TÜRKİYE, son 4 yıldır sahip olduğu siyasî istikrar süreci ve güven ortamının birçok makro göstergedeki olumlu yansımalarını yaşıyor. Bu olumlu gelişmelerin başında ekonominin birikimli olarak %35 oranında büyümesi, ihracatın %125 oranında artması, enflasyonun tek haneli rakamlara düşürülmesi geliyor. Ayrıca özelleştirmelerin hızlandırılması, faiz yükünün bütçe içindeki payı ile kamu borçlarının milli gelire oranının büyük ölçüde düşürülmesi, özel sektör yatırımları ve yabancı yatırımlardaki büyük artışlar da son yıllarda ekonomi alanındaki önemli başarılar arasında yer alıyor.
Türkiye ekonomisinin yakın geçmişinde kamu maliyesi ve malî sektörde yaşanılan yangınların söndürülmesi memnuniyet vericidir. Ancak, diğer taraftan ekonomide ortaya çıkan yeni sıkıntıları da gözden kaçırmamak gerekiyor. Büyüyen, üreten, ihracat yapan Türkiye ekonomisinde cirolar artarken; kârlılık azalıyor, yapısal dönüşüme uyum zorlukları yaşanıyor. Dış ticaret ve cari işlemler açıkları gerek Merkez Bankası’nın yüksek faizdeki ısrarıyla döviz kurunun düşük kalması, gerek Uzakdoğu malları ithalatındaki patlama, gerekse petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki olağanüstü artış nedeniyle hızla büyüyor. Öte yandan, geçtiğimiz yıl 1,3 milyon kişiye yeni istihdam imkanı sağlanmasına rağmen işsizliğin azaltılamaması ciddi bir sıkıntı oluşturuyor. Hem işgücü piyasasına her yıl giren 700 bin insana, hem de mevcut 2,7 milyon işsize istihdam yaratılması acilen çözüm bekleyen bir sorun olarak önümüzde duruyor.
Türkiye’de reel sektör bugün yeni meydan okumalarla karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi, küçük ölçekli işletmelerin, küreselleşme rüzgarlarının gücüyle hızla gelişen dev ölçekli şirketler karşında ayakta durmakta ve tüketim kalıplarının, trendlerin yer değiştirdiği yeni dönemin şartlarına uyum sağlamakta zorlanmasıdır. İkincisi, Türk şirketlerinin genel olarak, hızla büyüyen/gelişen Doğu Asya ekonomilerinin rekabet gücü ve düşük maliyetleriyle mücadele etmekte büyük güçlükler yaşamasıdır. Bugün, Türkiye Uzakdoğu ülkeleri ile ticarette 1’e 10, hatta 1’e 13’e varan açıklar veriyor. Üçüncüsü ise, sert küresel rekabet şartlarına rağmen reel sektörün ve üreten kesimin maliyet girdilerinin (hammadde, elektrik, akaryakıt, sigorta primleri, vergi gibi) dış rakiplere göre çok yüksek seviyelerde bulunmasıdır.
Elbette ki, bu meydan okumalara sihirli çözümler bulmak kolay değil. Türkiye’nin daha birkaç sene öncesine kadar bütçesiyle, bankalarıyla, hazinesiyle, borçlarıyla enkaz haline getirilmiş; bütçe gelirlerinin tamamının dahi faiz ödemelerine yetişmediği bir ekonomi olduğu da unutulmamalıdır. Ancak, 1990’ları kayıp yıllar olarak geride bırakan Türkiye’nin yeni krizler yaşama lüksü kalmadı. Sunî gündemlerle meşgul olmadan, siyasî ve ekonomik istikrarı korumada, siyasetçisinden bürokratına, işadamından sendikacısına, STK yöneticisinden medya mensubuna kadar herkese önemli sorumluluklar düşmektedir.
