Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2005) > Okuyorum > Hikmetin karanlık dehlizlerinde Batı’nın köklerini aramak-I
Okuyorum
Hikmetin karanlık dehlizlerinde Batı’nın köklerini aramak-I
İbrahim Kalın
BEŞ yıl aradan ve bir düzine makale ve onlarca konferanstan sonra Kingsley ikinci bir kitapla çıktı okuyucularının karşısına. “Gerçeklik” (Reality) adını taşıyan altı yüz sayfalık kitap, yazarın ilk kitabında başladığı hikayeye kaldığı yerden devam ediyor. Eğer Kingsley’in anlattığı hikaye doğruysa, bir düşünce devriminin eşiğinde olduğumuzdan kuşkunuz olmasın.
Kingsley’in anlattığı hikayeyi kabaca şöyle özetlemek mümkün. Yazara göre Batı, köklerinden uzaklaşmış bir medeniyet. Bu uzaklaşma, doğal bir düşünce evrimini ifade etmiyor. Bu kopuşun boyutlarını anlayabilmek için Batı medeniyetinin köklerine geri gitmemiz gerekiyor. Kingsley, büyük bir cesaret örneği göstererek, bu kökün Eflatun ya da Aristo’da değil, Parmenides’te olduğunu ileri sürüyor. Parmenides’in Yunan düşüncesinin fikir babası olduğu, “ortodoks” akademi dünyasında da kabul edilen bir görüş. Nitekim Heidegger de kariyerinin ikinci bölümünde Parmenides’e geri dönmüş ve Batı’nın ontolojik sapmasını aşmanın ancak Parmenides’i yeniden keşfetmekle mümkün olacağını söylemişti.
Bu yüzden Kingsley, Batı medeniyetinin köklerini, Parmenides’te aramamız gerektiğini söylüyor. Ve hikayemiz de burada başlıyor. Yunan düşüncesinin bu en esrarengiz şair ve düşünürünün hikayesi, antik Yunan diye bildiğimiz coğrafyada başlamıyor. Aslında bizim “Yunan mucizesi” diye bildiğimiz şeyin de Atina’yla olan ilişkisi zannedildiğinden daha karmaşık ve şüpheli. Bu yüzden Parmenides’i anlamak için, nereden geldiğine kısaca bakmamız gerekiyor. Bunun için de, Ege’nin Anadolu yakasına yani Foça’ya ve Pitagoras’ın memleketi Samos adasına geri gitmemiz gerekiyor.
Foça’da yaşayan insanlar, doğudan gelen Pers İmparatorluğu’nun baskılarına daha fazla dayanamaz ve M.Ö. altıncı yüzyılda Korsika adasına göç ederler. Pitagoras da bu kervana katılır ve M.Ö. 530 yılında güney İtalya’ya yerleşir. Buraya kadar Yunan site devlet(ler)i, medeniyet haritasının hâlâ marjininde bulunuyor. Bu aynı zamanda Kingsley’in temel iddialarından biri: Aslında antik dönemin bir tane merkezi yok. Mısır, kadim İran, Babilonya (geniş Mezopotamya) ve Hindistan, bu döneme damgasını vuran büyük kültür, düşünce ve ticaret merkezleri. Bu bölgeler arasındaki insan trafiği de bize anlatılandan daha kapsamlı ve hızlı. Bu yüzden Mısır’ın Sokrat öncesi ve sonrası bütün Yunan düşünürleri üzerindeki derin etkisine şaşırmamak gerekiyor.
