Konuşan: Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
Kadın konusunda yazmak zor. Bu konu üzerinde hiç düşünmemiş insanlar sahte bir bıkkınlıkla “yine mi kadın” diye konuyu aşağı çekiyor; bu konuya kafa yoran kadınlarınsa, feminizm eleştirisini, kadın haklarına ‘karşı oluş’ gibi alıyorlar. Ama siz yine de yazıyorsunuz. Zor bir alanda ve üstelik zor bir zamanda demir leblebiye talip olmak neden?
Bir kere yazdıklarım, klasik manada “kadın sorunları” kategorisine hapsedilebilecek nitelikte değil. Hele bu kitap, hiç değil. Evet, bu konuyu üst bir seviyeden ele almanıza izin vermeyen bir yaklaşımın hâkim olduğu doğru. Hâlbuki Batıda sosyal bilimlerde gender studies oldukça yükselen bir trende sahip.
Bu konuda genel bir kafa karışıklığı hâkim. Sizin söylediğinizin tam aksine, kadın konusundan her bahsedenin feminist olduğu kanaatine/önyargısına sahip olanlar da var. Fakat bazen bu önyargıya hak vermemezlik edemiyorsunuz. Çünkü feminist terminolojiyi kullanmadan kadın konusundan bahsetmeniz pek mümkün olmuyor. Böyle olunca da, feminizme eleştirel yaklaştığınız halde feminist olarak algılanıyorsunuz. Ya da tam tersi, feminizmi eleştirdiğiniz için, kadın haklarına karşı olduğunuz düşünülüyor. Mesafeli bir bakış açısı geliştirmiş olabileceğinize ihtimal verilmiyor.
Bugün liberal iktisadın künhüne vâkıf olmadan çağdaş kapitalizmi anlayamazsınız. Feminizmi ve cinsiyetin yeni tevziini anlamadan da çağdaş kültürü ve kimliği, bu kimliğin merkezindeki benlik algısını velhasıl küresel dünyanın değişen niteliğini anlamanız mümkün olmaz. Çağdaş kültürde çok önemli bir konum işgal eden cinsiyetin yeni tevziinin niteliğini kavramak, hâlimizin ilmindendir (ilmihâl), diye düşünüyorum. Sizin demir leblebi diye nitelediğiniz alanda çalışmaya talip olmamın sebebi bu.
Kitabın ismindeki “pençe” ifadesi, aynı zamanda “yırtıcı küreselleşme” imajını da hatırlatıyor. Pençe, BOP projesi için önce kadınları yakalamak istiyor. Neden öncelik kadınlarda?
Küreselleşmenin pençesi, sadece BOP çerçevesinde değil, neredeyse iki yüz yıldır İslam’ın “peçe”sinin üzerinde. Tabii burada “pençe” ile küreselleşmenin hegemonik boyutuna vurgu yapılıyor. “Peçe” ise İslam’ın direnen yüzünün istiaresi. Sadece cinsiyetin toplumsal anlamının bir çağrışımı değil kastedilen. Daha geniş siyasal ve kültürel bir meselenin sembolü “peçe”.
İslam ve Batı arasındaki siyasal mücadele esnasında kadın hep bir kültürel ikon olageldi. Nasıl ki 19. yüzyılda İslam dünyasının “medenileştirilmesi”/sömürgeleştirilmesi esnasında kadın üzerinden bir söylem geliştirilmişse, bugün de kimlik ve medeniyet merkezli tartışmalar kadın üzerinden yapılıyor. Neden? Çünkü kadın, toplumsal örgütlenmenin merkezinde yer alıyor. Diğer taraftan din, kültür, medeniyet gibi çatışmalı alanlarda kadınlar ve bazen de sadece kadın kıyafeti, sembolik bir ifade kolaylığı sunuyor. Türkiye’nin laikliği, demokrasisi söz konusu olduğunda “İslam ve kadın” meselesinin gündeme gelmesi, Fransa’da laikliğin ve cumhuriyet esaslarının türban üzerinden tartışılması, aslında hep aynı hususun farklı düzeylerde tezahür edişinin göstergesi.
Küresel sistem, kültürleri, kimlikleri “kışkırtır” ya da “ehlileştirirken” politikasını kadınlar üzerinden sürdürüyor. İslam ülkelerinde kadınla ilgili çalışmaların, Soros ve Amerikan vakıfları başta olmak üzere, uluslararası bir takım kuruluşlardan destek görmesi, bu nedenle şaşırtıcı değil.
