CUMHURBAŞKANLIĞI ve genel seçim dönemecine en nihayet girildi. Önümüzdeki günlerde üzerinde ikamet ettiğimiz bu topraklarda tabii afetler dışında her ne cereyan edecekse, bu iki vektörün bileşkesinde gerçekleşecek. Hükümet adımlarını buralarda ulaşmak istediği sonuçlara göre atacak, gidişattan memnun olanlar da, muhalif olanlar da planlarını bu muhtemel adımlara göre belirleyecekler.
Kritik bir devir-teslim süreci öncesinde de gergin ve sıcak saatler geçirmiştik. Neticede el sıkışıldı, mutabakata varıldı, bir belirsizlik ortadan kalktı. Ortalık süt limana döndü. Vatandaşın tepkilerinin anlık değil de sürekli olması yönündeki demokratik teklifin de geçerliliği kalmamış oldu.
Şimdiki dönemeçler daha keskin gözüküyor.
İlk etap Cumhurbaşkanlığı seçimi. Parmak hesabına dayanan parlamento aritmetiği hükümetin lehinde. Sokağın aritmetiğinin ne olacağı henüz bilinmiyor. Bilinen tek şey devletin en yetkili makamına seçilecek kişiyi şimdilik sadece Başbakan’ın bildiğidir. İkinci etap olan milletvekili genel seçimleri dönemecinin keskinliği Köşk sahibinin kimliğine göre belirlenecek.
İki etap önümüzdeki on yılları belirleyecek. Geçirmiş olduğumuz on yılların bu günleri belirlediği gibi. Klip şaşkını, balık hafızalı bir toplum zaten olduk; daha da kötüsü olma emareleri gösterdiğimizden geçmiş on seneye kuş bakışı bir göz atmakta yarar var.
Olağanüstü bir durum olmazsa genel seçimin yapılacağı 2007 senesi 28 Şubat post-modern darbesinin onuncu sene-i devriyesi olacak. “Az gittim uz gittim bir de baktım ki bir arpa boyu yol gitmişim” deyişini ete kemiğe büründüren bir on sene.
Şimdi tek başına iktidar olan hükümet yetkililerinin kahir 1997’de ekseriyeti 54. Hükümet’te koalisyon ortağı idiler ve darbenin sebeb-i hikmeti olarak gösteriliyorlardı. Tek başına iktidar olma imkânını hiç bulamayan Refah Partisi ülke bürokrasisinin en yetkin kurumu tarafından memleketin selameti adına hükümetten alaşağı edildi. Kimilerine göre 1997 darbesi 1960’tan da, 1980’den de köklü bir darbeydi; çünkü derenin yatağı geri döndürülmemecesine değiştirilmişti. Böylece albenili diğer koalisyon ortağıyla birlikte RP tasfiye edildi. Aslında tasfiye yerine tesviye demek belki daha doğru olur. Çünkü Refah Partisi’nin yenilikçileri ak bir sayfa açacak ve sadece beş sene sonra tek başlarına iktidara geleceklerdi.
Tasfiyenin tek taraflı olmadığını hatırlayalım. Zira 28 Şubat’ı gerçekleştiren komutanların görev sürelerinin uzatılması talepleri her nasılsa kabul görmedi ve emekli edildiler. Kimileri, kendilerine layık gördükleri MİT başkanlığı gibi önemli görevlere de gelemediler. Üstelik sivil hayatta yer aldıkları holdinglerin yönetim kurulu üyeliklerini de sürdüremediler. Holding yöneticileri hortumculuk, yolsuzluk, usulsüzlük soruşturmalarından geçip tekrar işlerinin başına döndüler; ama eski yönetim kurulları ilga edildiğinden kaybedilen pozisyonlar bir daha elde edilemedi.
Kaybedilen pozisyon denilince dönemin cumhurbaşkanını da atlamamak gerekiyor. Sayın Demirel’in o günlerdeki tutumu, kendisi için istemese de, yeni bir post çıkarmasına yetmedi. Cumhurbaşkanı’nın bütün umudunu bağladığı görev süresini 5+5 şeklinde düzenleyen Anayasa değişikliği TBMM’de reddedildi. 28 Şubat’ın az şekerli bir darbe olması sonradan iddia ettiği üzere kendi özel gayretleri sonucu değil, darbeye muktedir olanları engellemeye muktedir bir kanadın muhalefetine takıldı. Böylelikle post-modern darbemiz bir muamma olarak kaldı.
