Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2004) > Dünya Siyaset > Kurgu ve siyaset arasında bir ömür: Ronald Reagan
Dünya Siyaset
Kurgu ve siyaset arasında bir ömür: Ronald Reagan
Fahrettin Altun
AMERİKA Birleşik Devletleri’nin kırkıncı başkanı Ronald Reagan, 5 Haziran 2004 tarihinde doksan üç yaşında öldü. Reagan, büyük bir devlet töreni ile defnedildi. 11 Eylül sonrası dönemde ölen ilk ABD başkanı olan Reagan, yine bu dönemin ardından oluşan yeni vatanseverlik algısı ve muhafazakâr siyasî ortamın da etkisiyle, daha ziyade Amerikan değerler bütününe yaptığı düşünülen katkılar dolayısıyla anıldı; buna karşın, politikaları ve özellikle siyasî biyografisine ilişkin birkaç istisna dışında eleştirel değerlendirmeler yapılmadı.
Oysa ki, Frances Fitzgerald, Edmund Morris, Clark Clifford, Nicholas von Hoffman, Tip O’Neill, Anthony Lewis gibi yazarlarınki başta olmak üzere Reagan’ın hayatını konu edinen çalışmalara bakılacak olursa bu eserlerin büyük bir kısmının ilk anda göze çarpan yanlarının, Reagan’ın bilgisizliğinden, kısa süreli dikkatinden, diplomasiden bihaber oluşundan, dar görüşlülüğünden ve hatta birkaç filmin etkisinde kalarak bir gelecek vizyonu oluşturmak istemesinden uzun uzun bahisler açtıkları görülebilir. Bu iki nokta arasındaki mesafe farkını basitçe “kel ölür sırma saçlı olur” felsefesine değil de, Amerikan siyasetinin sembol ve mit üretimine bağlamak en doğrusu olacaktır. Kuşkusuz, bu çerçevede Peter Schweizer’ın Reagan’s War: The Epic Story of His Forty Year Struggle and Final Triumph over Communism (Westminster: Doubleday, 2003) isimli kitabında olduğu gibi Reagan’ı büyük bir Amerikan kahramanı şeklinde yorumlayarak söz konusu sembol üretimine katkıda bulunan kitaplar da yayımlandı ve yayımlanacağa da benziyor.
 
Muhabirlikten Başkanlığa Giden Yol
Reagan’ın biyografisi birçok ilginç unsuru bünyesinde barındırıyor. Reagan’ın siyasî ve sanatsal kariyeri, bir boyutuyla, sinemanın siyaset alanına, siyasetin ise gösteri alanına dönüşmesi ile ilgili olarak son zamanlarda yapılan analizlere tipik bir örnek oluşturur nitelikte. Diğer yandan Reagan’ın biyografisi, eğer doğru okunursa, Soğuk Savaş dönemi Amerikan siyasetinin temel parametrelerini ortaya çıkarmak ve Amerikan muhafazakâr politikasının reflekslerini anlamak noktasında birçok önemli ayrıntı içeriyor.
1911 yılında Tampico (Illinois)’da dünyaya gelen Ronald Reagan, Eureka Koleji’nde iktisat ve sosyoloji okur. Buradan mezun olduktan sonra önce mahalli daha sonra da ulusal bir radyoda spor muhabirliği yapan Reagan, 1937 yılında dönemin büyük sinema şirketi Warner Brothers ile bir anlaşma imzalayarak bazı filmlerde ufak tefek roller almaya başlar. 1941 yılında FBI’ın Hollywood’daki komünist yapılanmayı araştırmak üzere kurduğu komisyonda sorgulanan Reagan, 1942’de orduya katılır ve Hava Kuvvetleri’nin propaganda bölümünde çalışır. Amerikan askerlerine moral olması hasebiyle çekilen birçok filmde rol alır. 1945 yılında Warner Brothers ile bu sefer milyon dolarlık bir sözleşme imzalayan Reagan artık başrollerde oynamaya başlar. Reagan, aynı yıl Ekran Sanatçıları Derneği başkanlığına seçilir ve bu saatten sonra siyasî kimliğini yüksek sesle dillendirmeye ve bu kimlik uyarınca mücadele etmeye başlar. Reagan, radikal bir anti-komünisttir ve bu doğrultuda sinema sektöründeki (Hollywood’daki) komünistlerin cezalandırılması ve bir daha dönmemek üzere uzaklaştırılması için yoğun bir çaba sarf eder. Reagan, sürekli Lenin’in sinema ve komünizm arasında kurduğu pozitif korelasyondan bahsederek Hollywood’un Amerikan toplumsal değerlerini pekiştirecek anti-komünist bir mekanizma olması gerektiğini vurgular. 1952 ve 1956 yıllarında Eisenhower’ın, 1960 yılında
Nixon’ın seçim kampanyalarına destek verir; 1966 yılında birinci, 1970 yılında ikinci kez California valisi seçilir. 1976 yılında Cumhuriyetçi Parti’den başkanlık için aday adayı olan ancak seçilemeyen Reagan, 1980 yılında Cumhuriyetçi Parti’den aday olmayı başarır; Jimmy Carter’a karşı seçimi kazanarak ABD başkanı seçilir ve 1989 yılının başlarına kadar iki dönem başkanlık yapar.
 
