Küreselleşme tehdit altında
Dünya ekonomisinin, özellikle de gelişmekte olan ülkelerin, son yıllarda gösterdikleri yüksek büyüme performansı bu büyümenin ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusunu giderek artan bir önemle gündeme getiriyor. Son yıllarda hızlı büyümeyle birlikte ulusal ve uluslararası ölçekte eşitsizlikler artıyor, emek üzerindeki baskılar yoğunlaşıyor, çevre tahribatı şiddetleniyor ve insan hakları ihlalleri yaygınlaşıyor. Küreselleşme çevre ülkelerdeki bazı kesimlere büyük fırsatlar sunarken; bu ülkelerin geniş kesimleri için küreselleşmenin nimetlerinden bahsetmek mümkün değil. Dünya Bankası, önümüzdeki yıllarda küreselleşmenin getirdiği bu tehditlerin iyice artacağına dikkat çekiyor. Banka’nın Aralık ayı içerisinde yayımladığı “Küresel Ekonomik Öngörüler 2007” isimli rapora göre bu durumun en önemli sebebi, gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomi içerisindeki ağırlıklarının artmasıyla küresel rekabetin giderek şiddetlenecek olması. Rapor, demografik gelişmelerin de küreselleşmenin seyri açısından çok önemli olacağının altını çiziyor.
Bir kişiye 9, dokuz kişiye 1 pul
BM’ye bağlı bir enstitü tarafından yapılan araştırma, dünya üzerinde servet dağılımının gelir dağılımına göre çok daha adaletsiz olduğunu ortaya koyuyor. Araştırmaya göre, dünyadaki servetin yarısından fazlası nüfusun %2’sini oluşturan çok küçük bir azınlığın ellerinde birikmiş durumda. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan fakirler ise küresel servetten sadece %1’lik bir pay alıyor. Dünyanın en zengin %1’lik kesiminin %37’si ABD’de, %27’si Japonya’da %23’ü Avrupa’da, %13’ü de diğer ülkelerde yaşıyor. Servetin ülkeler arasındaki dağılımında da büyük bir dengesizlik göze çarpıyor. Küresel servetin %90’ı Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya-Pasifik bölgesinde bulunuyor. 376 milyon nüfuslu Afrika’nın payı %1’le sınırlı. Araştırmaya göre, kişi başına ortalama servet Japonya’da 181.000, ABD’de 144.000, Endonezya’da 1.400, Hindistan’da 1.000 dolar seviyesinde. Raporda servet dağılımının adaletsizliğini göstermek için kullanılan “dünya nüfusunu 10 kişi sayarsak; 1 kişi 1.000 dolar, 9 kişi ise 1 dolara sahip” şeklindeki ifade, Necip Fazıl’ın “Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul” dizesini anımsatıyor.
250 milyon çocuk, küresel kapitalizmin kurbanı
Bugünün gelişmiş ülkelerinin kalkınmasında çok önemli bir rol oynayan “çocuk emeği sömürüsü” küresel kapitalizmin açlık ve yoksullukla birlikte en büyük ayıplarından biri olma özelliğini koruyor. BM Çocuk Fonu UNICEF’in “Çocuk İstismarına Son” kampanyası kapsamında açıkladığı verilere göre, dünya çapında 246 milyon çocuk, emek sömürüsüne maruz kalıyor. Çocukların istismarı ağır şartlarda, düşük ücretlerle çalıştırılmalarıyla da sınırlı değil. BM verileri yılda 1,2 milyon çocuğun kaçırılarak veya kandırılarak çocuk ticaretine dahil edildiği, 2 milyon çocuğun ise ticari amaçlı cinsel sömürüye maruz kaldığını gösteriyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün verileri ise, 30’dan fazla ülkede yaşları 8 ila 18 arasında değişen 300 bin kadar çocuğun çatışmalarda kullanıldığını ortaya koyuyor. Çocuk emeği kullanımında çocukların %29’unun çalıştırıldığı Sahra Altı Afrika ülkeleri başı çekiyor. Bu bölgeyi Asya ve Pasifik (%19), Ortadoğu ve Kuzey Afrika (%15) izliyor. Ünlü şarkıcıların katkıda bulunduğu ve bireysel yardımlara dayanan kampanyalarla çocuk emeği sömürüsünü engellemeye çalışan BM ise adeta bir sivil toplum kuruluşu görüntüsü çiziyor.
Batı’da yabancı işçi olmak
Ulusal ekonomilerin birbirlerine sıkı bağlarla bağlandığı günümüzde emek, tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar ulusal sınırlar içerisine hapsedilmiş durumda. Bütün bu sınırlamalara rağmen, daha yüksek bir yaşam standardı ve daha fazla bireysel özgürlük için gelişmiş ülkelere gide(bile)n işçiler büyük sıkıntılarla karşılaşıyorlar. OECD tarafından Kanada, İtalya, İspanya, İsviçre ve İngiltere’de yabancı işçilerin entegrasyonu ile ilgili yapılan bir araştırma, bu işçilerin günümüzde geçmiş dönemlere kıyasla daha fazla ayrımcılıkla karşılaştıklarını ortaya koyuyor. Uzun süreli işsizlik ya da iş güvencesi olmayan kısa süreli işler, kötü çalışma koşulları ve sosyal dışlanma bu işçilerin yaşadığı sorunların ilk sıralarında yer alıyor. Araştırma pek çok ülkede ikinci hatta üçüncü kuşak yabancı işçilerin hâlâ işe alımlarda sorunlarla karşılaştıklarını gösteriyor.
