Yönetmen: Danny Boyle
Senaryo: Frank Cottrell Boyce
Oyuncular: Alexander Etel, Lewis McGibbon
Yapım: İngiltere/ABD, 2004, 97 dk.
Damian ve Anthony annelerini trafik kazasında kaybederler. Babaları ile yaşayan çocuklar, iki zıt karaktere sahiptir. Damian doğrudan annesinin karakterini almışken, Anthony babasının hassasiyetlerine daha yakın durmaktadır. Hayal âleminin kahramanları olan azizlerle yalnızlığını gideren Daiman’ın, tren yolunun yakınındaki kartondan yaptığı kulübesinde 237 bin sterlinle dolu bir çanta bulması, onu Tanrı’ya daha çok yaklaştırır. Hayalî olarak gördüğü azizlerle bağlantılı olarak, paranın kendisine Tanrı tarafından, iyilik yapması için gönderildiğine inanmaktadır. Damian ve ağabeyi, vergi sorunu ile karşılaşmamak için buldukları parayı kimseye söylememeye karar verirler. Bir anda binlerce sterline sahip olsalar da iki büyük sorunla karşı karşıyadırlar. İngiltere, para birimini değiştirip avroya geçmek üzeredir ve banka soyguncuları kendilerine ait olan paraları geri almakta kararlıdır.
Yedi yaşındaki Damian, dünyayı yaşıtlarından farklı algılar. Modern dünyanın çocuklarından biri olmasına rağmen, yalnızlığını kendi hayal dünyasında giderir. Hayal âleminin yegâne kahramanlarının gerçekliğine inanan Damian, annesine gönderilen bir mucizedir(!) aslında. Ailesindeki en dindar kişi olan çocuk, annesinin hayalini ağabeyi Anthony’nin de görmesiyle, kendi dünyasının kapılarını gerçeğe yaklaştırır. Ve tüm halüsinasyonlarına rağmen, Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna dair bir misyon edinir. Mucize(!) olmasından ötürü ahlakî değerleri herkesten güçlü olan Damian, elindeki parayı anlamlı bir şeye dönüştürme çabasındadır. Ağabey Anthony ise, sadece birkaç gün içerisinde, paranın getirisi olan tahakküm duygusunu edinmiştir bile. Baba durumu öğrendikten kısa bir süre sonra paranın kendisine ait olması gerektiğini Damian’a açıklamaya çalışır. Bir çanta dolusu paranın değeri birkaç güne ve iki küçük çocuğa bağlanırken, İngiltere’nin Avrupa’nın para birimine boyun eğme süreci de mizahî bir dille anlatılmaktadır. Bu durum, paranın yozlaşması ile sonsuz imkanlar vaadini eşitlemektedir.
Milyonlar, Mezarını Derin Kaz (1994) ve Trainspotting (1996) gibi tartışma yaratan filmlerin yönetmeni Danny Boyle’un son filmi. Filmografisine tesadüfen denk gelmiş gibi duran Milyonlar, diğer filmlerinden farklı bir anlatıya sahip. Film, çocuk dünyasının büyüsünü takip ederken bazen bir polisiye film kadar gerilimli, bazen de hayalin sınırlarını zorlayacak kadar fantastik olabiliyor. Milyonlar, bolluk ve tüketim gerçeğini sunarken dolaylı bir anlatımla, insanın varoluşundaki hassasiyetlerinden ne kadar uzaklaştığını da gösteriyor. Damian karakteri, en temel olanın kâr peşinde koşmak olmadığını ve bir çocukla bir yetişkinin değer sisteminin asla eşitlenemeyeceğini anlatmaktadır. Paranın sistem içindeki değer tanımında karşılığı en çok kendisine eşit olsa da, bir çocuk çok fazla parayı ucuz bir çikolatayla değişebilecek kadar cömert olabilir. / Esra Bulut
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: Mecit Mecidi
Oyuncular: Hüseyin Abidini, Zehra Behrami
Yapım: İran, 2001, 96 dk.