Ve Yeni Arayışlar Reagan’ın Yolunu Açar
Ronald Reagan’ın başkanlık mücadelesi verdiği dönem, Amerikan dış politikasında birçok ciddi sıkıntının yaşandığı, Amerikan ekonomisinin ivme kaybettiği ve toplumda ciddi moral bozukluklarının söz konusu olduğu bir dönemdir. Özellikle Vietnam Savaşı ile birlikte ülkede oluşmaya başlayan kaos ortamı Amerikan siyasetinde yeni arayışları beraberinde getirmiş, 1950’lerin ve ilk yarısı itibariyle 60’ların iyimser dünya, toplum ve ekonomi algıları değişmeye başlamıştır. Bu süreç Amerikan toplumunda muhafazakâr ideolojinin giderek yükselişe geçmesine yol açmış, iç ve dış politikadaki başarısızlıklar muhafazakârları gittikçe artan oranlarda kızdırmıştır. Özellikle Vietnam yenilgisini hazmedemeyen muhafazakârlar, dünyadaki komünist yayılmacılığa bir an önce dur denmesi gerektiğinin propagandasını yapmışlar, Amerika’nın içerisine düştüğü kriz ortamının ancak güçlü bir liderin önderliğinde ve mevcut kurumların düzgün bir biçimde işletilmesiyle aşılabileceğini vurgulamışlardır. Söz konusu beklenti, Angola ve Nikaragua’da komünist kadroların başa geçmeleri, Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, İran’da İslamcı bir devrimin yapılması ve ardından İran’daki Amerikan elçiliğinde çalışan Amerikalıların rehin alınmaları gibi olaylarla daha da artmıştır. Diğer yandan, yine 70’li yıllarda gündeme gelen Watergate skandalı, bazı gizli Pentagon belgelerinin basına sızması gibi olaylar, Amerikan toplumunda mevcut siyasî yapıya ve özellikle de büyük sermaye gruplarına karşı bir güvensizliğin gündeme gelmesine sebep olmuştur. Bu dönemde iktidarda bulunan liberaller bazı sosyal güvence yasaları çıkarmış, yeni istihdam olanakları oluşturmaya çalışmışlarsa da toplumda muhafazakâr bir limana sığınma arzusu her geçen gün artmış ve 1980 yılında Ronald Reagan imdada koşmuştur.
 
Reagan’la Değişen Amerikan Siyaseti
Reagan, başkan olduktan sonra kendisinden beklenen ve rakiplerinin ‘endişeleri’ni haklı çıkaracak bir biçimde dış politikada saldırgan bir tutum benimsedi. Öyle ki, “Reagan Doktrini” olarak bilinen yaklaşımı ABD dış politikasının temel hareket noktası yaparak, Soğuk Savaş’ın başlangıcından o güne dek süregelen ve “çevreleme siyaseti” olarak bilinen dış politika vizyonundan vazgeçti. Reagan, bunun yerine, Sovyetler Birliği’nin ilerlemesini aktif bir biçimde geri püskürtmekten bahseden, çeşitli ülkelerdeki komünist yönetimlere karşı muhalefet edebilecek güçlere aktif destek veren ve Afganistan’da Sovyetler’e karşı mücadele veren güçlere gizli yardımda bulunan bir dış politika çizgisi tutturdu.
Reagan yönetimi, uzun yıllar ABD dış politikasında Amerikan yayılmacığını dengelemenin bir aracı olarak ve ABD lehine bir mit inşa etmek amacıyla kullanılan Soğuk Savaş metaforunun Sovyetler Birliği’nin gittikçe hantallaşan yapısı ve mevcut uluslararası ortam dolayısıyla artık kullanılamayacağını fark etti; bunun üzerine Sovyetler’le yakın ilişkiler geliştirdi. Kısa süre sonra da Sovyet hayaleti yok oldu. Reagan, bu süreçte, ulusal ve uluslararası düzlemdeki siyasal ikna operasyonunun bir parçası oldu. Zira Soğuk Savaş militan bir neo-muhafazakâr başkan tarafından sonlandırılabilir, Amerikan toplumu Soğuk Savaş psikolojisinden ancak Reagan gibi tüm hayatını anti-komünist söylemin inşasına adamış birisinin yardımıyla kurtulabilirdi. Reagan’ın SSCB ile geliştirdiği yakın ilişkiler, kurgunun oluşumunda kendince katkı sahibi olan bir oyuncunun, yeni bir kurgu lehine bunu bozması anlamına geliyordu.

Paylaş Tavsiye Et