Kitap
İslam Düşüncesinde Felsefe Eleştirileri
Fatih Toktaş
İstanbul: Küre Yayınları, 2004
Batılı oryantalist düşüncenin ve yerli oryantalist literatürün sorduğu en meşhur sorulardan birisi “Doğu’da [bizde] neden felsefe gelişmedi?” sorusudur. Ernest Renan, aynı zamanda birçok Müslüman düşünürün kendisine reddiyeler de yazdığı “İslam Terakkiye Manidir” isimli konuşmasında, Müslümanların “geri kalması”nın, İslam dünyasında felsefenin gelişmemiş olmasının doğal bir sonucu olduğunu öne sürmüştü. Kuşkusuz, bu bakış açısının en temel tıkanma noktası, genelde felsefe-toplum ilişkisine dair sorunlu bir perspektiften hareket etmesi, özelde ise İslam düşüncesinin iç dinamiklerine ilişkin yetersiz bir bilgi birikimine sahip olmasıdır. Fatih Toktaş’ın doktora tezinin gözden geçirilip kitaplaştırılmış şekli olan İslam Düşüncesinde Felsefe Eleştirileri, sırf bu tartışmaya kazandıracağı ufuk açısından dahi mutlaka okunması gereken bir çalışma. Eser, İslam felsefesi tarihinde en dikkate değer düşünce akımı olan Meşşâiliğin din ve felsefe arasında kurmaya çalıştığı köprüyü resmetme arayışında. Meşşâilerin ahlak, siyaset, mantık, fizik ve metafizik alanlarında geliştirdikleri felsefenin gösterdiği özellikler, Gazzâlî ile başlayan süreçte bu felsefeye yöneltilen eleştiriler, İbn Rüşd’ün bu eleştirilere verdiği cevaplar ve ortaya koyduğu felsefe bu kitapta derinlemesine ele alınıyor. Kitap, arka kapağında şu cümleyle özetleniyor: “Meşşâîlerin mantık, metafizik ve psikoloji alanındaki görüşlerine, başka felsefe akımlarına mensup filozoflardan mutasavvıflara, hadisçilerden kelamcılara kadar farklı kesimlerden yöneltilen eleştirileri sistematik bir biçimde ele alıp değerlendiren bu çalışma döneminin sıcak tartışmalarının bir dökümünü de sunuyor.” / Mustafa Bilge
Tavsiye Et
Ellen Kay Trimberger
Çeviren: Fatih Uslu
İstanbul: Gelenek Yayınları, 2003
Batılı olmayan ülkelerdeki ordu ve bürokrasinin modernleşme sürecindeki rolleri hakkında özellikle Amerikalıların İkinci Dünya Savaşı’nın ardından çok yoğun çalışmalar yaptığını biliyoruz. İlk dönemde yazılan eserler, özellikle silahlı kuvvetlerin, örgütlü yapıları gereği modernleşme süreçlerinde son derece pozitif roller oynayacaklarını iddia etmişlerdi. Daha sonra yapılan çalışmalarda böylesi “iyimser” yaklaşımlar eleştirildi. Ancak ilk kez Trimberger’in Tepeden İnmeci Devrimler isimli eseri ile ordu, bürokrasi ve modernleşme ilişkileri eleştirel bir perspektiften sistematik bir tarzda ele alınıyor. Bu kitabın önemi 1923 Türkiye’sini, Meiji dönemi Japonyası’nı, Nasır Mısır’ını ve 1968 Peru’sunu karşılaştırmalı bir perspektiften ele alması ve yukarıdan aşağıya doğru seyrettirilmeye çalışılan modernleşme süreçlerinin özellikleri üzerinde durması. Trimberger, kitabı yazma amacını şu sözlerle ifade ediyor: “Bu kitap halihazırdaki sosyolojik devrim kuramlarından duyulan tatminsizliğin neticesinde ortaya çıktı. Bu, tarihsel olmayan işlevselcilik üzerine bina edilmiş bir genel tarih kuramı geliştirme teşebbüslerinin ve sadece büyük Batı devrimlerine odaklanmış daha tarihsel tabanlı mukayeseli çalışmaların oluşturduğu bir tatminsizliktir. Varolan literatürün bir özetini vermek yerine, Batılı olmayan dünyadaki ‘alışılmadık’ devrim denemelerini inceleyerek alternatif bir metodoloji ve müstakil bir yaklaşım sağlamak istedim.” / Fahrettin Altun
