Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (June 2004) > Toplum > Jean Baudrillard’dan bize kalan
Toplum
Jean Baudrillard’dan bize kalan
Fahrettin Altun
I.
ÜNLÜ Fransız düşünür Jean Baudrillard, 27 Nisan’da İzmir’de ve 30 Nisan’da İstanbul’da birer konferans verdi. Baudrillard’ın İstanbul’daki konferansı tıklım tıklımdı. İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından organize edilen konferansa “ilgi büyüktü”. Konferans için ayrılan salon “seçkin konuklar” tarafından doldurulduğundan, Baudrillard’ı dinlemek arzusu içerisinde olan dinleyici kitlesi için, içerisinde dev bir ekranın bulunduğu ikinci bir salon açıldı. Birçok kişi bu salona dahi girme şansını yakalayamadı.
Baudrillard’ın ne anlattığına geçmeden önce, söz konusu ilgiyi ve hatta “izdiham”ı nasıl açıklamak gerektiğine ilişkin birkaç şey söylemek gerekiyor. Çünkü, Baudrillard daha önce, 1999 yılında İstanbul’a gelmiş ve burada bir konuşma yapmasına rağmen hiç de böylesi bir kitlesel kabul görmemiş, yalnızca bir iki köşe yazarı onun gelişine kısaca değinmişti. Hiç kuşkusuz bu sefer konferansı düzenleyen organize heyeti çok iyi bir tanıtım çalışması yaptı. Öyle ki, koca Baudrillard’ı bir popüler kültür nesnesi haline getirmeyi başardı. Televizyon kanalları ve gazeteler haber-reklam formatında Baudrillard’ın gelişini duyurdu.
Oğuz Adanır, 25 Nisan 2004 tarihli Radikal İki’de “Baudrillard İzmir ve İstanbul’da” başlıklı bir yazı yazdı ve bu yazıda Baudrillard’ı “yalnızca ülkemizde değil, hemen bütün dünyada çok tanınan ancak düşünceleri az bilinen ve yaşayan en radikal düşünür” diye tanımladı. Adanır’ın bu sözleri Baudrillard için söylenebilecek en iyi reklam cümlesiydi kuşkusuz. Hem “az bilinen”, hem “en radikal”. Entelektüellerimizin dayanılmaz bulacağı bir cazibe merkezi oluşturmak için seçilebilecek en iyi sözcüklerdi bunlar. Hele hele kendisini “muhalif” entelektüel tanımı içerisinde görenler için Baudrillard yeni bir liman olabilir, zihinlerde yeni ufuklar açabilirdi. Böylesi bir beklentinin üzerine geldi ünlü Fransız düşünür.
 
II .
Baudrillard’ın konuşmasının başlığı “Sanal Evren ve Haber Dünyası” idi. Aslında Baudrillard’ın konuşmasında onun düşüncelerine az çok aşina olanlar için yeni bir şey yoktu; hatta fazlasıyla tanıdık örneklerle örülüydü konuşma metni. Baudrillard’ın konuşması alışılageldiği üzere dağınık bir konuşmaydı. Konuşmada şu noktalara dikkat çekti Baudrillard: 11 Eylül, Amerika’nın dünyadan yalıtılmış ve kimsenin rahatsız edemeyeceği bir dünya gücü olma durumuna son vermiştir. Irak Savaşı, daha suç aşamasına varmamış bir eylemin önceden cezalandırılması güdüsü dolayısıyla gündeme gelmiştir. Mevcut baskı düzenini bozmaya dönük her türlü eylem ve program, sistemli bir biçimde engellenmeye çalışılmaktadır. Irak Savaşı’nın tedbir amaçlı olduğu söylenmektedir, oysa bu savaş geçmişin (11 Eylül’ün) öcünü almaktadır. Mevcut dünya düzeni olaysız bir dünya istemektedir; bu nedenle olay çıkarmaktadır. “Güvenlik adı altında teröre başvuran bir sistem sonunda bu terörü bizzat kendine uygulamak durumunda kalmıştır.” İktidar kendi kazdığı kuyuya düşmüştür. Bu, Moskova’daki tiyatro baskınında teröristlerle birlikte rehinelerin de öldürülmesi sonucunda tescillenmiştir. Tüm iktidarlar, tüm halklara karşı birer koalisyon oluşturmaktadır. Savaş karşıtı gösteri yürüyüşlerinin hiçbir anlamının olmadığı, Amerika’nın Irak’a açtığı savaşla ortaya çıkmıştır. Şu anda karşımızda ölçü kavramından yoksun, karşısında dengeyi sağlayabilecek bir gücün olmadığı, vahşi bir dünya gücü bulunmaktadır. Küresel iktidar kendi sonunu da bünyesinde barındırmaktadır. Yeni dünya düzeninde devrimler son bulmuştur. Bundan böyle içsel sarsıntılardan söz etmek gerekecektir. Terörizm, tarihi boyuttan yoksun, kendisiyle uzlaşma olanağı olmayan bir “düşman”dır. “Küresel düzenin ürkütücü monotonluğuna karşın, insanı ürkütecek cinsten olayların gerçekleşme şansı her zaman vardır.” Bugün olayları denetleyen temel şey, haberlerdir. Gündelik haberler tarihin yok olmasına hizmet etmektedir. Gerçek, sinemayı yok etmekte; sinema da giderek gerçeği yok etmektedir.
 
