Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2005) > Dünya Siyaset > İncil’in gölgesinde dış politika
Dünya Siyaset
İncil’in gölgesinde dış politika
Hasan Kösebalaban
BUSH yönetimi esasen üç grubun çıkar ortaklığını temsil ediyor: Petrol ve silah şirketlerinden oluşan büyük sermaye, İsrail’e yakın yeni muhafazakârlar ve Evangelist Hıristiyan gruplar. Bush yönetiminin dış politikadaki en önemli icraatı olan Irak Savaşı bu üç grubun da çıkarlarını yansıtıyordu. Büyük sermayenin ve İsrail’in Irak Savaşı’ndaki çıkarının ne olduğu herkesin malûmu. Asıl merak uyandıran, geleneksel olarak izolasyonist bir dış politika çizgisini savunmuş Evangelist grupların nasıl savaş yanlısı bir tutum takınabildikleri. Bu soruyu Evangelizmin son yıllarda geçirmiş olduğu evrimi göz önüne almadan cevaplayabilmek çok zor.
1997 yılında Güneyli bir Baptist dergisi Michael Horowitz’i en etkili 10 Hıristiyan’dan biri olarak seçtiğinde, bunda Horowitz’in Musevi olması dışında şaşılacak bir şey yoktu. Reagan yönetiminin önemli unsurlarından biri olan yeni muhafazakâr Horowitz’in, Rahibe Teresa ve Amerika’nın en ünlü Evangelisti Billy Graham’la aynı listede yer almasını sağlayan, onun Amerikan Evangelistlerinin dikkatini yurtdışındaki ‘mazlum’ Hıristiyanların sorunlarına çekme başarısıydı. 1995 yılında Horowitz, Wall Street Journal’a yazdığı “Hilalle Haç arasındaki yeni hoşgörüsüzlük” başlıklı yorumda Amerikan dış politikasını dünyadaki Hıristiyanların gördüğü zulme sessiz kalmakla eleştiriyordu. Horowitz, Hıristiyanların gördüğü zulümlerin Hitler’in Yahudilere yaptığı soykırımdan farklı olmadığını ileri sürerek şu çağrıyı yapıyordu: “Amerikan Hıristiyan toplumunun bu sese kulak vermesi gerekiyor. Eğer giderek artan siyasî etkilerini, sadece Hıristiyanlığı tatbik etmek için her türlü riski göze alan insanlar adına kullanmazlarsa, ahlakî iddiaları büyük yara alacaktır.” Horowitz ayrıca yılın bir gününün, mazlum Hıristiyanlara dua günü olarak ilan edilmesini sağlamıştı. Hıristiyan Evangelistler, onun bu çağrısına cevap verip dikkatlerini iç politik konulardan dış politikaya kaydırmaya başladılar. Evangelist liderler yayınladıkları “Statement of Conscious” adlı bir bildiriyle dünyanın değişik yerlerinde Hıristiyanların gördüğü zulmü kınadı.
Evangelistlerle, Horowitz’in de aralarında olduğu yeni muhafazakârların savunduğu İsrail çıkarlarını buluşturan ilginç bazı ortak noktalar var. Evangelistlerin önemli bir kısmı dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Yahudilerin İsrail’e göç etmelerinin İsa’nın yeryüzüne yeniden dönüşünü hızlandıracağına inanıyor. Onlar, diğer Hıristiyanlar gibi İsa Mesih’in dönüşünü sessizce beklemek yerine, tarihin akışına doğrudan müdahalede bulunabileceklerini düşünüyor. Kısacası Hıristiyanlık tarihselleşiyor ve dolayısıyla siyasallaşıyor. Zira İsa’nın dönüşüyle onun askerleri haline gelecek olan Yahudilerin göçünü engelleyen ya da İsrail’e karşı çıkan her halk Mesih’in dönüşünü geciktirdiği için anti-Christ, yani Deccal’in askerleri olarak kabul ediliyor. Bush’un şer üçlüsü tanımı da, aslında İncil’den esinlenen bir tabir olarak bu inancın mensuplarının zihin dünyasında merkezî bir yere oturuyor. Deccal’in askerlerini mağlup etmenin iki yolu var: Onları askerî olarak yenmek ve halklarını Hıristiyanlaştırmak. Burada İslam, iki açıdan tehdit oluşturuyor: İsrail’in kurulduğu bölgenin halkı Müslüman; ABD dahil dünyanın her yanında en hızlı yayılan din İslam. Bu bağlamda, Billy Graham’ın oğlu, Bush’un yemin töreninde İncil’i tutan Rahip Franklin Graham’ın İslam’ı ‘habis’ ve ‘şiddet yanlısı’ bir din olarak adlandırması şaşırtıcı değil. Evangelist Christian Broadcasting Network’un program sunucusu, nam-ı diğer televangelist Pat Robertson ise, Müslümanları Nazilerden bile daha şiddetli olmakla suçlayabiliyor.
