Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2006) > Dosya > Sekülerleşme kuramının çözülüşü
Dosya
Sekülerleşme kuramının çözülüşü
Talip Küçükcan

TÜRKİYE’DE modernite, din ve laiklik ilişkisi daha çok Batı’da kabul görmüş söylemlerin gölgesinde tartışılıyor. Her ne kadar sosyal bilim çevrelerinde farklı modernitelerden bahsediliyor olsa da, Batı tecrübesinin verilerine dayalı kavramsallaştırmayı ve modernite-din arasında kurulan negatif korelasyonu vurgulayan yaklaşımlar, ülkemizde hem entelektüel kesim arasında hem de bazı kurumlarda temel bakış açısı olma özelliğini sürdürüyor. Bu bakış açısıyla oluşturulan siyasal söylemler, kültür politikaları ve popüler tartışmalar acaba genelde modern dünyadaki, özelde ise Türkiye’deki toplumsal değişimi, kültürel dönüşümü ve kimlik söylemlerini ne kadar doğru yansıtıyor? Türkiye’deki yazar ve düşünürler Batı’da yükselen eleştirileri ne ölçüde kendi toplumlarına taşıyabiliyorlar? Batı’da giderek daha fazla eleştirilen teorik çerçeveye dayalı şablon, Türkiye gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor? Bu soruların cevabı modernleşme ve sekülerleşme kuramlarının temellerine ilişkin sorgulamada yatıyor.
Modernleşme ve sekülerleşme kuramcıları, genel olarak modern değerleri ve kurumları benimseyen toplumlarda, dinin toplumsal ve siyasal alanlardaki etkinliğinin ortadan kalkacağını, bireysel olarak da dinî pratikler ve ibadetlere katılım oranının düşeceğini savunuyordu. Halbuki geride bıraktığımız yüzyılın son çeyreğinden itibaren dinî hareketlerin toplumsal ivme kazandığı gözleniyor. Yani modernleşmenin gelişmesi ile dinin gerileyeceğini ve toplumsal hayattaki etkisini kaybedeceğini öngören geleneksel sekülerleşme teorilerinin beklentilerinin aksine din hem sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerde, hem de geleneksel kültür öğelerinin başat olduğu ülkelerde yükselişe geçmiş görünüyor.
Yeni gelişmeler ve eğilimler, 19. yüzyılın büyük bir bölümünde baskın olan ve 20. yüzyılda da yaygın olarak kabul gören geleneksel sekülerleşme kuramının yeniden ele alınması gerektiğini gösteriyor. 19. yüzyılda A. Comte, H. Spencer, E. Durkheim, M. Weber, K. Marks ve S. Freud gibi düşünürler sanayi toplumunun gelişimine paralel olarak dinin önemini kaybedeceği görüşünü savunuyordu. “Dinin ölümü veya yok oluşu” şeklinde ifade edilebilecek bu yaklaşım 19. yüzyıl sosyal bilim anlayışına egemendi. C. Wright Mills Toplumbilimsel Düşün adlı eserinde bu yaklaşımı şu şekilde açıklıyordu: “Dünya bir zamanlar düşünce, pratik ve kurumsal form alanlarında kutsal ile dolu idi. Rönesans ve Reformasyon’dan sonra modernleşme güçleri bütün dünyayı sardı ve modernleşme ile eşzamanlı tarihsel süreç olan sekülerleşme, kutsalın baskınlığını gevşetti. Kutsal, zamanla özel alan dışında bütünüyle yok olacaktır.” 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde D. Martin, B. Wilson, P. L. Berger, S. Bruce, T. Luckmann ve K. Dobbelaere gibi toplumbilimciler de, Batı Avrupa’daki sekülerleşme deneyiminden hareketle dinin toplumsal hayat üzerindeki etkisini yitireceğini savunmaktaydılar.
Toplumsal ve siyasal dönüşümlerin ortaya çıkardığı sekülerleşme süreci kuşkusuz farklı değişkenleri içinde barındıran çok katmanlı bir değişime işaret ediyor. Yukarıda belirtilen toplumbilimcilerin savundukları sekülerleşme kuramları daha çok Batı Avrupa’daki din, toplum ve devlet ilişkilerinin tarihsel gelişimi bağlamında yaşanan süreçleri ele alması ve açıklaması bakımından anlamlı. Peki, 19. yüzyıldan bugüne kadar sosyal bilimlerde ciddi bir eleştiriye tâbi tutulmadan yaygın bir biçimde kabul gören geleneksel sekülerleşme kuramları günümüz dünyasındaki gelişmeleri yeterince açıklayabiliyor mu? Bu soruya ‘evet’ cevabı vermek neredeyse imkansız. Çünkü P. L. Berger ve G. Davie gibi bazı toplumbilimciler yaygın sekülerleşme kuramının Avrupa deneyimini yansıttığını, dünyanın diğer bölgelerindeki din-toplum ilişkilerini, dinî davranışları ve dindarlık düzeylerini açıklayamadığını düşünüyorlar. Sekülerleşme son iki yüzyıl içinde Avrupa’nın dinî hayatı ve yapısında köklü değişimlere neden olsa da, Avrupa’nın bu deneyimini bir istisna olarak değerlendiriyorlar. Çünkü ABD, Hint Yarımadası, Asya ülkeleri ve İslam dünyasında dinin toplum hayatındaki öneminin giderek arttığı gerçeği, geleneksel sekülerleşme kuramının öngörülerinin Batı-Avrupa dışı toplumlarda doğru çıkmadığını gösteriyor.
