Küresel ısınmanın %90’ı insan eseri!
BM ve Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından 1988 yılında kurulan Hükümetlerarası Küresel Isınma Paneli (IPCC), küresel ısınmaya ilişkin 4. Değerlendirme Raporu’nu açıkladı. 40 ülkeden 600 kadar bilim adamının katılımıyla hazırlanan rapor, küresel ısınmada insan eylemlerinin payının %90 olduğunu açıklıyor ve ısınmanın yüzyıllarca devam edeceğine dikkat çekiyor. Rapora göre, bu yüzyılın sonuna kadar sıcaklıklar 1,8-4,0 derece artacak, deniz seviyesi 28-59 cm yükselecek, dünyanın bazı bölgelerinde sıcaklık dalgaları artacak ve iklim değişiklikleri tropikal fırtınaları daha şiddetli hale getirecek. En kötümser bilim-kurgu filmlerinin senaryosunu aratmayan bu bulgular, yerkürenin sakinleri arasında tedirginliğe yol açsa da, raporun asıl hedef kitlesi olan hükümetleri ve politikacıları eyleme geçirmek için yeterli olup olmayacağı henüz bilinmiyor. ABD’de yönetimdeki bazı isimlerle yakın ilişkileri bulunan petrol devi Exxon’un, raporun açıklanmasını önlemek için bilim adamlarına rüşvet teklif ettiğine yönelik ciddi iddialar dikkate alınırsa, dünyanın kaderine terk edilme olasılığının yüksek olduğunu söylemek mümkün.
Küresel büyüme işsizliği azaltmıyor
Dünya ekonomisi tarihin en parlak büyüme dönemlerinden birisini yaşıyor. Son 10 yılda küresel ekonomi %50 oranında büyürken, verimlilikte %25’i aşan bir artış gerçekleşti. Ancak bu güçlü büyüme, küresel ölçekte işsizliğin düşmesine ve çalışan kesim arasında yoksulluğun azalmasına katkıda bulunmuyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), bu şekildeki bir büyümeyi sürdürmenin mümkün olmadığına dikkat çekiyor. Örgütün Şubat ayında yayımladığı Küresel İstihdam Eğilimleri Raporu’nda küresel işsizliğin, 2006 yılında güçlü büyümeye rağmen yüksek seviyesini koruduğu belirtiliyor ve dünya ekonomisinin %4,9 oranında büyümesinin beklendiği 2007’de de işsizlikte azalma meydana gelmeyeceği öngörülüyor. Raporda 2006’da dünyadaki işsiz sayısının 195,2 milyona ulaşarak rekor kırdığı, küresel işsizlik oranının ise %6,3’te sabit kaldığı belirtiliyor. Yine dünya ekonomilerindeki canlılığa rağmen günlük 2 doların altında kazanan çalışanların sayısının da sürekli arttığı ve 2006’da 1,37 milyara ulaştığı vurgulanıyor.
Küreselleşme perakende devlerini ihya ediyor
Dünya ekonomisinin olumlu bir konjonktürde seyrettiği ve ülkeler arası ekonomik entegrasyonun hız kazandığı son yıllarda, bu olumlu havayı arkasına alarak yeni pazarlara açılan perakende şirketleri cirolarını ve kârlılıklarını hızla artırıyor. Deloitte tarafından her yıl düzenli olarak hazırlanan “Perakendenin Küresel Güçleri” isimli raporun son versiyonuna göre, 2005 mali yılında dünyanın en büyük 250 perakende şirketinin toplam cirosu, bir önceki mali yıla kıyasla %6 oranında artarak 3,01 trilyon dolara yükseldi. Bu şirketlerin ortalama kâr marjları ise aynı dönemler arasında %2,7’den %3,5’e yükseldi. Kâr marjları 2001 yılında sadece %1,7 seviyesinde bulunuyordu. Raporda dünyada yükselen küreselleşme karşıtı duyarlılığa rağmen, perakende sektöründe küreselleşmenin devam ettiği vurgulanıyor. 2005 mali yılı itibariyle en büyük 250 perakende şirketinin her biri ortalama olarak 5,9 ülkede faaliyet gösteriyor. Bu grup 2004’te ortalama 5,4, 2000’de ise ortalama 5 ülkede faaliyet göstermişti. Gelişmiş ülke pazarlarındaki yavaş büyümenin yanı sıra başta Çin, Hindistan ve Rusya olmak üzere yükselen piyasaların artan cazibesi küreselleşmeyi tetikleyen faktörlerin başında geliyor.
Irak halkının üçte biri yoksulluk sınırının altında yaşıyor
Irak’ta işgalin dördüncü yılı tamamlanırken, halkın ekonomik durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. BM ile Irak Planlama Bakanlığı’nın ortaklaşa hazırladığı bir rapor, Irak halkının üçte birinin yoksulluk sınırı altında yaşadığını, %5’ten fazla bir kesimin ise aşırı derecede kötü şartlarda hayatını idame ettirmeye çalıştığını ortaya koyuyor. Raporda, 1970’ler ve 80’lerde orta gelir grubuna ait ve refahın giderek yükseldiği bir ülke olan Irak’ın insan eliyle çökertildiği ve Irak halkının zengin ekonomik ve doğal kaynaklara rağmen yoksulluğa mahkum edildiği belirtiliyor. BM, teşviklerin kaldırılması, devletin ekonomiye müdahalesinin kısıtlanması gibi Irak’ı bir serbest piyasa ekonomisine dönüştürmek amacıyla uygulanan politikaların da yoksulluğu artırdığına dikkat çekiyor.
