BU yıl bahar geç geldi. Tam da havalar ısındı derken kazma, kürek yaktırdı Mayıs ayı. Bu satırları yazarken Mayıs’ın artık son haftasına girmiş ve peş peşe iki ayrı dalga halinde gelen kriz yoklamasına yakalanmış, bir taraftan da piyasa ekranından borsanın yeniden toparlanışını, dövizin bir miktar geri çekilişini ve faiz oranlarının çıktığı yeni seviyeye yerleşmesini izliyorduk. Bu toparlanmanın tek nefeslik bir ara mı, yoksa yeni bir dengeye ıslak ıslak bir seğirtme mi olduğunu bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey var: Islaktık, üşümüştük ama paniklememiştik.
Ne oldu bu iki haftada günlük güneşlik piyasalarımıza? İçeride laiklik tartışmaları ve Danıştay’a yapılan menfur saldırı mı tetikledi bu süreci? Yoksa “elimizde olmayan gerekçelerle” yayınımıza ara mı verdik? Komplocu sıcak paracıların mı oyununa geldik, yoksa biz ettik de biz mi bulduk? Enflasyonun Nisan ayında kardelen çiçeği gibi yattığı yerden başını kaldırması mıydı her şeyin sebebi, cari açık mı nihayet gelip çattı kapımıza?
Bu satırların kayda geçirildiği dakikalarda İMKB 100 endeksi, 37 bin civarında dalgalanıyordu. Oysa aynı endeks Mart başında 48 bini hedefleyerek doludizgin yukarı tırmanıyordu. Öte yandan, son bir yıldır 1 lira 35 kuruşun üzerine çıkıp çıkmamakta kararsızlık çeken dolar, ilk dalganın ardından 1,45 lirayı benimser gibi görünmüş, ama ikinci dalga ile 1,52’ye kadar çıktıktan sonra 1,5’e geri dönmüştü. Grafiklerde bir yukarı, bir aşağı seyreden çizgilerin bundan sonra durulup durulmayacağını zaman gösterecek. Ancak yine de genel beklenti, fiyatların belki bir dalgalanma daha yaparak yeni bir platforma oturacağı yönünde.
Bu beklenti, aslında sağlam temellere oturuyor. Nisan ayı enflasyonu yüksek çıkmış olsa da, kamu harcamaları yılın ilk üç ayında tahminlerin üzerinde gerçekleşmiş olsa bile, cari açık hâlihazırdaki en ciddi tehdit olarak ekonominin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi dursa dahi, yüksek büyüme performansına rağmen işsizlik ve bölgesel eşitsizlik yaygın ve müzmin bir sorun olarak devam ediyor olsa da, bugünün Türkiye’sinde temel ekonomik dengeler sıhhatli gözüküyor.
Enflasyon trendi tek bir ay ile ölçülemez. Kanaatimizce, beklenen konjonktür için düşük belirlenmiş olan yıl sonu hedefine rağmen, yıl sonu enflasyonu muhtemelen bant içinde kalacaktır. Zaten enflasyonun bir puan aşağı veya yukarı olması, ortalama karar alıcı için pek fazla bir önem taşımıyor. Gidişat, daha ziyade ekonomi politikalarına yönetimin ne ölçüde sadakat gösterdiğini ölçüyor olacak. Kamu harcamalarının kontrol altına alınacağı da ifade edildi. Burada da, bugüne dek gösterilen performans ortalama karar alıcı için muazzam olduğu için, bu kesim çok da önemsemiyor küçük sapmaları. Önemseyenler, açığı bir performans kriteri olarak görenler.
Diğer sorunlar ise zaten uzunca bir müddettir devam ediyor ve bunların hallinin Ortodoks politikalarla değil, ancak yapısal reformlarla mümkün olduğu artık iyice anlaşılmış durumda. Dalgalanmalar sayesinde kurların bir miktar artması ve sıcak paranın ateşinin bir miktar alınmış olması ise, ekonomi içindeki basıncı hafifleterek aslında herkesin “bir şekilde olsa da rahatlasak” dediği türden bir düzeltmeyi temin etmiş oldu. Netice itibariyle bugünün Türkiye’si; kamu borçluluk seviyesi, kur rejimi ve rezervleriyle geçmişine nispetle krizlere çok daha dayanıklı.