Bu etkinin boyutlarını anlamak için, Mısır’ın Pitagoras’ın hayatındaki yerini kısaca hatırlamak yeterli olacaktır. Pitagoras’ın hocalarından Tales, ona Mısır’a gitmesini tavsiye eder. Neden? Matematik ve metafizik öğrensin diye. Mürid ve talip olan Pitagoras, hocasının öğüdünü tutar ve Batı medeniyetini derinden etkileyecek ünlü Mısır seyahatine çıkar. Mısır’da diğer ilimlerin yanı sıra matematik öğrenir, kozmolojideki bilgilerini artırır. Fakat aynı zamanda metafizik ilimleri de tahsil eder. Ve bütün bunları Mısırlı “din adamları”nın delalet ve irşadıyla yapar. Bunda yine şaşılacak bir şey yok. Çünkü o dönemde Samos ile Mısır arasında sürekli bir trafik vardır. Mısır, kadim dünya için “dünyanın merkezi”dir. (Bu konuda Martin Bernall’in, Yunan düşüncesinin köklerinin Mısır (Afrika) ve Mezopotamya’da olduğuna dair ünlü “Siyah Atina” tezi için onun Black Athena: The Afroasiatic Roots of Classical Civilization kitabına bakınız). Mısır sadece Samos adası sakinleri için değil, Eflatun için de gerçek felsefe ve medeniyetin yurdudur. Hatırlayın: Eflatun’un büyük kozmoloji eseri Timaeus’un başlıca karakteri Timaeus, aslında Mısır’dan gelen ve Eflatun’a “evrenin sırları”nı açıklayan bilge (mistik?) kişiden başkası değildir. Bu “sır” meselesine tekrar döneceğiz.
Foçalılar Korsika adasına göç ederler ama altın çağları uzun sürmez. Sosyal ve ekonomik baskılar onları İtalya’nın güneyinde bir başka yere sevk eder. Orada Velia ya da daha çok bilinen adıyla Elea şehrini kurarlar. Ve bu şehirde ilk yaptıkları şey, bir tapınak inşa etmek olur. İşte Parmenides’in doğduğu yer burasıdır. Eleatik felsefe okulu da dünyaya gözlerini burada açar. Parmenides, Mısır biliminin ve metafiziğinin, Yunan paganizminin ve kültürünün Akdeniz’de ulaştığı halitayla beraber büyür. Fakat Parmenides sıradan bir düşünür, hele “masa başı filozofu” hiç değildir. O, kısa sürede Elea toplumunun sosyal ve siyasi liderlerinden biri haline gelir. Bir anayasa hazırlar. Elealılar adına diplomatik girişimlerde bulunur. Felsefe okur ve okutur. Şiir yazar. Fakat bütün bunların ötesinde Parmenides bir “kouros” olur. Yani Elea toplumunun bilgesi, hekimi, filozofu, manevi mürşidi.
Tam da bu noktada Parmenides, antik Yunan filozoflarının ve Ortaçağ Müslüman düşünürlerinin gözündeki asıl kimliğiyle tebarüz eder. Buna göre Parmenides, sadece bir düşünür değil, hakikati görmüş ve tecrübe etmiş kişidir. O, insanları “ölmeden önce ölmeye” hazırlayan bilgedir. Parmenides’in bize intikal eden 35 satırlık ünlü şiiri, onun hakikat yolculuğunu anlatır. Bu esrarengiz şiir ve anlattığı yolculuk, Parmenides’in seyr u sülûkundan başka bir şey değildir. Gittiği hikmet-hakikat diyarında onu “Hoş geldin ey genç adam!” diye karşılarlar. Oysa Parmenides bu şiiri yazdığında artık kemal çağına ermiştir. Kingsley zahirde bir dilemmaymış gibi görünen bu durumu, dahiyane bir şekilde çözer: Yunanca kouros kelimesi, Farsça’daki civan-merd ve Arapça’daki feta (fütuvvet) karakterine tekabül eder. Bir başka ifadeyle Parmenides hakikatin tazeliğiyle sürekli genç kalan bilgedir. Kingsley’in Suhreverdi kanalıyla İslam kaynaklarından aktardığı üzere, “evren, bu genç dimağlardan (yani hukemadan) hiç bir zaman fariğ değildir”. Bu konuda delil isteyenlerin Suhreverdi’nin felsefe tarihi yorumuna bakması yeterli olacaktır. Fakat buradaki konumuz açısından asıl önemli tez şu: Eğer Kingsley haklıysa, Müslüman filozoflar Yunan düşünürlerini (ve dolayısıyla antik medeniyeti), Aydınlanma düşünürlerinden daha doğru anladılar. Bu konuya önümüzdeki yazıda tekrar döneceğiz.