İslami finans pazarı hızla büyüyor
İlk olarak Malezya ve Körfez ülkelerinde ortaya çıkan modern İslami finans hızla büyüyor. En muhafazakâr tahminlerle boyutu 400 milyar dolara ulaşan İslami finans ürünleri pazarı dünyanın en büyük yatırım kurumlarının da iştahını kabartıyor. The Economist dergisine göre, Batı’da uzun bir süre marjinal bir olgu olarak algılanan İslami finans, bugün merkeze yerleşmiş durumda. Uluslararası finans kurumları birbiri ardına şeriata uygun yeni ürünleri piyasaya sunuyorlar. 1990’lardan bu yana İslami finans ürünleri pazarında olan Citibank’a bugün ABN AMRO, BNP Paribas, Standard Chartered ve Goldman Sachs da katılmış durumda. Son yıllarda ortalama %15’in üzerinde büyüdüğü tahmin edilen İslami finans pazarının Körfez ekonomilerinin petrol desteğindeki yükselişleri sayesinde önümüzdeki yıllarda daha büyük bir atılım yapması bekleniyor.
Çin, bireysel bankacılığı yabancılara açtı
Son yıllarda küresel ekonomik sistemle giderek daha fazla bütünleşen, bunu yaparken de ABD dahil bütün ülkeleri gardını alma durumunda bırakan Çin, Dünya Ticaret Örgütü’ne katılmasının 5. yıl dönümünde, söz verdiği gibi, bireysel bankacılık hizmetlerini yabancı bankalara açtı. Çin’in Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, sürenin dolmasının ardından 8 yabancı bankanın faaliyet başvurusunda bulunduğunu açıkladı. Çin’de halihazırda 71 yabancı banka faaliyet gösteriyor. Ancak, sektörün %1,9’unu oluşturan bu bankalar bireysel müşterilere hizmet sunamıyordu. Artık yabancı bankalar 2 trilyon dolarlık büyüklüğüyle dikkat çeken Çin bireysel yatırım pazarında, yerel para birimi cinsinden tasarruf hesabı açabilecek, konut ya da tüketici kredisi verebilecekler.
Tavsiye Et
Sosyal güvenlik reformu Anayasa Mahkemesi’ne takıldı
Hükümetin iş dünyası temsilcileriyle birlikte üzerinde 3 yılı aşkın bir süredir çalışmakta olduğu Sosyal Güvenlik Reformu, yürürlüğe gireceği 1 Ocak 2007 tarihine günler kala Anayasa Mahkemesi’ne takıldı. Cumhurbaşkanı Sezer ve CHP’nin açtığı iptal başvurularını değerlendiren Mahkeme, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun bazı hükümlerini iptal etti. Mahkeme’den gelecek gerekçeli karara göre reformu tekrar değerlendirecek olan hükümetin yürürlük tarihini ertelemesi bekleniyor. Sosyal güvenlik sistemi, derin finansman sorunları ve dağınık kurumsal yapısıyla Türkiye’nin öncelikli reform alanlarının başında geliyor. Ancak 30 yıldır Türkiye’nin gündeminde bulunmasına rağmen, bu alanda bugüne kadar yapılan iyileştirmeler, geçici tedbirler olmanın ötesine geçemedi. Nitekim kamu bütçesinden sosyal güvenlik kurumlarının gelir-gider farklarının kapatılması için yapılan transferlerin milli gelir içindeki payı son yıllarda sürekli yükselerek %4,8 gibi sürdürülemez bir boyuta ulaştı.
Merkez’in freni büyümeyi yavaşlattı
2006 yılı üçüncü çeyrek büyüme verileri Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklandı. Veriler, yılın ikinci çeyreğinde finansal piyasaları sarsan dalgalanma ve ardından enflasyonu kontrol altında tutmak isteyen Merkez Bankası’nın sert müdahalelerinin ekonomiyi frenlediğini gösteriyor. Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nın geçen yılın aynı dönemine göre %3, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH)’nın ise %3,4 oranında büyüdüğü üçüncü çeyrekte, 2002 yılının ilk çeyreğinden bu yana en düşük büyüme performansı gerçekleşti. 2005’in üçüncü çeyreğinde %10,4 oranında büyüyen özel nihai tüketim harcamaları bu yılın aynı döneminde sadece %1,3 oranında artış gösterdi. Özel sektör yatırımları da çok ciddi oranda hız kesti. Geçtiğimiz yıl üçüncü çeyrekte %26 oranında büyüyen özel sektörün makine ve teçhizat yatırımlarındaki büyüme hızı bu yıl aynı dönemde %4,8’e kadar geriledi. Ekonomideki frene rağmen yılsonu büyüme rakamlarının %5 olan hedefin üzerinde gerçekleşmesi bekleniyor. Yılın ilk 9 ayında GSMH’de %5,7, GSYH’de %5,6’ya ulaşan büyüme rakamları da bu beklentiyi destekliyor.