Rus işgali nedeniyle İran’a göçen Afgan mültecilerin yeni bir ülkede ayakta kalma çabalarını arka planına alan Baran, bir inşaatta çaycılık yapan Latif’in, başta işini elinden aldığını düşündüğü için kin beslediği Rahmat’a, onun erkek kılığına girdiğini anlamasıyla birlikte gelişen aşkını anlatıyor. Aşk iki kişilik gibi görünse de, tek kişilik bir yolculuk var mecazdan hakikate... Başta agresif ve fırsatçı bir karakter olarak resmedilen Latif, aşk ile tüm sivriliklerinden arınmakta. Trajediden ve çatışmadan uzak karakterleriyle insana “kul” olduğunu hatırlatan Mecidi, son derece minimal öykülerden yola çıkıp, metafizik bir âleme taşıyor seyirciyi. Aşk biraz kül, biraz dumanla görselleşirken, rüzgarın ve kuşların dile geldiği farklı bir boyut açılıyor adeta. Mecidi’nin ustalık eseri olan Baran, bir kez daha gösteriyor ki; aşka dair en güzel sözler Doğu’dan yükselir. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: Çağan Irmak
Oyuncular: Çetin Tekindor, Fikret Kuşkan
Yapım: Türkiye, 2005, 108 dk.
Toplumsal hafızamıza kazınmış sıkıyönetim dönemlerinden biri, 12 Eylül. Geride hayata neresinden tutunacağını bilemeyen gençler bırakan dönemin kuşkusuz en büyük savrulma yaşayan kesimi sol cenahtı. 80 sonrasının depolitik ortamında geçmişin coşkulu devrimcilerinin bir kısmı holdinglere genel müdür yahut başı sıkıştıklarında “orduyu göreve çağıran” köşe yazarları olurken; diğer bir kısmı da özgürlük, aşk, barış kavramlaştırmalarını dillerine pelesenk eden tatlı su solcularına dönüştü. İdeallerine bağlı kalanlarsa şimdilerde bol reytingli yapımların kahramanları olarak karşımıza çıkmaktalar.
Bu yapımların son örneği Babam ve Oğlum, dönemin baba, oğul ve torun olmak üzere üç kuşak üzerindeki etkilerini “babalar ve oğullar” çatışması üzerinden anlatır. Sadık, babası Hüseyin Efendi’nin ziraat mühendisi olması için gönderdiği büyük şehirde “anarşik”(!) olmuştur. Bunun üzerine baba ile oğul arasında çıkan kavga Sadık’ın evi terk etmesiyle sonuçlanır. 12 Eylül öncesi kaotik ortamında kendine yeni bir hayat kuran Sadık, “sancılı” bir 11 Eylül gecesi eşini kaybederken, oğlu Deniz ise askerî darbeye açar gözünü. 7 yaşına geldiğinde Sadık onu, yıllardır görüşmediği ailesinin çiftliğine götürmeye karar verir. Çizgi roman hayranı Deniz, fantastik dünyasını uçuk kaçık Egeli ailesinin yanına da taşır. Ancak Sadık’ın köye geliş nedeni hikâyeyi farklı bir sona sürükleyecektir.
Mustafa Hakkında Her Şey(2003) filmi ile bol reytingli Asmalı Konak ve Çemberimde Gül Oya gibi TV dizilerinden tanıdığımız Çağan Irmak’ın son filmi Babam ve Oğlum, Yeşilçam’ın melodram geleneğine yaslanan anlatım tarzı ve komik karakterleri ile 70’li yılların Ertem Eğilmezli aile filmlerini hatırlatıyor. Hüzün ve komedinin iç içe geçtiği film, bir duygu sağanağından diğerine sürüklediği seyirci üzerinde ciddi bir duygu istismarı yapmakta. Özellikle filmin son yarım saati boğazınızda kocaman bir yumru ile izlediğiniz sulusepken bir melodrama dönüşüyor. İyi hazırlanmış diyaloglar ve Deniz’in fantastik dünyasını başarılı bir şekilde gerçek hayatın içine taşıması filmin önemli artıları olsa da, abartılı oyunculuklar ve sürekli aksiyon halindeki kamera, filme fazlasıyla TV dizisi havası vermekte. Irmak’ın Yeşilçam’dan beslenen kendine has sinemasını, Yavuz Turgul ile birlikte Post-Yeşilçam bir çizgide konumlandırmak mümkün.
Babam ve Oğlum, arada bir duvara yansıyan mikrofon gölgelerini saymazsak -o kadar kusur her Türk filminde olur- son dönem popüler filmlerine kıyasla oldukça eli yüzü düzgün bir çalışma. Ancak favori darbesi 12 Eylül olan görsel medyamızda Babam ve Oğlum gibi döneme romantik/nostaljik bakan yapımların çoğalması ve halkın bunlara rağbeti, tarihle sağlıklı bir ilişki kurabilme konusunda önemli bir engel teşkil ediyor. / Hilal Turan
Tavsiye Et