SON dönemlerde yükselen ulusalcılık Türkiye gündemine oturdu. “Beyaz adam ırkçılığının gayri milli bir kopyası” şeklinde tezahür eden bu hareketi analiz etmek, özellikle de ‘vatanseverliği’ni ölçmek kolay değil. Lakin, cari ulusalcı söylemin ne kadar “gâvur karşıtı” olduğunu anlarsak; onu Türklük, Kürtlük, Ermenilik vs. tartışmalarında da o ölçüde anlamlı bir yere oturtabiliriz. Başka bir deyişle ulusalcılığın yerliliğini, “gâvurlukla arasına koyduğu mesafe”den okuyabiliriz. Bu topraklarda hem gâvur olup (veya gâvur kalıp) hem de vatansever olmak mümkün müdür? Yüzü, üstünde yaşadığı topraklara bir kez olsun değmemiş (secde) olanlardan bu topraklara dair ne kadar ciddi bir telakki beklenir? Hayatı boyunca yere düşmüş bir ekmeği kaldırıp öpmemiş birisinin, bu ülkenin kapitalizm karşısında kendisine ait bir ekonomi-politiğe sahip olabileceğine inanma ihtimali var mıdır? Medeniyetlerin Avrupa’da buluştuğunu dillendirmekten başlayıp yakın bir zamanda Suriye’nin AB’ye komşu olacağını, Malcolm X’in tabiriyle “malikâne zencisi” edasıyla seslendirenlerin aydın olma ihtimali nedir?
Mütefekkirin ait olduğu toprak ile olan derin ünsiyetine, bizim dünyamızda imal edilmiş yani bu toprakların siyasal dilinden türeyen ‘gâvur’ kavramını ele alarak bakmak oldukça verimli olabilir. Basit bir sözlük taramasında karşımıza çıkacak olan “gâvura kızıp oruç yemek (veya bozmak), (bir şeyi) gâvur etmek, gâvur olmak, gâvur orucu gibi uzamak, gâvur ölüsü gibi, gâvur baklası, gâvur eziyeti, gâvur icadı, gâvur inadı” gibi deyimler bile bu siyasal kavramsallaştırmanın bu topraklara ait olan tabii veçhesini idrak etmek için yeterlidir. Peki, sözlük anlamının ötesinde, kurucu bir siyasal dile tercüme edilebilecek bir anlama sahip olan gâvur ne demektir? Kimlere gâvur denir? Bu sıfata müstahak olmak için ne gibi vasıflar kâfidir?
Gâvurun kavramsal tartışmasına geçmezden evvel meseleyi vuzuha kavuşturacağını düşündüğümüz bir şahitliği burada aktarmak isteriz. Yaklaşık sekiz sene evvel New York’ta tanıştığımız İstanbul’un Beyoğlu Ermenilerinden Agop’un hikayesi kayda değerdir. Agop, 1980’lerde geldiği Amerika’da tutunmaya çalışan bir Beyoğlu çocuğudur. New York’ta ayakta kalmak için canhıraş bir şekilde didinmektedir. Bir benzin istasyonunda hemen her göçmenin menkıbesine başlaması gibi macerasına başlar. Geceleri çalıştığı istasyona bir gece yarısı Amerikalı üç-beş serseri gelir. Agop’a sataşırlar. “Gâvur bir memlekette” olmanın verdiği eziklik ile önce sesini çıkarmaz. Lâkin Amerikalılar anasına küfür edince kendisini kaybeder ve beyzbol sopası ile üçüne de saldırır. İçlerinden birisini ciddi şekilde yaralar, adamlar kaçıp giderler. Agop tam beladan kurtulduğunu düşünürken polis istasyona damlar. Agop heyecanla haklı olduğunu, Amerikalıların kendisine musallat olduğunu anlatmaya çalışır. Lâkin polis bir türlü Agop’un adamlara niye saldırdığını anlamamaktadır. Israrla “Niye saldırdın?” sorusuna, “Anama sövdüler” cevabını almakta ve bunun niçin bir kavga sebebi olabileceğini kavrayamamaktadır. Agop tutuklanır, nezarete atılır. Ertesi gün hâkim karşısına çıkarılır. Agop kendinden emindir. Meseleyi anlatacak ve her şey vuzuha kavuşacaktır. Hâkim de polisin sorduğu soruyu sorar ve aynı cevabı alır. Agop bir taraftan meramını bir türlü anlatamamanın acısı ile kıvranırken, diğer taraftan ise nasıl olup da “anasına küfredilmesi”nin karşısında sessiz kalmasının beklendiğini kavramaya çalışmaktadır. Sinirleri iyice gerilmiştir. Hâkimin son kez yinelediği “İyi de niye saldırdın?” sorusuna artık dayanamaz. Tercümana döner, şöyle der: “Biz gâvur muyuz ki sesimizi çıkarmayalım!” Agop’u tanıdığımızda fanatik bir Galatasaraylı, Ramazan’da ‘gâvurlaşmamak’ için Türkiye’de iken hiç tutmadığı orucu bile tek tük tutmaya başlamış, memleket hasretinden yanıp kavrulan, kendi deyimiyle “hâlâ bir Beyoğlu çocuğu” idi. Toprakla olan derin ünsiyetinden neredeyse hiçbir şey kaybetmemişti. Bu sebepten olsa gerek kendisine olan muhkem güveni, tüm sınıfsal, iktisadi aşağılık komplekslerin kirinden berî, izzetli bir haldeydi. Zira bir vatanı vardı. Agop, gâvur olmamasının bedelini New Jersey, Rahway Hapishanesi’nde 6 ay yatarak ödemiştir.
