CHP gerekse kendilerini Kemalist ve Cumhuriyetçi olarak niteleyenlerin ekseriyeti bu altı okun çoğunu çok uzun zaman evvel terk eylemişlerdi. Halkçılık, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, devletçilik vb. ilkelerin bir kısmı ya başından itibaren sözden öteye geçememişti ya da sonraki dönemlerde Kemalist kadrolar tarafından çağın gereklerine uymadığı gerekçesiyle teker teker terk edilmişlerdi. Dolayısıyla “Cumhuriyet’in temel değerlerine ihanet” suçlamasını, CHP’nin yerel seçim stratejilerine yöneltilmiş “aslı varken seçmen niye sizin gibi taklitçi partilere yönelsin?” şeklindeki bir sorgulama olarak algılamak daha doğru olacaktır.
Zira sağ ve sol partilerin aldıkları toplam oy oranlarına bakıldığında, geleneksel sağ oylar lehine sürekli artan bir eğilim görülüyor. 2007 genel seçimlerinde bu oran, kabaca bire dört şeklindeydi. Böyle bir tablo içerisinde, CHP’nin ne olduğu henüz tam olarak anlaşılamamış “Gelin canlar sizi rozetleyelim, hep beraber resetlenelim” açılımıyla bütün bu gelişimi tersyüz edeceğini düşünmek biraz ham hayalcilik olmuyor mu? Bu anlamda, son girişimlere, alışıldık dogmatik ve dar siyasetiyle bitme noktasına gelmiş CHP’nin, can havliyle kendini korumak için başvurduğu pragmatik bir yol olarak bakmak belki de daha anlamlı olacaktır.
Peki, CHP gerçekte ne yapmak istiyor? Gerek “çarşaf açılımının mimarı” İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’in medyaya vermiş olduğu röportajlardan gerekse partinin sonraki günlerdeki uygulamalarından anlayabildiğimiz kadarıyla, CHP yerel seçimler için aylar evvelinden çalışmaya başlamış. Özellikle de İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde AKP’yi zorlayıcı bir seçim kampanyası hazırlamışlar. Her fırsatta üç meseleyi öne çıkarıyorlar: Yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluk. Yoksul ve işsizlerin dindar da olabilecekleri gerçeğini yeni keşfettikleri için olsa gerek “Örtülü olmaları, onların sorunlarına sahip çıkmamıza engel değil” söylemini öne çıkarıyorlar. AKP’yi özellikle “yolsuzluk” söylemiyle vurmayı hedefliyorlar. Bu noktada da, tehlikeli bir yola saparak, yoksullara ve işsizlere “AKP’lilerin dindarlığı, sizin dindarlığınızdan farklı”mesajı vermeye çalışıyorlar: “Onlarınki samimi olmayan, kasalarını doldurmaya yarayan bir dindarlık. Onlar türban, başörtüsü gibi meseleleri siyasal istismar aracı olarak kullanıyorlar.” Vatandaşların söylediğini iddia ettikleri “Eskiden aynı camide namaz kılardık. Şimdi benim eşim hâlâ çarıkla dolaşıyor, onların ki Hermes eşarp takıyor.” türünden değerlendirmeler de bu yaklaşımlarını ima ediyor. CHP kısacası AKP’ye oy vermiş seçmene şunu diyor: Senin yoksulluğun artarak devam ederken, dinî hassasiyetlerle kendine yakın gördüğün, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel sorunlarının çözümü için teveccüh gösterdiğin ve kendilerine iktidar yollarını açtığın insanlar lüks içerisinde yaşıyorlar. Bu çelişkiye artık bir son ver ve bunları CHP’ye oy vermek suretiyle cezalandır. Türban/başörtüsü probleminin ancak CHP’nin iktidarında çözülebileceği söylemi de bu kampanyanın bir parçası.
Özellikle bu son cümlede belirtilen husus, gerek CHP’liler gerekse CHP’nin iddia ettiği “açılım”ları destekleyenler tarafından sıklıkla tekrar ediliyor. Fakat her nedense, “CHP eğer bu problemi kendi iktidarında çözebileceğini iddia ediyorsa ve meseleyi ‘laiklik’ açısından bir tehlike olarak görmediğini beyan ediyorsa, ‘laiklik açısından tehlikeli olarak görmediği’ bir serbestliğin gerçekleşmesine muhalefette iken neden destek vermiyor, hatta tam tersine neden engel oluyor?” sorusunu sormak kimsenin aklına gelmiyor. (Kaliteli Türk medyasının bugünlerde aklına gelmeyen, fakat geçmişte sıkça dillendirdiğine şahit olduğumuz ikinci bir soru da, “Memleketin bunca ekonomik problemi varken işiniz gücünüz yok mu sizin, neden çarşaf, başörtüsü gibi tali meselelerle uğraşıyorsunuz?” sorusuydu. Neyse, sağlık olsun!) Eğer Gürsel Tekin’in ifade ettiği gibi, siyasal bir beklenti içerisinde olmaksızın örtülü, çarşaflı insanlarımızı kucaklamak istiyorlarsa bu samimiyetleri en rahat gösterebilecekleri dönem muhalefette oldukları dönem değil midir? Buyurun gösterin samimiyetinizi! Halkımızın yapılan hiçbir yanlışlığı unutmadığı gibi, yapılan her hizmeti de hakkıyla takdir eden bir sağduyuya sahip olduğunu da hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayın!