Bush yönetiminin Amerika’nın sahip olduğu gücü yeryüzündeki şer güçlere karşı savaşmak ve iyiliği yaymak için kullanmak istemesi, Evangelistlerin desteğini çekiyor. Bush onlar için sıradan bir Amerikan başkanı değil, aynı düşünceyi paylaştıkları imanlı bir evlatları. Zengin bir ailenin şımarık ve haşarı bir çocuğu iken, ‘Hıristiyanlığa yeniden doğuş’ yapan Bush, bu kişisel değişimini aile dostları olan Billy Graham’a borçlu. Time dergisi, yüzyılın en etkili şahısları arasında saydığı Graham’ı şu sözlerle niteliyor: “Billy Graham’a karşı şüphesini dile getiren ya da onu eleştiren herhangi bir kimsenin seçim kazanma şansı olamaz.” Böylesine laik bir ülke Amerika!
Son başkanlık seçimlerinin de gösterdiği gibi, Evangelist kiliselerin desteklemediği adayın seçim kazanması neredeyse imkansız. Baba Bush’un 1988’deki başkanlık seçimini kazanmasını da, Evangelist gruplar üzerinde yaptığı lobi çalışmalarıyla yine oğul Bush sağlamıştı. Son seçimlerde Bush’un seçim danışmanı Karl Rove’un bu gruplar üzerinde çalıştığı biliniyor. Evangelistler Bush’un izlediği dış politikanın kendi misyonerlik faaliyetleri için fırsat oluşturduğunun bilincindeler. Condoleezza Rice, Güney Asya’yı vuran tsunami dalgalarını ‘harika bir fırsat’ olarak nitelerken, belki aklında sadece Amerika’nın imajı vardı; ancak ortadaki bulgular misyonerlerin felaketten çıkar elde etme umudunda olduklarını gösteriyor. Amerikan İslam İlişkileri Konseyi’nin ele geçirdiği, meşhur Evangelist Jerry Falwell imzalı bir elektronik posta mesajında Hıristiyanların Hindistan, Tayland, Sri Lanka ve Endonezya’daki felaketzedelere yardım etmesi isteniyor. “Müslümanların çoğunlukta olduğu bu bölgedeki milyonlarca insan, hayatları boyunca Hz. İsa’nın ismini bile duymadılar” denen mesajda, Falwell’in rektörlüğünü yaptığı Liberty Üniversitesi’nin organize ettiği Uluslararası Haçlılar örgütünün yardım dağıtmak amacıyla bölgeye bir heyet göndereceği ve yardımla birlikte on binlerce insana kendi dillerinde yazılmış İncil dağıtılacağı bildiriliyor: “Amacımız bu Asya bölgesine ileriki aylarda gidecek Liberty Üniversitesi’nden yüzlerce misyonerin önünü açacak çalışmalar yapmaktır.” Fallwell, Hz. Muhammed’e ‘terörist’ iftirası atarak Amerika’daki Müslümanların tepkisini çekmişti. Yine Virginia merkezli Evangelist misyoner örgütü WorldHelp’in Açeli 300 öksüz çocuğu bir Hıristiyan yurduna yerleştirmek üzere bölge dışına çıkarttığı iddia edildi. Grup, kendi internet sayfasında bu çocukların ileriki yıllarda bölgedeki faaliyetleri için kullanılacağını kabul etti. Ancak Endonezya içindeki tepkilere karşı örgüt, böyle bir düşünceleri olmuşsa da, bunu hiçbir zaman gerçekleştirmediklerini söylüyor.
Aralarındaki bazı çıkar farklılıklarına rağmen ABD’deki koalisyonun üç ayağından diğer ikisi, yeni muhafazakârlar ve büyük sermaye, Evangelistlerin desteğinden memnun. Bush, yeniden seçime girmeyecek olsa da, yeni dönemde Evangelistleri memnun edecek adımlar atacaktır. Irak’ın imhası, İsrail’in göreceli güvenliğini artırdı; petrol ve silah tüccarlarına milyarlarca dolar sağladı ve Amerikalı Evangelist misyonerlere dinî propaganda için bakir bir alan açtı. ABD’nin her şeyden önce bir kapitalist ülke olduğu ve dolayısıyla dinî değil, kapitalist mantığın öncelikli olacağı tarzındaki bir yaklaşıma ise, Afrika kâşifi, İngiliz sömürgeci David Livingstone, 1857’de cevap vermiş: “Medeniyetin iki öncüsü, Hıristiyanlık ve ticaret, birbirinden asla ayrılamaz.”

Paylaş Tavsiye Et