Her şeyden önce, ekonomide “olağanüstü hâl uygulaması”ndan “normalleşme süreci”ne geçişin ve malî piyasalar kontrolündeki “bekleyişler ekonomisi”nden “reel sektör ekonomisi”ne geçişin tamamlanmasının zamanı gelmiştir. Ekonomi politikalarının yeni hedefleri, sanayinin -bilhassa imalat sanayiinin- ve hizmetler sektörünün güçlendirilmesi, ara mal üreten yan sanayiilerin, KOBİ’lerin desteklenmesi, rekabetçi üretim ve yatırım için enerji, sigorta primi gibi maliyetlerinin aşağıya çekilmesi, dış ticaret ve cari işlemler açıklarının azaltılması, sosyal güvenlik açıklarının düşürülmesi ve orta direğin güçlendirilmesi olmalıdır. Türkiye’nin mali politikalara dayalı krizden çıkış stratejisiyle artık yol alması mümkün değil. Bugün, rekabet gücüne dayalı üretimi, yüksek istihdamı ve ihracatta sürdürülebilir büyümeyi amaçlayan bir ekonomik atılım programına ihtiyaç vardır.
Bu amaçla ülke ekonomisi ve ortak geleceğimiz açısından beşerî sermayenin geliştirilmesi oldukça önemlidir. Ortak gelecek de ancak ortak akılla inşa edilir. Bu nedenle, Türkiye’nin gelecek nesilleri için özel bir “yatırım fonu” kurulabilir. Birçok ülkede gelecek nesillere güçlü bir ekonomik miras taşıyabilmek için bu tür yatırım fonları kurulmuştur. Türkiye de, kamudan ve özel sektörden profesyonel idarecilerin yönetiminde çalışacak ve TBMM’ye karşı sorumlu olacak böyle bir fon oluşturabilir. Bu fonun sermayesi ise, TMSF’nin varlık satışlarından sağlanabilir. Ayrıca,yurtdışındaki Türk bilim diasporasına ülkemize dönerek hizmet etmeleri konusunda hükümetçe bir çağrı yapılmalı ve bu insanlar için uygun çalışma ortamları oluşturulmalıdır.
Dış ticaret açığı ve cari açığın azaltılması için, ihracata dönük sektörlerde verimlilik artışının sürdürülmesi zorunludur. Verimlik artışının yolu ise, marka ve teknolojik yenilikler ile katma değerin artırılmasından geçmektedir. Merkez Bankası’nın aşırı temkinli yüksek faiz politikası yerine, tedrici indirimlere devam etmesi Türkiye’nin koşulları için daha uygun bir seçenektir. Kamu maliyesindeki harcamaların kalitesinin iyileştirilmesi çerçevesinde sağlık, eğitim ve AR-GE gibi verimliliğe yönelik harcamalara ağırlık verilmelidir. İstihdamı artırmak/işsizliği azaltmak için, her şeyden önce büyümenin %7’nin altına düşmemesi ve ihracattaki artış trendinin sürdürülmesi gerekir. %43’lük istihdam vergisinin %25 seviyesine aşamalı olarak düşürülmesi bir zarurettir. Sorunların giderek büyüdüğü sosyal güvenlik sisteminde, ekonominin yeni şartları da göz önüne alınarak iyileştirmeler yapılmalıdır. Nisan ayında TBMM’de kabul edilerek yasalaşan SosyalGüvenlik Reformu da bu noktada önemli bir adımdır.
İstihdamın %61’ini karşılayan KOBİ’leri güçlendirmek, işsizliği azaltmak için en iyi çaredir. KOBİ’ler ve esnaflar ekonomideki yeni dönem şartlarına uyum sağlayabilmek için eğitim programlarına şiddetle ihtiyaç duyuyorlar. KOBİ’lere verilen teşvikler eğitim programlarıyla desteklenmelidir. Ayrıca, büyük firmalar çok iyi imkanlarda kredi alabilirken; KOBİ’ler sermaye piyasalarına erişmekte ciddi zorluklarla karşılaşıyor. KOBİ’lerin sermaye piyasalarına erişimi kolaylaştırılmalı ve KOBİ’lerin kullandığı kredilerdeki damga vergisi, harç ve Banka-Sigorta Muameleleri Vergisi (BSMV) kaldırılarak finansman maliyeti düşürülmelidir.
Bugünün Türkiyesi, dünün Türkiyesi’nden daha iyidir. Ama yarının Türkiyesi, bugünün Türkiyesi’nden daha iyi olmak zorundadır. Dünya arenasındaki amansız rekabet ve büyüme yarışında ileri gitmek, halkımıza daha müreffeh ve huzurlu bir Türkiye bırakmak için “istikrar ve yükselişi” birlikte başarmak zorundayız.
Paylaş
Tavsiye Et