“İktidar olmak istediklerini” her fırsatta vurgulayan CHP, İstanbul’u AKP’nin elinden almak üzere türlü türlü girişimlerde bulunurken “çarşaf açılımı”nın seçimlere yönelik olmadığına inanmamızı istiyor. Peki, öyle olsun. Zahire göre hükmetmek durumundayız. Ancak konu ile ilgili CHP’lilerin açıklamaları ve uygulamaları ikircikli bir durum arz ediyor. Örneğin, “çarşaflı hanıma Baykal’ın rozet takması”na yönelik eleştirileri, söz konusu şahsın CHP’ye üye kaydedilmediğini belirterek cevaplıyorlar. Üye yapıp yapmayacakları konusuna ise, “Üyelik başvurusunda bulunursa değerlendirilir” şeklinde belirsiz cevaplar vererek geçiştiriyorlar. Yine Gürsel Tekin, bir röportajında, örtülü insanlarda “samimiyet” arayışında olduklarını belirtiyor. Yani samimi olarak mı örtünmüşler, siyasal bir simge olarak mı örtünüyorlar? Bu ayrımı nasıl yapacaklarsa artık? CHP’lilerin geçmişten beri kullandıkları bir başka basmakalıp ifade de, “Anadolu başörtüsü” ile “siyasal simge olarak başörtüsü” arasında ayrım yapmak. Bütün bu açıklamaların ışığında, CHP’nin “çarşaf açılımı”nın samimiyetten ziyade istismara yakın düştüğünü söylemek için yeterince sebebimiz yok mu?
Başı örtülü ya da çarşaflı insanlarımızın “doğal siyasal tercihler”inin hangi partiden ya da siyasal eğilimden yana olacağı konusunda kesinbir şey söylenebilir mi? Türkiye’nin toplumsal yapısının, siyasal geleneklerinin ve kültürel birikiminin farkında olan birisi bunun mümkün olmayacağını bilir. Örtünmek siyasal tercihler konusunda belki görünürde, örtünen kişinin tercihlerine ilişkin bir işaret vermektedir. Ancak bunun bir kesinliği yoktur. Dolayısıyla örtünen bir kişiyi AKP’nin ya da SP’nin doğal seçmeni olarak görenler ile CHP’ye yakıştırmayanlar arasında hiçbir fark yoktur. Örtülü hanımların Baykal’ın CHP rozetini kendilerine takmasına nasıl izin verdiklerini sorgulamak ile Baykal’ın laikliğin bekçisi “laikçiler”in kalesi olarak değerlendirilen CHP’nin rozetini, “çağdaş Türkiye’ye yakışmayan” çarşaf giymiş birisine nasıl takabildiğini sorgulamak arasında hiçbir fark yoktur. Başı örtülü hanımlar, tıpkı başı açık hemcinsleri gibi, herhangi bir siyasi partiye katılabilirler, üye olabilirler. Asıl paradigma dönüştürücü etkisi olabilecek uygulama; başı örtülü ya da çarşaflı bir hanımın milletvekilliğine ya da belediye başkanlığına aday gösterilmesi ve seçildiğinde de, görevinin gereklerini seçmen karşısına çıktığı örtülü imajıyla yürütebilmesidir. Türkiye’deki mevcut uygulamada tam da bu noktada örtülü hanımlar ile örtülü olmayan hemcinsleri arasında katı bir ayrımcılık yapılmaktadır. Siyasal sistemden kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle, bu noktada mevcut siyasal partiler arasında bir farklılık gözlenmemekte ve dahası bu konuda bir samimiyet ya da istismar sorgulaması yapmak mümkün gözükmemektedir.
Dolayısıyla CHP’nin “çarşaf açılımı” olarak kamuoyuna sunulan girişimi konusunda ne kadar arzulu, dürüst ve samimi olduğuna ya da bu açılımın kapsamına, hangi noktalara kadar sürdürülebileceğine ancak CHP’nin söylemlerinin mukayese edilmesiyle ulaşılabilir. CHP’liler, bir taraftan örtülü hanımların partilerine katılması konusunda davetler yapar ve sembolik görüntüler verirken, öte taraftan da “devlet kurumlarında görev yapanlar ya da üniversitelerde örtülü olarak okumak isteyenler” konusundaki alışıldık siyasetlerinin devam edeceğine ilişkin söylemlerde bulunmayı da ihmal etmiyorlar. Bu noktada problem, CHP’den çok, CHP’nin bu katılım davetlerine icabet edenlere aitmiş gibi gözüküyor.
Fakat tüm bunlar, CHP’nin uzun zamandır ilk kez bir seçime bu denli hazırlıklı gireceği gerçeğini değiştirmiyor. Bu anlamda yaklaşan yerel seçimlerde, tüm Türkiye genelinde, fakat özellikle de İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde iktidar partisini zorlu bir seçim süreci bekliyor. Küresel iktisadi krizin yansımaları, iktidar yorgunluğu, yolsuzluk dosyaları gibi birçok problemle karşı karşıya kalan AKP’nin, yerel seçimlerde nasıl bir strateji takip edeceğinin işaretleri ise henüz ortalarda gözükmüyor.
Paylaş
Tavsiye Et