Gündelik hayatta hiç ummadığım insanların, İslam’ı erkekler yorumladığı için, kadınların ezildiği görüşünü içselleştirmiş olduklarını görüyorum, İlahiyat hocaları başta olma üzere. Cemaatlerse “Ne oluyor bu kadınlara?” şikayetini dillendiriyor. Siz bu iki uç söylemi nasıl tahlil ediyorsunuz?
Bir taraf, bütün her şey değişirken, kadınların konumunun hiç değişmeden kalabileceği gibi bir hayale sığınıyor. Her tür talebi, makul olsun veya olmasın, bir dönemin olumsuz manadaki “alafranga” kadınının şımarıklığı olarak addediyor. Hızla değişen dünyadan korkup, değişmeyen bir unsur icat etmeye sığınıyor.
Diğer taraf ise değişimi en uç noktasından yakalıyor. İlahiyatçıların böyle bir görüşü içselleştirmiş olmaları, iki hususu açığa çıkarıyor: Birincisi, feminizmin söylem olarak nasıl kitleselleştiğini; ikincisi ise, İslam düşünce tarihinin “dinde modernleşme” sayfasına yeni bir gelişmenin dâhil olduğunu.
Müslümanlar modernleşme sürecinde hep kadın üzerinden sigaya çekilir buldular kendilerini. Nasıl ki din ve modernleşme arasındaki sorunlu alan, geleneğin reddi ile çözülmeye çalışıldıysa, kadın mevzuunda da aynı metot izlendi. “İslam kadınların haklarını vermiştir, hâlihazırdaki kötü durumdan sorumlu olan geleneklerdir.” denerek yüklerden kurtulunmaya çalışıldı. Dinde modernleşmenin bugün geldiği nokta, İslamî ilim geleneğini tamamen dışta bırakan bir din yorumu. Yani bugünden bakan bir birey olarak ben Kur’an’dan ne anlıyorum? İşte bu noktada kabul görmeye başlıyor, ataerkil din yorumu gibi tabirler.
Dün, “yanlış yorumlanan din” bütün başarısızlıkların, Batı karşısındaki yenilginin nedeni olarak görülmüştü. Bugün de İslam toplumlarının yaşadığı pek çok sorunun çözümü, dinin yeniden yorumlanmasına bağlanıyor. İslam kadını eziyor suçlamalarına şu cevap veriliyor: O sizin eziyor dediğiniz, “ataerkil” İslam yorumu. “Kadın bakış açısı”ndan yapılan yorum ezici değil, eşitlikçidir. Dün, bu yeniden yorumlama girişiminde Batı ile yaşanan hegemonik ilişki belirleyici idi. Bugün de küresel cinsiyet kültürü ile uyumlu bir İslam anlayışı üretme politikasının etkisi var. İslamî açıdan bakıldığında, tarihin motoru cinsiyetler arası çatışma mıdır ki, yorum ve yorumun sıhhati tartışmaları bu kriter üzerinden yapılsın?
Kitabın hedef kitlesi kimler? Uzun bir süredir içinde olduğunuz bir proje var. Okumalar yapıyorsunuz. Kadın üzerine okumak gençleri nasıl etkiliyor?
Hedef kitlesini çok keskin sınırlarla tanımlamam biraz zor. Ama düşünce konforunu korumak isteyenlerin, kitabın okuyucusu olamayacağı kesin.
Birkaç yıldır genç arkadaşlarla cinsiyet politikasının çağdaş kültürdeki yerini anlamaya yönelik okumalar yapıyoruz. Sadece ilahiyatçılar değil, kafası karışık olanlar. Çağdaş kültürde hâkim olan “cinsiyet çatışması” ve “kadın ayrımcılığı” söyleminin etkisi çok yaygın. Bu okumalarla açığa çıkan husus, tarihin cinsiyetler arası bir çatışmadan ibaret olduğu şeklindeki kabulün bir “gözlük” olduğu ve bizim gözümüze hiç iyi gelmediği. Fakat bu gözlüğü çıkarmak da, modern kamusal alanın örgütlenişinin, cinsiyetler arası çatışmayı körüklediği gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Paylaş
Tavsiye Et