Hazret İnayet Han
Türkçesi: Nur Yener
İstanbul: Okyanus Yayıncılık, 2003
Hindistanlı sufi Hazret İnayet Han, 1882 yılında müzisyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Dedesi, tanınmış bir bestekâr ve icracıydı. İnayet Han’ın yetiştiği ev, şairlerin, bestekârların, mutasavvıfların ve düşünürlerin uğrak yeriydi. Orada hepsi son derece seviyeli bir üslûpla entelektüel mevzuları tartışıyor ve görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Bu durum, aslen Müslüman bir aileden dünyaya gelen genç İnayet’in içinde pek çok farklı dine karşı alâka ve sempati uyandırdı; dinlerin “birliği”ne dair güçlü bir his ve kanaat doğurdu. Gençlik döneminde çeşitli aralıklarla rüyasında çok güzel yüzlü bir ruhanîyi gören İnayet Han, bir müddet sonra Haydarabad’ı ziyareti sırasında rüyalarına giren o kişiyle karşılaştı. Bu üstat, aslen Medineli bir aileden doğan Şeyh Muhammed Ebu Haşim idi ve Hindistan’a 12. yüzyıl dolaylarında giren Çeştî tarikatına mensuptu. Genç İnayet, dört yıl boyunca bu büyük üstadın manevî terbiyesinden geçti ve kemalât kesbetti. Bir Hint müzik aleti olan Vina’yı çalmakta ustalaşan İnayet Han’a, manevî üstadı ölüm döşeğindeyken şu tavsiyede bulundu: “Haydi evlâdım, Batı dünyasına git ve müziğinin efsunu vasıtasıyla Doğu’yla Batı’yı birleştir.” Bunun üzerine İnayet Han seyahat etmeye başladı ve 1910 ile 1920 yılları arasında ilk olarak ABD’de ve akabinde Avrupa’da dersler verdi. İnayet Han’ın, hayatı boyunca verdiği pek çok ders ve sohbetlerden bir kısmı kitaplaştı. Sufizm ve Sanat, onun şiir, mimarî, müzik, drama, resim ve heykel sanatlarına ilişkin görüşlerini içeriyor. Müzikle alâkalı iki makalenin yer aldığı kitapta İnayet Han, müziği “tüm tezahürün kaynağı” olarak tanımlıyor; “müziğin ana amacının, ruhun cezbedilmesi olduğunu” belirtiyor ve şöyle diyor: “İnsan, dünyaya geldikten sonra öğrenmemiştir müziği sevmeyi, dünyaya gelmeden önce ruh müzikten büyülenmiştir.” Yine ona göre “ritim insanı cezbeder, çünkü insanın bedeninde süregiden bir ritim vardır; nabız atışı ve kalp vuruşu bu ritmi gösterir.” İnayet Han, müziği eğlence, sevinç ve hüzün müzikleri şeklinde üçe ayırıyor ve bunlardan sonuncusunu diğerlerine üstün tutuyor: “Eğer düşünceli bir insana hangisini tercih ettiği sorulacak olursa şüphesiz, ‘sonuncusunu; gözyaşı getiren müziği’ diyecektir. Neden ruh üzüntülü müzik ister? Çünkü bu, ruha dokunulan tek zamandır.” Hindistanlı sufi, yücelttiği müziğin niteliklerini de tarif ediyor: “Müzik şifa verici olmalıdır, müzik ruhu yüceltmelidir, müzik ilham vermelidir; Tanrı’ya yaklaşmanın, ruhun yükseklerine çıkmanın müzikten daha iyi bir yolu yoktur, bunun doğru anlaşılması şartıyla.” Müziği ve diğer sanatları sufi bir perspektiften inceleyen özgün bir kitap... / Cihat Arınç
Tavsiye Et
Yapım: World Music Network, Great Britain, 2004
Her kültür ve medeniyetin kendine has bir dili vardır ve bu dil, müzik, resim, kaligrafi ve edebiyat gibi çeşitli kanallar –yani sanatın yazılı, görsel ve işitsel dalları– vasıtasıyla kendisini ayan eder. Bu unsurlar, bir medeniyeti “var kılan” en temel yapıtaşlarıdır ve bunlar ne kadar güçlü ve sağlam olursa, dışarıdan gelen tehdit ve meydan okumalara karşı direnme imkânları da o derece artar. Hint kültür ve medeniyet havzasında yaşayan insanları bir arada tutan ve bilinçlerini açık hâle getiren temel öğe hiç kuşkusuz ki bin yılların birikimiyle ortaya çıkmış olan kadim öğretilerdir. Müzik, bu öğretiler içerisinde önemli bir yere sahiptir. Sözgelimi Hinduizm’in kozmogonisine göre kâinatın başlangıcında ses vardır ve “büyük patlama” (bindu) sonrasında açığa çıkan o ses, tek hecedir: “Om!” Bu sebeple Hinduların kutsal metinleri olan Vedalar’da müzik yüceltilmiş ve bu semavî sesle (nâda brahma) ilişkilendirilmiştir. 