1552’de Moskova Çarı IV. İvan’ın Kazan Hanlığı’nı ele geçirerek dünya sahnesine çıkardığı, 18’inci yüzyılın başında Çar Petro tarafından Avrupa güçlerinden biri haline getirilen, 1917’de yaşadığı Bolşevik Devrimi’yle 20’nci yüzyılı sarsan, Soğuk Savaş’ın iki kutbundan biri iken bir anda bir sefalet ülkesi durumuna düşen, ama kısa sürede konumunu yeniden kabul ettirerek G-8 arasına giren dev. Tarih Rusya’yı ezilen yığınların ümidi olarak mı yoksa Stalin döneminde öldürülen 20 milyon kişiyle mi; sömürge halklara özgürlük yolunda yardım eden bir ülke olarak mı yoksa Macaristan’da, Çekoslavakya’da ve Afganistan’daki işgalleriyle mi hatırlayacak? Bugün görece zayıf da görünse, dünya vizyonları “ABD’nin karşısındaki süpergüç” olmakla şekillenen Rus siyasî eliti tarafından ‘devlet temelli milliyetçilik’ ilkesi ile takdis edilen yeni Çarının arkasında kenetlenmiş bu dev, Avrasyacılık yolunda imparatorluk hayali ile reel politik arasındaki dengeyi kurmaya çalışıyor. Rusya’da rejimler tamamen değişse de Rus ve Slav olmayan unsurları dışlama ve yer yer yok etme politikası değişmiyor. 16’ncı yüzyılın Çarlık rejimi, 20’nci yüzyılın Sosyalist düzeni ve bugünkü Rusya bu konuda birleşiyor. Oysa İslam ile ortak bir zemin inşa edemezse Rusya’nın imparatorluk hayali, eski bir rüya olarak kalmaya mahkum.
Paylaş
Tavsiye Et