Teorik bir soruyla başlayalım. Farklı dünya algılamaları var: Ders kitaplarının bize tanıttığı bilimsel bir dünya, medyanın sanal dünyası, sanat eserlerinde sunulan fantezi bir dünya vs. Yazılarınızdan, ders kitaplarının sunduğu dünyaya kuşkuyla baktığınızı biliyoruz. Bu kuşkuyu teorik olarak nasıl rasyonalize ediyorsunuz? Sizin dünya algınız nasıl?
Dünyaya kuşkuyla bakmıyorum. Dünyaya çok kuşkusuz bakıyorum. Benim itirazlarım dünyanın algılanma biçimine.
Bunun çerçevesini nasıl çiziyorsunuz? Olayları sosyal-siyasî süreçlerle değil de, ismini vermediği faillerin çabalarıyla açıklıyor gibisiniz. Sizce küresel bir hükümet mi söz konusu?
Ben yazıp çizdiğim bunca seneden sonra şuna çok daha fazla inanıyorum: Dünyada gelişmeleri etkileyen güçler var. Bunları tek tek falanca grup, filanca örgüt diye göstermeye gerek yok; ama dünyada hemen hemen her alanda birbirleriyle temas halinde olan, o temasların sonucunda bir gücü yansıtabilecek insanlar var. Bunlar çoğunlukla finans alanında; petrol 20 dolardan 80’e çıktığında dünyadaki her ülkenin hazinesini tek tek boşaltıp bir yere taşıyabilecek ürüne sahip insanlar. Tabii onların uzantısı olan bir medya gücü ile siyasette ve bürokraside temsilcileri de var. Kimseyi atamıyorlar ya da seçtirtmiyorlar belki. Ama netice itibariyle medya gücünün o insana verilen değer ya da değersizliği etkilediği bir algılama ortamında seçimler yapılıyor. Her düşündükleri, planladıkları, amaçladıkları birebir gerçekleşmiyor elbette. Kendilerinin öngördüğünün tam tersi bir sonuç ortaya çıkmış olsa bile, bu durumdan nasıl yararlanabileceklerini hemen hesap edip ona uygun politikalar geliştirebilecek kadar zeki bir dinamizmleri var.
Benim zihin dünyamda bu bir oyuna benziyor. Bu bir oyunsa, bu oyunun ya benim vatandaşı olduğum ülkenin çıkarları doğrultusunda bozulması ya da o oyunu beraberce oynayacak hâle dönüştürmemiz lazım. Ben ikincisinden yanayım, zira bu oyunu kolayca bozamayacağımız kanaatindeyim. Çünkü o yönde ciddiye alınacak bir hazırlık, hatta bunun oyun olduğu yolunda bir algılama yok. Bu nedenle etkileyici güce karşı bir güç oluşturma niyeti, dolayısıyla da onu bozma gücümüz pek yok. Tek başına yapılacak çabalarla da bozulabilecek gibi değil; çünkü çok kapsamlı bir oyun bu. O zaman, herkesin yapabileceğinin azamisinin, oynanan bu oyunu görüp gelişmelerden en az zararla etkilenerek en fazla yarar sağlayacak şekilde davranmak olduğunu düşünüyorum.
Daha somut bir soru sorayım. Ecevit hükümeti seçime bir buçuk yıl varken aniden erken seçime gitti. Bununla ilgili komplo teorileri ortaya atıldı: Mesela seçim öncesinde ortaya Genç Parti çıktı ve böylece başta MHP olmak üzere barajı geçebilecek sağ partilerin önüne hiç ummadıkları bir engel çıkarıldı. Ve tabii ki AKP’nin tek başına iktidar olmasının önü açılmış oldu. Ancak bu AKP açısından bir erken doğum oldu. Böyle bir hükümet 10 sene sonra gelseydi, belki daha derli toplu olacaktı. AKP’nin önünün erkenden açılmasının bir komplo olduğunu düşünebilir miyiz?