III.
Baudrillard’ın konuşmasında öne çıkan unsurlar bunlardı. Baudrillard’ın ağızlarda nasıl bir tat bıraktığını biraz da zaman gösterecek; ancak konuşmasının ardından gazetelerde çıkan haberler ve yapılan yorumların büyük çoğunluğu, Baudrillard’ı N. Chomsky, E. Said gibi “muhalif” düşünürler silsilesinin bir uzantısı olarak görme eğilimi içerisindeydi. Amerika’nın Irak işgaline duyulan öfke ve hissedilen rahatsızlık Baudrillard’ın sözleri aracılığıyla lanetleniyor, Baudrillard’ın verdiği “entelektüel cevap” bizleri rahatlatıyordu. Baudrillard’ın konuşmasında dönüp dönüp Amerika’nın kendi sonunu bizzat kendi bünyesinde barındırdığına vurgu yapması, en fazla dikkat çekilen nokta oldu. Söz konusu yorumlarda Baudrillard “muhalefetin dili” olarak kutsanıyor; maalesef düşünce dünyamızda sıklıkla benzerine rastladığımız bir biçimde, Batılı bir üstadın çektiği fotoğrafın ne denli canlı, ulaştığı sonuçların ne denli mükemmel olduğu öne sürülüyordu.
Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta bulunuyor: Birincisi, Baudrillard’ın yukarıda bazı noktalarını öne çıkardığım konuşması boyunca çağdaş dünya siyasetinin işleyişine dair söylediklerinin hangi yönleri itibariyle “özgün” olduğu sorunudur. Ne söylendiğini değil, kimin tarafından söylendiğini temel almamız ve güçlü kuramsal zeminlerden yoksun olmamız dolayısıyla doğru bildiklerimizi başkalarının (ama illa da Batılı üstatların) birkaç sihirli cümlesinin arkasına gizlememiz, Batılılaşma tarihimiz boyunca bizi bir türlü rahat bırakmayan zihinsel reflekslerdir. Söz konusu olan, güçlü bir liman arayışı, kendisine sığınılan düşünürün herhangi bir sözünü, cümlesini, makalesini ya da kitabını tüm bağlamından koparıp reklam etmektir. Şüphesiz bu düşünsel bir özgüvensizliğin eseridir.
İkinci nokta, Baudrillard’ın konuşmasının yaptığı çağrışımların eksik ve hatalı yorumlanmasıdır. Bu da Baudrillard’ın kendi düşünsel serüveninin yeterince bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Baudrillard’ın konuşmasında ve son dönem yazılarında dikkat çekilmesi gereken çok önemli bir boyut vardır. Baudrillard, artık Saussure ve Freud’un düşüncelerinden etkilenen ve Marksist düşünce kategorilerini belli rezervlerle birlikte hareket noktası kabul ederek radikal bir dil teorisi geliştirmeye çalıştığı ya da canhıraş bir şekilde modern dünyanın gösterge sistemini deşifre etmeye dönük başarılı bir entelektüel performans ortaya koyduğu dönemlerdeki Baudrillard değildir. Baudrillard belli bir dönemden sonra “nihilist ve anarşist” bir çerçeve içerisinde düşünce üretmektedir. Pesimist bir perspektiften direnişin anlamsızlığı kabulüne vararak, sonlanması gereken şeylerin kendi sonlarını getirecekleri varsayımından beslenen yeni bir düşünce durağına varan Baudrillard’ı muhalefetin dili olarak okumak beyhude bir uğraştır. Baudrillard, sunduğu çerçeve ile, Batı toplumunun standartlarından hareketle vardığı, direnişin anlamsızlığı kabulünü, determinist perspektifini ve kehanetlerini başka kültürel coğrafyalara ve anlam dünyalarına taşımak istemektedir. Baudrillard’ı kendi içinde, ait olduğu toplumsal değerler özelinde bir bütün olarak değerlendirmek, sözlerinin ne anlama geldiğini bu doğrultuda tartışmak durumundayız.

Paylaş Tavsiye Et