Tavsiye Et
Maverdî
Çeviren: Mehmet Ali Kara
İstanbul: İlke Yayıncılık, 2003
Devlet ve devlet adamına ilişkin olarak kaleme alınmış, oldukça sağlam bir kuramsal zemin üzerinde inşa edilen ve kendisinden sonra gelen siyaset düşünürlerine ilham kaynağı olan Maverdî’nin Teshîlü’n-nazar ve ta’cîlü’z-zafer fî ahlâki’l-melik ve siyâseti’l-mülk özgün adlı klasikleşmiş eseri İlke Yayıncılık tarafından Devlet Yönetimi adı ile “İslam Klasikleri Siyaset Akademisi” dizisinin ilk kitabı olarak yayımlandı. Mehmet Ali Kara tarafından Türkçe’ye çevrilen eser, devletin mahiyeti ve temel görevleri, adil yönetim, devlet başkanının ve yardımcılarının vasıfları ve halk-devlet ilişkileri gibi önemli konuları ele alıyor. / Vezir Meydan
Tavsiye Et
Ahmet Cemil Ertunç
İstanbul: Pınar Yayınları, 2004
Türkiye’nin yakın dönem siyasi tarihini konu edinen çalışmalara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Ahmet Cemil Ertunç’un kaleme aldığı bu çalışma, 1920’lerden 2000’lere uzanan dönemde Türkiye siyasetinin temel tartışmalarını, aktörlerinin gösterdiği özellikleri, güç ilişkilerini, devlet-toplum gerilimini ve Türk siyasal kültürünün biçimlenmesine etki eden tarihsel dinamikleri çözümlemeye çalışıyor. Kitap, üç ana bölüm ekseninde kurgulanmış. 1920-1940, 1940-1970 ve 1970-2000 arası dönemleri ele alan her bir bölümün sonunda zengin sayılabilecek bir görsel malzemeye ulaşmak da mümkün. / Vezir Meydan
Tavsiye Et
Carl Vett
Çeviren: Ercüment Asil, Haşim Koç
İstanbul: Elest Yayınları, 2004
“Sonuçlarıyla bu kadar gurur duyduğumuz bilim bizi dönüşü olmayan bir çıkmaz sokağa sürükledi. Aynen köstebekler gibi “dünyayı” yani maddeyi gittikçe daha fazla kazıyoruz. Ruhsal kaynağımızla olan bağımızı neredeyse tamamen yitirdik. Yine de tüm bu modern bilimin kaynağı neresidir? Doğu!”
İsviçreli bir teolog ve antropolog olan Carl Vett, Doğu mistisizmine duyduğu ilginin sonucunda, tasavvuf konusunda kapsamlı bir çalışma gerçekleştirmek için İstanbul’a gelir. Zahirî Hıristiyan kültürünün çoktan öldüğüne inanan Vett’e göre insanlığın felahı, hakikat yolunda dinler üstü kardeşçe bir birleşmeden geçer: “Dinleri sadece Allah’la tekrar birleşmek için bir araç olarak görmeliyiz; bir öz, kendi başına bir hedef olarak değil. Tüm dinler bir araç olarak aynı şekilde kullanışlıdır; çünkü hepsi, bizzat amaç değil, hedefe götüren birer araçtır. Din vasıtasıyla Allah ile hakiki ve canlı bir bağ kurabildiğimizde kısa sürede birbirimizi anlamayı öğreneceğiz.” Ona göre birleşmenin anahtarı ise semavî bir krallık olarak tanımladığı Asya’dadır. “Eğer kültürel değerler kurtarılacaksa Doğu ve Batı karşılıklı anlayışta birleşmelidirler.” Bu birleşmeyi sağlayabilmek için ortak bir yol bulma gayretinde olan Vett, İstanbul’da geçirdiği bir dizi ‘mistik macera’dan ve mütereddit müritleri niyetinin halisliğine inandırmayı başardıktan sonra Şeyh Esad Erbili’nin tekkesinde on dört gün kalır.
