BİR çocuğun ne kadar da sıkça kullandığı bir cümledir, “üstümü ört anne!” ifadesi. Hiçbir annenin de hayır diyemeyeceği bir küçücük ricadır bu! Dünyanın hemen her köşesinde, hemen her dilde çocukların uykuya dalmadan önce, annelerinden istedikleri en masum istektir bu! Ne kadar içten ve ne kadar çocuksu!...
8 Ekim 2005’ten bu yana, bu cümleyi bir daha asla kullanmamak üzere hayata veda eden çocuklar veya bu cümleyi bir daha asla işitemeyecek anneler var Pakistan’da. Burada yok olan sadece binalar ve bedenler değil; yok olan en masum, en etkili ve insanî bir küçük talep aynı zamanda. 1999 Körfez Depremi’nde de Marmara Bölgesi’nde kaybettiğimiz, yıkıntılarına şahit olduğumuz tek şey binalar değildi kuşkusuz. Hüzünle, kederle kalan anneler, babalar ve çocuklar vardı bölgede. 1999 Körfez Depremi ile 2005 Pakistan Depremi’nin kuşkusuz en acımasız halini ne yazık ki çocuklar yaşa/mış/dı. Körfez Depremi’nde bölgeye gidenler çok iyi hatırlarlar ki, ziyaretçileri ilk önce karşılayanlar hep çocuklardı. “Ne olur, bi daha gelin!” diyenler de onlar; bölgeye gönderilen insanî yardımlardan çok, oraya gidenlerle ilgilenenler ve başlarından geçen kâbusu da bir solukta anlatanlar yine onlardı. Onlar, başlarından geçen acı tecrübeleri sıcağı sıcağına haberdar ederken, aynı zamanda dünyaya deklare edilmiş haklarından da bihaberdiler.
Nasıl ki insan hakları söylemi insanı de facto insan yapan unsurlara dayanıyorsa, çocuk hakları da çocukları çocuk yapan haklar olmak zorundadır. Haklardan maksat, çocukları büyük dünyasına yaklaştırmak değil, çocukları çocukça yaşama hakkına kavuşturmak olmalıdır.
191 ülkenin taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde yer alan ayrımcılığa karşı “yaşama hakkı”, “konuşma hakkı” ve en önemlisi de “çocukların hayatta kalma ve gelişmelerini devam ettirme hakkı”(6. madde) türünden 54 maddeden oluşan haklar, güçlü tarafların ve kalemlerin teminatı altındadır. Onca teminata rağmen, Pakistanlı çocuklar, genelde bütün verilmiş hakların, özelde de 6. maddenin hükümsüzlüğünü, ülkelerini saran ‘kemikkıran’ rüzgarları altında üşüyerek, hastalanarak ve dahi canlarını vererek yaşıyorlar. Uluslararası sözleşmelerin derde derman olmayan ifadeler kullanması, ister istemez bu maddelerin ‘geçerliliği’ konusunda kafalarda soru işaretleri bırakıyor. Kurgulanmış birçok ifade yerine, sözleşmelere açık açık “üşüyen çocuklar”, “hastalanan çocuklar”, “aç kalan çocuklar” mı yazılmalı yoksa? İmzalanan koca koca belgelerin kastettiği çocuklar, dünyadaki bütün çocuklar değil mi? Çocuk hakları sadece ‘bizim’ çocuklar mantığıyla mı hazırlanıyor acaba? Bu sorular, haklar meselesini dillendirenlerin değil, dillendirmeyen dünyanın sorduğu sorulardır ve cevapları da muğlaktır. Zira haklar, ‘doğru’ mantığına uygunluk ile kalplerin ve merhametin değil, stratejik zihinlerin kurgusudur. Çünkü hakların yazılı kaynakları, insanlık hakkındaki bilginin bilgisidir. Oysaki hakların dayandığı kaynak, insan varlığının varlığına ilişkin sorulardan oluşmalıdır. Haklar ontolojik ve aksiyolojiktir; akılla değil, ahlakla, insanî var oluşla ve merhamet ile ilişkilidir. İktidar söylemlerini üretenler, kararlarını sözleşmeye bağlayanlar onca teferruata rağmen, kararlarına ne hikmetse ‘merhamet’i ya da insaniliği sığdıramazlar. Koskoca ekranlar, boy boy gazeteler de, sözleşmelere sadakatle, merhametsizlik içinde, üşüyen Pakistanlı çocukların sorunlarını, haklar bağlamında değerlendiremez.
