Niyazi Sayın - Necdet Yaşar
Yapım: Kalan Müzik, 2006
Neyzen Niyazi Sayın ve Tanburî Necdet Yaşar, yaşayan en büyük Türk müziği ustalarından ikisi... Müziğimizin son yüzyıldaki gelişme safhalarına hem şahitlik etmiş hem de büyük ölçüde katkıda bulunmuş olan bu iki büyük ismin beraber musiki icra etmelerinin kökleri, Alâeddin Yavaşca’nın naklettiğine göre, amatör bir kemanî olan Dr. Necmettin Hakkı İzmirli’nin evinde 1951’de başlayıp 70’lerin başına dek süren musiki meclislerine dayanmaktadır.
İlk icralarını 1956’da İstanbul Radyosu’nda gerçekleştiren Sayın ve Yaşar, radyoda birlikte yürüttükleri mutat musiki icralarını 1958’e kadar sürdürdüler ve bu programlarda saz eserleri çaldılar, karşılıklı taksim ettiler. 1963-1972 yılları arasında İstanbul Radyosu’nda düzenli aralıklarla saz eserleri çaldıktan sonra müzikteki beraberliklerini Münir Nureddin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti’nde de devam ettirdiler. 1973 yazında Nevzat Atlığ yönetimindeki Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun Rumelihisarı’ndaki açık hava konserine iştirak eden ikiliye, ertesi yıl kemençeci İhsan Özgen de katıldı. Sayın-Yaşar-Özgen üçlüsü, ilerleyen zamanlarda pek çok konsere beraber iştirak etti ve radyo konserlerini 1980’e kadar birlikte sürdürdü.
Necdet Yaşar, çaldığı tanbur sazının inceliklerini Cemil Bey’in manevî rehberliğinde kavramaya çalışıyordu. Cemil Bey’in geliştirdiği çalma tekniğinden, kullandığı perde ve aralıklardan, makamları işleyişinden ve taksimlerinin yapısından ziyadesiyle etkileniyordu. Niyazi Sayın ise, Cemil Bey ney üflemediği hâlde, dinlediği plâk kayıtları vasıtasıyla onun musiki tavrının çeşitli cephelerinden feyizleniyor, bu yepyeni ve güçlü tavrı ney sazına tatbik ediyordu. Benim bildiğim kadarıyla, bu albümde yer alan kayıtlar bölük pörçük vaziyette yıllar boyunca Sayın ve Yaşar’dan feyizlenen genç müzisyenlerin arasında dinlenmekte idi. Nihayet Kalan Müzik sayesinde bu paha biçilemeyecek icralar, dinleyicileriyle buluşmuş oldu. / Cihat Arınç
Tavsiye Et
İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu
Yapım: T.C. Kültür Bakanlığı, 2002
Bu ay İstanbul’un fethinin 553. yılını idrak etmemiz sebebiyle, fethin coşkulu seslerini barındıran askerî musikimizin tarihî ve önemli örneklerini sizlerle paylaşmayı uygun gördüm. Kuşkusuz ki müzik açısından mehterin en karakteristik özelliği, karabatak tekniğidir. Evvelâ nefesli sazların, akabinde de bütün heyetin icra ettiği, yumuşak yahut gümbürtülü bölümlere nöbetleşe yer verilen bu teknik, mehterden klasik saz müziğine geçmiş, keza senfoni orkestralarında da kullanılmıştır.
On altı ile on sekizinci yüzyıllar arasında yaşamış bestekâr ve icracılar eliyle gelişim safhalarının zirvesine varan mehter müziği, savaşlar yahut Osmanlı elçilerine eşlik eden heyetler vasıtasıyla Avrupa’ya taşındı ve hem Avrupalı devletlerin ordu birliklerini hem de Batı kültür coğrafyasında yetişen bestekârları tesiri altına aldı. On sekizinci yüzyıl civarında artık Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî gücü zayıflamaya başlamasına rağmen, bu dönemde Türk askerî müziği tarzında (alla turca) opera, senfoni ve konçertolar bestelemek, Batılı müzisyenler arasında âdet hâlini almıştı. Handel’in 1724 ve 1743 tarihli Timurlenk ve Bayezid operaları ile başlayan “Türk operası” akımı, Gluck ve Haydn’la beraber yaygınlık kazanmıştı. Mehter müziğinin Mozart ve Beethoven ile en üst noktaya ulaşan güçlü etkisi, Avusturyalı operet bestecisi Leo Fall’ın İstanbul Gülü (1916) ile geçen yüzyılın başlarına kadar gelmiştir.
İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu’nun icra ettiği bu albümde, mehter denildiğinde ilk akla gelen Segâh Peşrev, Tarihi Çevir, Genç Osman, Ceddin Deden ve Hücum Marşı dışında yaygın olarak Türk müziğinin klasik sazlarıyla icra edilen Kırmızı Gülün Alı Var, Dağlar Dağlar gibi eserler ve ayrıca Onuncu Yıl Marşı yer alıyor.
Tavsiye Et
Kemal Çalışkan
İstanbul, 2001
Mehterin tarihi, Türklerin tarihiyle yaşıt sayılır. Mehterle ilgili en eski bilgileri bize Orhun Kitabeleri sunmaktadır. Türklerin savaşlarda burnay (turna), boru, küvrük (kös), tümrük (davul), çang (zil), çöken (çevgân), vb. aletler çalmak suretiyle musikiyi psikolojik bir silâh olarak kullandıklarını da Kaşgarlı Mahmud’un Dîvân-ı Lûgati’t-Türk adlı eserinden öğreniyoruz. Mehterin teşkilâtlanması ise Selçuklular devrine rastlar. Anadolu Selçukluları hükümdarlarından II. Gıyaseddin Mesud’un Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Bey’e 1289 yılında istiklâl fermanıyla beraber bağımsızlık simgesi olan sancak, tuğ, davul, zil, nakkâre ve boru göndermesi ve Osman Bey’in “nevbet” denilen mehter icrasını hürmet ifadesi olarak ayakta dinlemesi ile mehterin Selçuklulardan Osmanlılara geçtiğini müzik tarihçileri naklediyor.
Mehterin Osmanlı müesseseleri içindeki önemine işaret etmek için Sultan IV. Murad devrinde yaşanan ve Evliya Çelebi’nin naklettiği bir hadiseyi iktibas etmek gerekir. Rivayet o ki, mimarların mı, yoksa mehterlerin mi ordu alayında önceliği olacağı hususunda karar verilemez. Meseleyi görüşmek üzere Mimarbaşı ile Mehterbaşı Sultan’ın huzuruna çıkarlar. Mimarbaşı: “Padişahım! Biz Habib-i Neccar köçekleriyiz, mehterler ise pirsiz esnaf olup Cemşid sanatını tutmuş bir alay Deccal kavmidir. Biz padişahımıza saraylar, selâtin camileri, köprüler yaparız. İslâm ordusunda lüzumumuz, hizmetimiz vardır. Elbette mehterlerden evvel geçeriz!” der. Bunun üzerine Mehterbaşı der ki: “Padişahım! Hangi bir tarafa gitseniz mehabet, şevket, selâbet ve şöhretiniz için, dosta düşmana karşı davul, kudüm, nefir döverek gitmeniz lâzımdır. Cenk meydanlarında köslere biz tokmak çalarız ve askeri şevke getirip biz kaldırırız. Eski hukema, ‘Saz ve söz ile hanende, âdemin gönlüne safa verir’ demişler. Biz de ruha gıda verir esnafız. Mimarbaşının esnafı, Rum, Ermeni ve Çingenelerdir, löküncüler ve suyolcularıdır, lâğımcılar ve necisçiler dahi vardır. Biz bu esnafı üzerimize geçirmeyiz padişahım! Bahusus ki, nerede Resulûllah’ın alemi olsa, orada dabl-ı Âl-i Osman bulunmak gerekir...” Mehterbaşının bu etkileyici konuşması üzerine, IV. Murad ordu alayında mehterlerin mimarlardan evvel geçmesini emreder.
Mehterhane, ne yazık ki II. Mahmud döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması esnasında kaldırılmış ve onun yerine, Batılılaşma rüzgârının etkisiyle, III. Selim’in yakın dostu Napolyon’un emekli bando subayı Giuseppe Donizetti’ye Muzika-i Humayun adlı saray bando okulu kurdurulmuştur. Geçmişten Günümüze En Canlı Kültür Mirasımız Şanlı Mehter başlıklı bu kitapta, mehterin tarihçesinin yanı sıra mehter müziğinde icra edilen çeşitli eserlerin notaları da yer alıyor. / Cihat Arınç
Tavsiye Et