Benim bu konudaki ‘teorim’ farklı. 2002 yılı içerisinde Türkiye’ye yeni bir siyasî yapı getirilmek isteniyordu; ama bu yapı Ak Parti’nin iktidarda olacağı bir yapı değildi. Çünkü Irak, İran, Suriye gibi dikenli konularda AKP’nin nasıl davranacağını bilemiyorlardı. Dolayısıyla düzen kurucu olarak Amerika’yı görüyorsak, onun hesabına göre AKP birinci parti olarak çıkacaktı; ama Meclis dört partili olacaktı. Bu dört partili Meclis’te AKP’yi muhalefette bırakıp diğer üç partiyle hükümet oluşturacaklardı. AKP sözcüleri bağırıp çağırmaya devam ederken de, bölgeye düzen verip BOP’u kendi kafalarındaki çerçeve içerisinde gerçekleştireceklerdi. Bence hesap buydu. Bunu, AKP’ye karşı tavırlarından çıkartıyoruz. Ben bundan sonra da cumhurbaşkanlığı için mülayim veya AKP’li, ama AKP’yle çok az bağı olan birisinin değil; tam tersine AKP deyince akla gelen kimler varsa onlardan birinin istendiği kanaatindeyim. 2002’de yeni kurulan AKP Amerika’yla yakınlaşmak istiyordu. O zaman Ankara’daki Amerikan büyükelçisi Robert Pearson’ı defalarca davet ettikleri halde olumlu cevap alamadılar. AKP’liler Amerika’ya gittiler. Washington’da üst düzey görüşmeler yapacaklarını umuyorlardı. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül gibi ağır toplardan oluşan bir kadroyla gitmelerine rağmen, dışişleri bakanlığının dördüncü derecedeki bir adamıyla muhatap edilmek istendiler. Araya mesafe koyma ihtiyacı duyulduğu belliydi. Ve biliyoruz ki, o dönemde Pearson’ın en yakın olduğu siyasetçi Deniz Baykal’dı. Beklenti, Deniz Baykal’ın başbakanlığında bir hükümetin oluşmasına imkân verecek bir sonucun sandıktan çıkmasıydı. Bana göre 2002’de böyle bir hesap vardı. Dolayısıyla 2002, dışarısı tarafından ‘AKP yılı’ olarak hesaplanmış değildi bence. Ama AKP’nin yılı oldu ve iktidara geldiler.
Benzer bir teoriyi bugüne uygulayalım. Şimdi AKP’nin karşısında bir rakip gözükmüyor. Bu partilerin hepsi bir araya toplansa, birleşmenin verdiği antipatiyle vatandaş yine AKP’ye kredi açabilir. Bu durumda ne yapılabilir?
Ben AKP’nin bir dönem daha iktidar olacağı kanaatindeyim. Netice itibariyle cumhurbaşkanının çok farklı davranmasıyla yarım kalmış bir görüntü var Türkiye’de. Yeterince göz açıcı bir deneyim olmadı. Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulması da dâhil olmak üzere pek çok alanda, dönüm noktalarında denemeler yapıldığını görüyorum. Bir Müslüman ülke, bir imparatorluk ve çokuluslu bir devletten millî bir devlet nasıl çıkar? Nasıl laikleşebilir ve nasıl demokratikleştirilebilir? Bir ‘deneme kabı’ Türkiye. AKP gibi bir partinin böylesine güçlü bir iktidar halinde yönetimde ipleri eline alması da yeni bir deneme gibi geliyor bana. Yalnız denenmemiş tek şey var; o da cumhurbaşkanının, Meclis çoğunluğunun ve hükümetin de AKP’den olduğu bir Türkiye. AKP’nin pek çok eksiklikleri olmasına rağmen, toplumla bağının tam anlamıyla olmasa da hâlâ sağlam olduğu, dolayısıyla karşılıklı bölünmüşlük ortada iken sandığa gidildiği takdirde en fazla 3 partili bir meclisin oluşacağı ve gücü azalmış da olsa, yine bir AKP hükümetinin kurulacağı kanaatindeyim.
Bu deneyimden elde edilmek istenen nedir?
Bu deneyim nasıl bir sonuç ortaya çıkartacak? Onların da cevabını aradıkları soru bu. Bunun Türkiye’nin aleyhine bir deneyim olduğu kanaatinde değilim. Türkiye Ahmet Necdet Sezer gibi bir cumhurbaşkanı ve AKP gibi bir hükümet deneyiminde de başarılı olabilirdi. Ama maalesef her iki taraf da bunu başarılı kılacak tarzda birbirlerine davranmadılar. Ahmet Necdet Sezer’de var olan birtakım vasıfların da değerlendirilebileceğini, bugünkü Türkiye için yararlı olabileceğini düşünüyordum. 2006 yılındaki Sezer çok farklı. Ama 2002’deki Sezer’le karşılıklı bir anlayış ortamı oluşturulabilirdi. Olmadı. Belki ondan kaynaklandı, belki hükümet fazla zorlamadı o anlayışı. Böyle bir cumhurbaşkanı ve böyle bir hükümet başarılı değil Türkiye için. O zaman yeni duruma bakacaklardır.
Paylaş
Tavsiye Et