Adı insanî kriz, soyadı asrın depremi olan bu afet karşısında, yine soğukkanlı gözlemciler “Muzafferabadlı çocukların zatürreeden öldüğünü” bir bir rapor edip dünya medyasına sunarlar. Manşetlere taşınan zatürreeli çocukları nihayetinde bekleyen sonuç ise haber havuzlarında boğulup gitmektir. Televizyon karşısında sıcacık odalarındaki masalarında yemek yiyen aileler çocuklarına “bak, yemezsen sen de onlar gibi hasta olursun” derler. “Vah vah!” der kadınlar, annelik duygularının sadakası olsun diye. Babalar ise imalı imalı “şükür”den dem vururlar. O zeytin gözlü çocukların acılarını, kim bilir büyüklerinden daha fazla hisseden çocuklar, boyunlarını büküp yataklarına giderlerken, Pakistan’ın sert rüzgarları üşüyen çocukların Azrail’i olmaya devam eder.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ülkeler içinde en güçlü olanları başta olmak üzere dünya, Pakistanlı çocukları yalnız bıraktı. Bugüne kadar olduğu gibi insan kalbi dayanamayıp çığlıklarla sorunlarını duyurmaya başladığında en sert cevaplar, umursamazlıktan ve ikiyüzlülükten gelir. İşin vahim tarafı ise, sadece büyüklere uygulandığı varsayılan çifte standart politikalar çocuklara da uygulanır.
Şu günlerde Hıristiyan dünya Noel, Müslüman dünya da Hac farizasını yerine getirme hazırlıkları içinde. Noel alışverişlerinde harcanan milyarlarca dolarlarla, dünyanın bazı çocukları mutlu. Onlar pırıltılı gözleriyle, renk renk oyuncaklarıyla, cicili bicili giysileri, bin bir çeşit çikolata ve şekerlemeleriyle, ayrı bir gezegenin çocukları adeta. Gözlerinde fer kalmamış Pakistanlı çocuklar, Noel ve Hac dönemlerinden medet umarlar mı acaba?
Aslında onlar bizim söylediklerimizin hiçbirine talip değiller. Onlar, sadece ve sadece hak dağıtanların olduğu bir dünyada, hakların varolduğu bir dünyada çocukça muamele görmek istiyorlar. Lakin her zaman olduğu gibi, hak dağıtıcıları, haklar pratik taleplere döndüğünde, derhal ‘kör’ ya da ‘sağır’ taklidi yapmaya başlıyorlar.
Dünyanın körlüğüne ve sağırlığına rağmen Türkiye hem hamiyetperverlik, hem de tarihsel “dostluk ve kardeşlik” adına bölgeye en hızlı müdahalede bulunan ülkelerden biri oldu. Kızılay’ın, Deniz Feneri Derneği’nin, AKUT’un, okulların, ilçe belediyelerinin bölgeye yaptıkları yardım ve çalışmalar, Türkiye’nin insan(lık) kapitalinin ne kadar kuvvetli olduğunu da gösterdi.
Bölgeye yardımı organize eden Islamic Relief adlı kuruluşa destek amaçlı yetim çocukları evlat edinme veya çocuklara yardım amaçlı iletişim sağlamak üzere, merkezi Almanya’da www.waisen-kinder.de adlı site kuruldu. UNICEF yetkilileri, Pakistan’da halen 120 bin çocuğun bulunduğu yerlere ulaşılamadığı, 10 bin çocuğun açlık, soğuk ve hastalıktan ölebileceği yönünde açıklamalar yaptı. Bir neslin yitip gittiği Pakistan’da, gözü yaşlı kalan çocuklar dünyaya umutla bakıyor. Çocuklar baktıkları dünyanın ne kadar merhametli ya da ne kadar acımasız olduğunu keşfedecekler önümüzdeki günlerde. Onlar, şimdilik bu soruların cevabını bulmakta zorlanabilirler. Ama Pakistan dışında kalan ülkeler, bu soruyu kendilerine sormakla mükellefler. Ayrıca bu ülkeler hem kendilerini “nasıl daha az zalim olabiliriz” sorusuyla terbiye etmek, hem de Noel ya da Hac zamanında bunu yapmak zorundalar.
Paylaş
Tavsiye Et