Agop’un bulunduğu düzey birçok siyasal tafsilatı da bünyesinde barındırmaktadır. Gâvur kavramsallaştırması her iki örnekte de gördüğümüz üzere salt siyasal bir kavramsallaştırmadır. Gâvur olmak, teolojik bir durumdan ziyade, ihanet ve sadakat ile ilişkilidir. Bu durum, bir yandan gayrimüslim olup da gâvur olmamanın imkanını gösterirken; aynı zamanda hem Müslüman hem de gâvur olmanın pekala mümkün olduğuna da işaret etmektedir. Öyle ki, gâvur olmakla gayrimüslim olmak arasında zorunlu bir bağ yoktur. Denklem kendi içinde oldukça basittir: Ancak gâvurlar ihanet ederler ve sadakat gösteremezler. O halde gâvur sıfatına müstahak olmanın kabaca tek şartı ihanettir. İhanetin neye karşı yapılırsa gâvur dünyasına dahil olunacağı ya da sadakat nereye olursa gâvur olmaktan berî olunacağı konusu uzunca bir analiz gerektirir. İnsanın hicret vakasını ve metaforunu yaşamasını sağlayabileceği şeydir toprak veya vatan. Vatan dışındaki yerlerde yaşanamaz, sadece bir garip olarak bulunulur. Sürgün ve gurbetin acısı, bir anavatan var diye çekilir. İnsanın vatandan yabancılaşması ve bazen daha da ileri gidip bu halden siyasal bir dil inşa ederek ihanet içine düşmesine verilecek en yerinde sıfat ‘gâvurluk’tur. Diyarbakır’da yaşamak ile Zürih’te yaşamak ya da İstanbul’da yaşamak ile Washington’da yaşamak arasındaki farkı görememektir gâvurluk… Fırat’a bakmak ile New York’un Hudson Nehri’ne bakmak, Üsküdar’dan İstanbul’u seyretmek ile Paris’te bir kafede oturup yoldan geçenleri seyretmek arasındaki derin farkı idrak edememektir gâvurluk. Kürtçenin, Arapçanın, Farsçanın, İngilizce gibi bir yabancı dil olduğunu zannetmektir gâvurluk. Bütün bunlarla birlikte, gâvurluk daha çok bizim topraklara özgüdür. Bize özgü olduğundan dolayı, Agop gâvur değildir. Çünkü ümmetin başka hiçbir yerinde gâvurluk ya da benzer kategoriler bizde olduğu kadar ‘siyasal’ bir anlam dünyasının meyvesi değildir.