Fakat Parmenides sadece bir kouros/civan-merd değildir. O aynı zamanda bir ouliades ve physikos’tur. Bu kelimelerin ikisi de tedavi etmek ve doktor olmakla ilgili. Fakat tahmin edeceğiniz gibi iki kelime de bizdeki “hekim” kelimesinin zengin anlam alanına sahip. Hekim, kelimenin en derin ve geniş manasıyla insanları “tedavi eden”, onlara şifa veren kişidir. Peki tedavinin yegane konusu, fizikî hastalık mıdır? Elbette değil. Şeyhu’r-reis İbn Sina, büyük felsefe eserine Şifa adını boşuna vermedi! Bir hekim olarak Parmenides, insanların hem bedenlerini, hem de ruhlarını tedavi eden kişidir. Pitagoras hakkında “o, insanlara dokunmak (yani teşhis koymak) değil, onları tedavi etmek için şehirden şehire gezerdi” diye bir rivayet var. Kingsley’e göre bütün bunlar bize Parmenides’in zannettiğimizden çok farklı biri olduğunu gösteriyor. Ve burada Kingsley en radikal iddiasını ortaya atıyor: Batı düşüncesinin kurucusu Parmenides, aslında bir din adamıdır!
Kingsley’in bu tezini destekleyecek pek çok delil var elimizde. Örneğin Parmenides, kendisinden bize ulaşan fragmanlarda, “Hakikat Yolu” ile “Zan Yolu” arasında bir ayrım yapar. Burada kullanılan hakikat ve zan kelimelerini açıklamak için uzun bir izahata girişmek mümkün. Bunun Yunan düşüncesindeki en önemli ifadesini, Sokrates ve Eflatun’da buluyoruz. Fakat bu kavramlar kadar önemli olan diğer kelime, “yol” kelimesi. Bir düşünürün hele Parmenides gibi bir “civan-merd”in felsefî görüşünü “yol” kelimesiyle ifade etmesi ne anlama geliyor? Burada Parmenides’in düşüncesi hakkında önemli ipuçları olduğunu görmek zor değil. Eğer önümüzde hakikat ve zan (yahut yanlış kanaat, temelsiz inanç) diye iki yol varsa, bu şu anlama geliyor: Hakikati bilmek, yolculuğa çıkmak, yola koyulmaktır. Yola çıkmak, kiminle yoldaş olacağınıza karar vermeyi gerektirir. Kiminle yoldaş olacağınız, kimin elinden tutacağınızla doğrudan irtibatlıdır. Kılavuz olmadan yola çıkılmaz. Yola çıkmak, bir ölüm-kalım meselesidir; sağa-sola bakmayı, fakat asıl nereye gittiğinizi görmeyi gerektirir…
Yol kelimesinin zengin sembolizmini bu şekilde açmak ve yeni anlam alanlarına ulaşmak mümkün. Fakat bütün bunlar ne anlama geliyor? Eğer Parmenides, din ile bilimi, tedavi ile mantığı, hikmet ile siyaseti, şiir ile felsefeyi alışık olmadığımız bir şekilde birleştirmişse, bütün bunlar antik Yunan düşüncesi ve Batı medeniyetinin kökleri hakkında bize ne söylüyor? Felsefeyi bir yaşama biçimi olarak vazeden bu bakış açısıyla, uzun bir süredir sorgulamadan kabullendiğimiz “Yunan mucizesi” hikayesini telif etmek mümkün mü? Batı medeniyeti aslında bilim ve rasyonalizme değil, çok farklı bir dünya görüşüne mi geri gidiyor? Bütün bunlar İslam-Batı ilişkileri açısından ne anlama geliyor? Bu soruların cevaplarını önümüzdeki yazıda irdelemeye çalışacağız. (Bu yazıyı buraya kadar sabırla okuyanların önümüzdeki aya kadar Parmenides hakkında bir şeyler okumaları faydadan hâlî olmayacaktır!).
Kingsley’in Antik Felsefe, Gizem ve Büyü adlı kitabı da Kabalcı Yayınevi tarafından Türkçe olarak yayımlandı.

Paylaş Tavsiye Et