Son yıllarda dinî hareketlerin ivme kazanması, maneviyat ve anlam arayışının bir sonucu olarak yeni dinî hareketlerin ortaya çıkması ve geleneksel dinlerde görülen ihya hareketleri, sekülerleşme kuramı tarihindeki en çetin meydan okumayı ortaya koyuyor. 1960’larda sekülerleşme kuramını, yani modernliğin yükselişi ile dinin toplumsal hayattan çekileceği ve önemini kaybedeceğini savunanların bir kısmı yeni gelişmeler ve verileri göz önüne alarak bu görüşlerinin yanlış olduğunu kabul ediyorlar. Sekülerleşme kuramının yeniden gözden geçirilmesini savunanların yanı sıra bu kuramın analitik değerinin kalmadığını ifade edenler de bulunuyor. Örneğin J. Hadden, varsayımları iyi sınanmamış sekülerleşme kuramının, bir doktrin veya ideolojik bir dogmaya dönüştürüldüğünü savunuyor. Hadden’den bir adım daha ileri giden R. Stark ve R. Finke ise, neredeyse iki yüzyıldır öne sürdüğü başarısız kehanetlerle geçmişi ve bugünü yanlış yansıtan sekülerleşme doktrininin eleştirel bir gözle rafa kaldırılması gerektiği görüşünü benimsiyorlar.
Bir zamanlar sekülerleşme kuramını ısrarla savunan ancak artık bu kurama eleştiriler yönelten P. L. Berger de, “The Desecularization of the World: A Global Overview” başlıklı makalesinde şu gözlemde bulunuyor: “Sekülerleşmiş bir dünyada yaşadığımız varsayımı yanlıştır. Bugün dünya bazı istisnalar dışında en az eskisi kadar, hatta bazı yerlerde eskisinden daha fazla dindardır.” Berger’e göre sekülerleşme literatürünün tümü esas itibariyle yanlışlıklar içeriyor. Zira modernleşme öngörüldüğü gibi zorunlu olarak dinin gerilemesine neden olmadı ve din, son derece modern toplumlarda bile varlığını sürdürdü. Bazı modern toplumlarda din, kurumsal anlamda çok etkin olmasa bile bireysel bilinç ve vicdan düzeyinde etkisini devam ettiriyor. Fransız sosyolog D. Hervieu-Leger ise, Avrupa’daki sekülerleşme ve din ilişkisi çerçevesinde dini, bir hafıza zinciri olarak değerlendiriyor ve onun kolektif kimliğin önemli bir unsuru olduğunu savunuyor. Hervieu-Leger’e göre bir hafıza zinciri olarak din, inanan bireyi cemaate ve topluma bağlıyor, gelenek (ya da kolektif hafıza) ise bu insan topluluğunun varlığının temelini oluşturuyor. Hervieu-Leger, din konusunun merkezine geleneği, yani bir inanç zincirine referansı yerleştirmekle dinin geleceğinin birden bire kolektif hafıza problemi ile bağlantılı hale geleceğini belirtiyor. Hervieu-Leger modern Batı toplumlarının ve özelikle de Fransa’nın bir dereceye kadar kolektif hafıza krizi yaşadığını ve bu krizin hafıza zincirinde din halkasından mahrum bırakacak bir kopuşa neden olduğunu iddia ediyor. Bütün bunlara rağmen Hervieu-Leger, modern Avrupa toplumlarında (kolektif) hafıza ile din arasındaki zincirin kayıp halkasının tekrar keşfedildiğini savunuyor.
Geleneksel sekülerleşme kuramlarının beklentisinin tersine, özellikle devlet müdahalesinin azaldığı, özgürlük alanlarının genişlediği, kurumsal rekabet ve yarışın günlük hayatın bir parçası haline geldiği toplumlarda dinî cemaatler, gruplar, akımlar ve kurumlar sürekli bir rekabet halinde toplumsal hayatı paylaşma veya toplumdaki mevcut etkinlik alanlarını genişletme çabasında. Sivil yapı taşıyan bu örgütlenmeler ve kurumlar dinî ‘piyasa’da kendi kaynakları ile rekabet etmekte ve yukarıda zikredilen fırsat alanlarını kullanarak görüşlerini yaymaya çalışmaktalar. Netice itibariyle bütün bu sosyolojik gerçekler ve yeni toplumsal yapı, geleneksel modernleşme ve sekülerleşme kuramlarının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Bir başka deyişle modernite-din ilişkileri ile ilgili soysal bilim araştırmalarında başlıca çerçeve olarak görülen sekülerleşme paradigmasının günümüzde karşılaşılan dinî farklılaşmayı ve hareketliliği de açıklayabilecek şekilde yeniden tanımlanması ve kamusal alanda din araştırmalarına meşru zemin yaratacak şekilde genişletilmesi gerekiyor.


Paylaş Tavsiye Et