1920 doğumlu Bengal asıllı müzisyen Pandit Ravi Shankar, yaşayan en büyük sitar icracısı olarak Hint medeniyet havzasının Batı kültürünün istilâsına direnmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. 1930’da ailesiyle birlikte Paris’e taşınmasının ardından çocukluk yıllarını Avrupa’da geçiren Pandit (Hinducada üstat), Hint kültürünün Batı kültürünün etkisiyle yozlaşmasını engellemekle kalmayarak pek çok albüm vesilesiyle Hindistan müziğini Batı’ya tanıtmış ve Batılı zihinleri büyük ölçüde etkilemiştir; tıpkı Hint medeniyet havzasının tarih boyunca kendisine gelenleri içinde erittiği gibi... 1938’de resmî eğitimine başlamak üzere Hindistan’a geri dönen Shankar, “Baba” namıyla meşhur Üstat Alâuddin Han’dan uzun yıllar musiki tahsil eder. Hint sinemasının çeşitli örnekleri için film müzikleri de besteleyen Shankar, 1956’da Londra’da ilk uzunçalarını yapar. 1966 yılının onun hayatında önemli bir yeri vardır; çünkü bu süreçte Beatles grubundan George Harrison, Shankar’ın talebesi olur. Bu buluşmanın, Shankar’ın uluslararası üne kavuşmasında etkisi büyüktür. Pandit’in Monterey ve Woodstock’taki icraları ve sayısız kaydı, kuşaklar boyu takdirle karşılanmıştır. Shankar ayrıca Bharat Ratna, birkaç Grammy müzik ödülü ve pek çok fahri doktora ödülüne lâyık görülmüştür. Bu büyük birikimlerle geçirilen dopdolu bir hayat sebebiyle Ravi Shankar da tıpkı Gandhi, Nehru ve Tagore gibi insanlık medeniyetine katkı sağlayan önemli bir değer olarak hafızalara kazınmıştır. Bu albümde, sanatkârın pek çok albümünden derlenen seçme eserler yer alıyor. Hint râga’larını dinleyerek kadim bilgeliğin enerjik melodi ve ritimlerini ruhunun derinliklerinde hissetmek isteyenlerin ilgi duyacağı güzel bir albüm… / Cihat Arınç
Tavsiye Et
Yapım: Asia Production, 2004
Müzik aletlerinin hangi millete ait olduğunu keskin hatlarla çizerek söylemek pek mümkün değildir, ancak doğdukları coğrafya ve dönemler hakkında yaklaşık bilgilere sahibiz. Buna göre gitar ve benzeri enstrümanlar çok eski dönemlerden beri var olagelmiştir; fakat yazılı kültür içerisinde hususen “gitar” adının geçtiği ilk metin 14. yüzyıl dolaylarına rastlar. Gitarın muhtemel vatanı ise İspanya’dır. İlk başta dört telli olarak doğan bu saz, 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa ülkelerinde popülerlik kazanır ve 17. yüzyılın sonlarına doğru var olan dört teline beşincisi eklenir. Neyin vatanı ise, herhâlde kamışlıktır; ancak ilk nerede kullanıldığını tam olarak kestirmek güçtür. Kuşku götürmeyecek bir şey varsa, o da neyin en çok mistik akımlar içerisinde yaşatıldığı ve yaygınlaştığıdır. Neyle bütünleşen ve onu bir simge hâline getiren ise 13. yüzyılda yaşamış olan büyük sufi Mevlâna’dır. Birisi Batı’dan diğeri Doğu’dan gelen bu iki kadim enstrümanı bu albümde birleştiren özellik ise, herhâlde “hüzün” olsa gerektir. Gitar virtüözü Cihat Akyıldız ve neyzen Eyüp Hamiş, Türk tasavvuf müziğinin en bilinen eserlerini birlikte icra etmişler; düzenlemede herhangi bir elektronik öğeye yer verilmediği ve sadece gitar ve ney kullanıldığı için, çok kıvamında enstrümantal bir çalışma olmuş. / Cihat Arınç
Tavsiye Et