Tüketicilere kur riski ve borçlanma uyarısı
Mayıs ayında finansal piyasalarda yaşanan dalgalanma son yıllarda ekonomide alınan mesafelere rağmen Türkiye’nin dış gelişmelere karşı ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koymuştu. Özellikle liranın yabancı para birimleri karşısında bir ay gibi kısa bir sürede üçte bir oranında değer kaybetmesi Türkiye’de hâlâ çok ciddi bir kur riski bulunduğunu göstermişti. Bütün bu işaretlere rağmen bireysel tüketicilerin döviz cinsinden borçlarının artmaya devam ediyor olması nedeniyle Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz tüketicileri uyarma gereğini hisseti. Tüketiciler Birliği’nden ise, tek riskin döviz cinsi borçlardan kaynaklanmadığı, hızla büyüyen banka kredilerinin de yüksek faiz oranları nedeniyle tüketiciler için risk oluşturduğu uyarısı yapıldı. Tüketici kredilerindeki hızlı genişleme borcunu ödeyemeyenlerin sayısında da ciddi bir artışa yol açtı. Tüketici kredisi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 2005’te 16.767 iken, Eylül 2006 itibariyle 21.660’a çıktı. Aynı dönemde kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise 159.808’den 182.076’ya yükseldi.
Türkiye’nin enerjide ağırlığı artıyor
Türkiye, Karadeniz’i Kızıldeniz’e bağlayarak Rus ve Kazak petrollerinin Uzakdoğu pazarlarına daha kısa sürede ve güvenli olarak ulaştırılmasını sağlayacak yeni bir boru hattı için İsrail ile mutabakata vardı. Akdeniz’in altından döşenecek olan ve Ceyhan’dan İsrail’in Kızıldeniz’deki liman kenti Eilat’a uzanan boru hattında petrolün yanı sıra ilk defa doğalgaz, su ve elektrik de taşınması planlanıyor. Türkiye’nin inşa etmek istediği Samsun-Ceyhan boru hattının da tamamlanmasıyla Karadeniz, Hazar, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan bir enerji koridorunda Türkiye kilit rol oynayacak. Enerji Bakanı Hilmi Güler, Ortadoğu’nun sorunlu ülkesi İsrail ile yapılacak olması nedeniyle endişelere yol açan projeden Filistin ve Ürdün’ün de yararlanacak olmasına özellikle dikkat ettiklerini açıkladı.
Türkiye ve İran ekonomik ilişkilerini geliştiriyor
Aralık ayı başında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İran’ı ziyareti sırasında iki ülke arasındaki yıllık ticaret hacminin 10 milyar dolara çıkarılması konusunda anlaşmaya varıldı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, Türkiye ve İran arasındaki ticaret hacmi 2006 yılının ilk 10 ayı itibariyle, geçen senenin aynı dönemine göre %59 artarak 5,6 milyar dolar seviyesine ulaşmış bulunuyor. Başbakan’ın ziyareti sırasında ticari ve ekonomik işbirliğine ek olarak iki ülke arasındaki siyasi işbirliğinin de geliştirilmesine karar verildi. Bu bağlamda terörizm, kaçakçılık, insan ticaretiyle mücadele ve suçluların iadesi gibi konuları kapsayan Güvenlik ve İşbirliği Protokolü imzalandı. Ancak, İran’ın geçen kış olduğu gibi Türkiye’ye verdiği günlük doğalgaz miktarında kısıntıya gitmesi bu olumlu gelişmelere gölge düşürüyor.
En mutsuz çalışanlar Türkiye’de
İşyerlerinde “çalışan mutluluğu” üzerine yapılan uluslararası bir araştırmaya göre, Türkiye’de çalışanların yarısından fazlası iş yerlerinde mutlu değil. Türk çalışanlar, patronlarına 10 üzerinden yalnızca geçer anlamına gelen 6,2 puan verdi. İnsan kaynakları alanında faaliyet gösteren Kelly Services tarafından 28 ülkede 70 bin çalışanla yapılan Küresel İşgücü Endeksi araştırmasında Türkiye, çalışanların mutluluğu açısından 28 ülke arasında yalnızca Rusya ve Macaristan’ı geride bırakarak 26’ncı olabildi. En mutlu çalışanların ise Danimarka, Meksika ve İsveç’te olduğu belirlendi. Araştırma, çalışanların değerlendirmelerinden yola çıkarak en iyi patronların Meksika, ABD ve Kanada’da; en kötülerinin ise İsveç, İtalya ve Türkiye’de bulunduğunu ortaya koyuyor.
Tavsiye Et