Memleketin selameti için yapılan operasyonun ülkeye hediye ettiği hükümet, sonunda Ecevit, Bahçeli, Yılmaz hükümeti oldu. 10. Cumhurbaşkanı Sayın Sezer’in seçimi 2000 yılında bu hükümete kısmet oldu. 2001’de Anayasa fırlatılınca ekonomik krizin çıkması da bu hükümet zamanına denk geldi. Kriz, ya Sayın Sezer Anayasa’yı Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’a sertçe ilettiği için çıkmıştı ya da krizin çıkacağını bilen hükümet yakar topu Sayın Sezer’in kucağına bırakıp “sebebi kendileridir” kurnazlığına yatmıştı. Bu konudaki rivayetlerin muhtelif olmasına karşılık, hakkında şek ve şüphe duyulmayan husus Atlantik ötesinden bir süper yetkilinin siyaset hayatımıza krizi önlemek adına çağırılmasıydı. “Şu pozisyon olmazsa olmaz” şartıyla gelen süper bakan kendisine verilenle yetinmek zorunda kaldı. Nasıl olsa bir partinin genel başkanlığına monte edileceği umudu olduğundan sessizce beklemeyi tercih etti. “Ama öyle ama böyle bir gün açılır” diye beklediği kapılar kendisine bir türlü açılmadı. İlerleyen günlerde Başbakan iyice rahatsızlandı. “İş göremez” raporu verecekler yahut ‘öldürecekler’ diye Rahşan Hanım, Başbakan’ı evinde sakladı. Zehirlenmesin diye onu kurabiye ile besledi. Bahçeli ile arası açık olan Mesut Yılmaz Çankaya’ya çıkma planlarını uygulayamadı. Derken hükümet ilk kez süper bakanın dillendirmesiyle erken seçimi tartışmaya başladı. Daha seçimlere yaklaşık iki seneye yakın süre varken erken seçim kararı alındı. Erken seçim kararının alınmasında en aktif rolü alan ve yüzde on barajını aşabilecek tek hükümet ortağı gözüken MHP, TC vatandaşlığından atılmasına engel olduğu Cem Uzan’ın Genç Parti’sine takılarak tökezledi. Bol parayla sıfırdan kurulan ideolojisiz bir partinin sadece pilav üstü döner dağıtarak yüzde yedi oy alabileceği test edilmiş oldu. Kemal Derviş önce Ecevit’in yanındaydı, sonra İsmail Cem’in YTP’sine yöneldi, derken Baykal’ın Yaşar Nurili CHP’sinde karar kıldı. Derviş’in ayrılmasıyla YTP çöktü, Deniz Bey’in yanında kendisine ekmek çıkmayacağını anlayan Derviş aslî işine geri döndü. Kendisine Türkiye’de kimin dükkân açtırmadığı da bir muamma olarak kaldı.
Kâğıtlar başka bir el karamayacak kadar kirlendiği için meydan her şeye, herkese, her politikaya muhalif CHP ile çiçeği burnunda AKP’ye kaldı. Askerî ve sivil bürokrasi ile doku uyuşmazlığı bulunan AKP, 3 Kasım 2002’de 363 milletvekili çıkararak %34,28 oy oranı ile tek başına iktidar oldu. 1957’den beri tek başına iktidara gelen partiler arasında en fazla milletvekili çıkaran parti ünvanını aldı. 2002 milletvekili genel seçimine yasaklı olduğu için katılamayan Erdoğan 2003 milletvekili yenileme seçiminde Siirt’ten parlamentoya girdi. 59. Hükümet’i kurmak üzere 58. Hükümet’in Başbakan’ı Gül’den görevi devraldı. CHP ve DP’nin aynı çatıyı paylaştığı 1946’dan bu yana ilk defa parlamentoda sadece iki parti kaldı: CHP ve AKP. Tekrar 1946 ruhundan söz edilir oldu.
Tarih tekerrür etmişti. Tarihin bu tekerrüründen Cumhuriyet’in bilinçaltı korkuları nüksetti. Muhtemelen AKP “istese hilafeti getirebilecek” konuma gelebilir diye DP’ye benzetiliyor. Mutedil davranmaları için AKP’lilere sık sık Menderes’in akıbeti hatırlatılıyor. DP’nin gizli ya da açık böyle bir ajandasının olmadığını bugün biliyoruz. Ulus-devletin demokratikleşmesi ve halkın siyasi rejimi kabullenmesi konusunda kimsenin yapamadığını yapma becerisi gösteren, DP kadroları olmuştur. Celal Bayar da her sene “dikkat edin bu kış komünizm gelebilir” ikazlarına devam etmiştir. Bu yüzden endişeye mahal yoktur.
Paylaş
Tavsiye Et