Tekke Günlüğü, Carl Vett’in bu on dört gün içinde İstanbul’da tattığı tasavvufî bir takım deneyimlerin ve konu ile ilgili düşüncelerinin hülasası bir bakıma. Tekkede tecrübe ettiği bilinç ötesi mistik olaylar yazarı etkilese de, Şeyh’in ve müritlerinin umut ettiğinin aksine İslam olmaz Carl Vett. Bunda muhakkak ki, canı gönülden inandığı aşikâr Karma felsefesinin ve reenkarnasyon inancının payı büyüktür. “İster Doğu’nun tarikatlarına ister Batı’nın dinî merasim şekillerine gitsin, hakikati dinlerinin en yüksek amacı olarak kabul eden insanların “kardeşler” olarak kaynaşabileceğini göstermek istedim.” Yaşadıkları hayal kırıklığına rağmen Şeyh ve müritleri başladığı büyük işte -Doğu’yu ve Batı’yı karşılıklı anlayış ve arkadaşlıkta birleştirme girişiminde- Vett’e güç ve cesaret vermesi için Allah’a dua etmekten geri durmazlar.
Yazar her ne kadar Doğu hakkındaki düşüncelerini “dünyanın bu kısmının sakinleriyle semavî kuvvetler arasında çok eski zamanlardan beri, gücü başka yerde bilinmeyen bir bağ kurulmuştur” şeklinde dile getirse de, tıpkı kendi medeniyetininkilere olmadığı gibi Doğu’nun eksikliklerine de bigane değil: “Doğu eskileri aynen taklit etmek yerine onların üzerine birşeyler bina etmeye çalışsa dünyaya daha iyi hizmet etmiş olurdu… Bu bizim Doğu’nun gerçek ruhunu elde edip, onu Batı’nın etkisiyle derinleştirip mükemmelleştirmemizi sağlayacaktır.” / Betül Özel Çiçek
Tavsiye Et
Nusret Özcan, Kemal Aykut
İstanbul: Nehir Yayınları, 2004
Beşir Ayvazoğlu Kitabı, Nusret Özcan ve Kemal Aykut öncülüğünde hazırlanmış. Kitap çoğu aynı zamanda yakın arkadaşı olan edebiyat ehli kimseler tarafından şair-yazar-gazeteci Beşir Ayvazoğlu ve eserleri hakkında yazılmış yazılardan oluşuyor. Hemen hemen tüm yazılarda üslubu titiz, mükemmeliyetçi, hassas diye tanımlanan Beşir Ayvazoğlu’nu, Ali Birinci bir “tercüme-i hâl üstadı olarak” Henri Troyat ile Stefan Zweig arasına yerleştiriyor. Her ne kadar günümüzde yazar deneme ve biyografileri ile öne çıksa da, kitaptaki yazılarda daha çok Beşir Ayvazoğlu’nun şairliği üstünde durulmuş. Şahin Öztürk de bu temayülü “Katlayıp dizinin altına koyar/Nâsir Ayvazoğlu’nu şair Ayvazoğlu” mısraları ile perçinliyor. Muhammed Sarıtaş “Beşir Ayvazoğlu geleneği tekrarlayan değil onu devam ettiren, geleneği çağdaşlaştıran bir şairdir” derken Muhsin Macit, Beşir Ayvazoğlu’nun şiirleri, deneme ve incelemeleriyle “geçmişi yeniden kurmak” gayretinde olduğunu belirtiyor. Yazılardaki ortak esef noktası ise Beşir Ayvazoğlu’nun entelektüel arka planı, geçmişe sahip çıkan bakış açısı, titiz çalışma gayreti, şairliğinden kalma akıcı, çok sesli üslubu ve mükemmeliyetçi verimliliği ile bilimin soğuk yüzünü okuyuculara sevdirme yeteneğine sahipken bir akademisyen olmayı tercih etmemesi. / Muhsine Alkan
Tavsiye Et