Gâvurluğun Teolojisi
İhanet nedir? Daha doğrusu bizim topraklarımızda, bizim dünyamızda ihanet nasıl vuku bulur? Bizce yekpare bir ihanet pozisyonundan bahsetmek mümkün değildir. Daha açık bir ifade ile “gâvurluktan kaynaklanan ihanet” ile “ihanetten kaynaklanan gâvurluk” arasında düzey farkı bulunmaktadır. Bu, tavır alma biçimlerinin mahiyetini ve şiddetini belirleyebilecek derecede önemli bir düzey farkıdır. Düzeyleri iç içe geçiren şey, cari iktidar biçimlerinin Garpzede bir ruh ve düşünceyle memleketi koruma adı altında ürettikleri siyasetlerde rahatlıkla görülebilir. Kemalizm’in hem din hem de milletle ilişki kurma noktasında irtica ve bölücülük suçlarını üretme ve tarif etme biçimleri bunun somut örneğidir. Özellikle entelektüel dünyada, birinci sınıfa girenler (gâvurluktan kaynaklanan ihanet) organik olarak bu topraklarla hiçbir varoluşsal bağ taşımazken; ikinci pozisyona (ihanetten kaynaklanan gâvurluk) denk düşenler aslında bu toprakların evlatları olmalarına rağmen zihinsel travma yaşayanlardır. Yaşanan travma, bizim tefekkür dünyamızın kronik bir sorunundan kaynaklanır ve bu yazının boyunu aşacak kadar geniş bir konudur. Lâkin en kaba anlamı ile dile getirmek gerekirse, aydınlar için bu travmanın kaynağı Batılılaşmadır. Birinci pozisyona girenler, işin açıkçası pek fazla ilgimizi çekmemektedir; zira bizi şaşırtan bir mevkide bulunmamaktadırlar. Asıl üzerinde kafa yormamız gereken ikinci sınıfa denk düşen, yani liberal siyasal okuma ile neo-liberal ekonomi-politik yaklaşımın özensiz terkibinden vücuda gelmiş olan aydın tipolojisi ve tefekkür dünyasıdır. Bu dünyanın gerek söylemleri gerekse de temsilcileri ile konuşmak müşkülatlı bir cehttir; zira çoğu kez Malcolm X’in malikâne zencisine “(efendinin evinden, çiftliğinden) ayrılalım, kaçalım, kıyam edelim, terk edelim, kölelikten kurtulalım” dediğinde “İyi de niye?” cevabı alması gibi bir mukabele görürüz.
Birçok yapısal kırılmanın yaşandığı son yirmi yıl bu anların izleklerini takip etmek için fazlasıyla malzeme sunmaktadır. Artık toprak-emek-insan bir yanda, din-tarih-cemiyet diğer yanda kapitalin değirmeni içerisinde bu vatanın yabancısı olduğu bir dili konuşanların mevzileri halini aldı. Toprak artık buğday vermiyor. Dışardan ithal etmek zorunda kalıyoruz. Emek, ekmek teknesinin hazinesi değil artık, kalpazanlığın ve para karşısında un ufak olup homo economicus’a rücû etmenin aracı. Artık kullara ve korkularına kul olan insan, beşer ile beşer olmama arasında seyrediyor. Din, ihanet edenlerin elinde Protestanlaşıp, tercihler dünyasına mahkum edilir halde. Tarih, hainlerin bir an evvel kurtulmaya çalıştıkları bir ağır yük. Cemiyet lümpenleşme sevdasıyla kendisinden geçmiş; Türk, Kürt ya da Alevi olduğunu oligarşi eliyle keşfetmiş serseri bir kalabalık. Ezcümle insanlıktan başka bir şey asimile olmuyor artık bu topraklarda. Aksine insanlığını asimile ettikçe yeni ihanetler keşfediyor. Devlet? O artık ikinci sınıf mafya dizilerinde arz-ı endam ediyor sadece.
Vatana ihanetin bir başka veçhesi de liberalizmin kendinden menkul vatansız insan tiplemesidir. Biyogenetik bir proje olan evrensel insan iddiasının nihai amacı insanın toprakla olan varoluşsal, tarihsel ve sosyolojik bağını önce inkıtaa uğratmak, müteakiben de bütün ünsiyeti ortadan kaldırmaktır. Evrensel insanın bir vatana ihtiyacı yoktur. O, dünya vatandaşıdır! Bir soyutlamadır. O, küresel kapitalizmden nasibini almış her toprak parçasında yeniden üretilebilir, tekrardan canlandırılabilir. Çünkü evrensel insan bir homo economicus’tur ve yaşama şartları piyasa şartlarına bağlanmıştır.
Dün olduğu gibi bugün de vatanın salahiyetinin karşısında olanlar, gâvurlar veya onların işbirlikçileridir. Dindar olsun olmasın bu vatanı kuranlar ve yaşatanlar, gâvura rağmen başarı sergilemiştir. Bu vatanda yaşayanların tek ortak meşru zemini gâvur karşıtlığıdır. Gâvur karşıtlığı zemininde, her tür düşüncede olanlarla kucaklaşabilir, bütün din ve mezhep mensuplarına selam durabiliriz. Ancak bu ortak zeminde, bu ülke insanlarını bir araya getiren bir yerli duruştan bahsedebiliriz artık! Bizce Cemil Meriç’in sürekli şikayet ettiği “vatanı yaşanmaz kılanlar” için en uygun tarif, gâvurdur. O halde düsturumuz şu olsun: İster gayrimüslim olsun ister Müslüman, yeter ki gâvur olmasın!
Paylaş
Tavsiye Et