Ancak dalgalanmaların kısa bir müddet içinde dengeye oturması, iki temel unsura bağlı: Dış piyasalardaki gelişmeler ve iç istikrar.
Dış piyasalar önemli, çünkü esas itibarla dalgalanmanın sebebi uluslararası sermaye hareketleri. Her şeyden önce, uluslararası ticarette küresel dengesizlikler tedirgin edici boyutlara ulaşmış durumda. OECD ve İMF gibi kuruluşların son zamanlarda sıklıkla telaffuz ettikleri bu dengesizlikler, uluslararası likiditeyi giderek daha oynak bir zemine taşıyor.
Türkiye’de dalgalanmanın yaşandığı günlerde uluslararası piyasalar günlük güneşlik değildi. Sözgelimi, New York Borsası Mayıs başından beri devamlı bir düşüş sergiliyor. Aynı süreç Avrupa’dan Asya’ya, Latin Amerika’dan son zamanların gözde boğa piyasalarından olan Körfez’e kadar hemen tüm piyasaları etkisine almış durumda.
Üstelik benzer bir durum meta borsalarında da yaşanıyor. Mayıs başında 75 doların üzerini zorlayan petrol fiyatları, iki hafta içinde 5 dolar geriledi. Son bir yıl içinde neredeyse dört katına çıkan bakır ise, aynı dönemde %12,5 değer kaybetti. Para borsalardan, meta piyasalarından ve bugüne dek prim yapmış olan gayrimenkul gibi varlıklardan kaçıyor; artan faizler sebebiyle bono ve tahvillere yöneliyor. Oluşan likiditeyi kontrol etmekte zorlanıyor başta FED olmak üzere merkez bankaları.
Türkiye’yi bu dalgadan muaf tutamıyoruz. Dalgalanmalarla birlikte Türkiye’den önemli bir miktar sermaye çekildi yabancılar tarafından, son zamanlarda elde ettikleri kazanımlardan vazgeçerek üstelik. Dışarıdaki hareketliliğin ne kadar devam edeceğini takdir edemiyoruz. Tabiatıyla sürecin ülkemiz ekonomisini ne ölçüde etkileyeceğini de.
İç istikrara gelince burada da iki unsuru göz önünde tutmak gerekiyor. Bunlardan ilki, ekonominin bu sürece tepkisi. Henüz içeride tasarruf sahipleri ve yatırımcıların Yeni Türk Lirası’ndan dövize geçmediğini görüyoruz. Bu müspet bir işaret. Yine bu çerçevede artan kurların cari dengeyi rahatlatacağı tahmin ediliyor. Bu durum, ancak dış talebin eskisi gibi devam edeceği varsayımı geçerliliğini sürdürürse gerçeklik kazanacak. Nihayet reel kesimin kısa döviz pozisyonu, artan kurlar karşısında en zayıf halkayı oluşturuyor.
İçerideki ikinci sıkıntı, dalgalanmanın siyasî bir gerginlik ortamı ile aynı vakte denk düşmesi. Laiklik tartışmaları, Sezer’in Sosyal Güvenlik Yasası’nı veto etmesi, ardından Danıştay saldırısı gibi gelişmeler tabii olarak piyasaların tepkilerini de şekillendiriyor. Nihayetinde piyasa siyasetten etkileniyor, piyasalardaki gelişmeler de siyasete malzeme yapılıyor. Burada ülkeyi kısır ve giderek kötüleşen bir döngüye sokmak, en ılımlı tabirle gaflet olur.
Şu ana kadar dalgalanmalar ekonomi yönetimince iyi yönetildi. Merkez Bankası, tüm baskılara rağmen döviz satmadı. Bu adım bir taraftan rezervlerin erimesini engellerken, diğer yandan serbest piyasaya olan güveni arttırdı. İMF ile üçüncü ve dördüncü gözden geçirmeler bir arada tamamlandı. Önümüzdeki dönemde hükümetin ekonomi politikalarında, yapısal meselelere biraz daha eğilmek dışında, ciddi bir değişiklik yapmasını beklememek gerek. Bilakis gevşeme gösteren kimi alanlarda daha sıkı tedbirlerin alındığına şahit olabiliriz.
Fırtınayı atlatabilirsek, ülke ekonomisinin yaz aylarına çok daha sağlam gireceğine inanıyoruz.
Paylaş
Tavsiye Et