Rusya’da yabancı yatırımcılara sınırlama
Rusya, ekonomik küreselleşmenin hız kazandığı ve küresel sermayenin önündeki bütün engellerin kaldırıldığı bir dönemde, belki de eski günlerinden kalma bir refleksle yabancı işletmelerin stratejik sektörlerde faaliyet göstermesini engellemeye çalışıyor. Rus hükümeti, yabancı şirketlerin stratejik olarak değerlendirilen petrol, gaz ve madencilik alanlarında faaliyetini engelleyecek bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa tasarısı Rus Milli Meclisi ve Federasyon Konseyi tarafından onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. Enerji ve Sanayi Bakanı Viktor Hristenko tarafından hazırlanan yasa tasarısına göre, stratejik olarak belirlenen bir alanda yatırım yapmak veya stratejik doğal kaynakların çoğunluk hissesini almak isteyen yabancıların başvuruları Rus hükümeti ve Rusya Federal Güvenlik Servisi tarafından değerlendirilecek; onaylanırsa devlet başkanına sunulacak. Tasarı devlet başkanına başvuruları veto etme hakkı da veriyor.
Çin, Afrika ile ekonomik ilişkilerini derinleştiriyor
Hızlı gelişimiyle küresel dengeleri temelinden sarsan Çin, gözünü Afrika’ya dikti. Çin’in Kara Kıta’yla olan ekonomik ve siyasi ilişkileri giderek derinleşiyor. Son altı yıl içerisinde ABD ve Fransa’nın ardından Afrika’nın en büyük üçüncü ticaret ortağı konumuna gelen Çin, bu dönemde Afrika ile olan ticaret hacmini de 10 milyar dolardan 55 milyar dolara çıkardı. Çin, 2010 yılında bu rakamı 100 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Yıllık ortalama %10 civarında seyreden büyümesini beslemek için ciddi miktarda enerjiye, özellikle de petrole ihtiyaç duyan Çin, petrol tüketiminin %30’unu artık Afrika’dan karşılıyor. Bunun karşılığında ucuz Çin malları, tüm dünyayı olduğu gibi, Afrika pazarlarını da işgal etmiş durumda. Çinli işadamlarının Afrika ülkelerine yaptığı yatırımlarda da son yıllarda artış göze çarpıyor.
Tavsiye Et
Yasalaşan mortgage kime yarayacak?
Uzun süredir Türkiye’nin gündeminde olan tutsat (mortgage) tasarısı nihayet Meclis’ten geçerek yasalaştı. Tutsat ile Türkiye’de de konut alanında yeni bir dönem başlıyor. Konutların %55’inin ruhsatsız ya da izinsiz olduğu, %60’ının yaşının 20’yi aştığı ve %40’ının tadilata ihtiyacı olduğu Türkiye’de önümüzdeki on yıl içerisinde 7 milyon yeni konuta ihtiyaç olacağı tahmin ediliyor. Bu konut ihtiyacının karşılanmasında tutsat sisteminin önemli bir araç olması bekleniyor. Tutsat sisteminde, satın alınacak evin değerinin %25’i peşin ödeniyor. Yasa, konut kredilerinde değişken faizli kredilerin kullanılmasına imkan tanısa da, daha çok kredi verenlerin haklarının korunmasına ilişkin düzenlemeler getiriyor. Örneğin sabit faizli kredi kullanan tüketicilerin vadesinden önce ödeme yapması durumunda bankalar %2’lik erken ödeme ücreti talep edebilecek. Yasayla kredi verenlerin müteahhitlerle birlikte giriştikleri kampanyalarda tüketicilere karşı daha önce sınırsız olan sorumlulukları da sınırlandırılıyor. Ayrıca, taksitlerin ödenmemesi durumunda icra süreci hızlandırılıyor. Tüketicilerin ise, ikincil piyasaların açılmasının ardından faizlerin düşmesi ile sistemden yararlanmaları bekleniyor.
2006’da cari açık 31,3 milyar dolar oldu
Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olan cari açık 2006 yılında tırmanışını sürdürerek 31,3 milyar dolara ulaştı. Böylece 2006’da cari açığın 390 milyar dolar olarak tahmin edilen milli gelire oranı %8’in de üzerine çıkmış oldu. Kabaca bir ülkenin dışarıya sattığı mal ve hizmetler ile dışarıdan aldığı mal ve hizmetlerin değeri arasındaki farka eşit olan cari açık, 2005 yılında 22,6 milyar dolar olarak gerçekleşmişti. Türkiye’de cari açık, mal dengesinin açık vermesinden kaynaklanıyor. Turizm gelirleri sayesinde hizmet dengesinin artı vermesi bu olumsuz etkiyi kısmen dengeliyor. Öte yandan, Türkiye’deki yabancı yatırımcıların yurt dışına çıkardıkları faiz ve kâr payı gelirleri de cari açığı artırıyor. 2006’da bu şekilde Türkiye’den 11 milyar dolar çıkarken, Türk vatandaşlarının yurt dışından elde ettikleri faiz ve kâr payı gelirleri 4 milyar dolarla sınırlı kaldı. Geçtiğimiz yıl 31,3 milyar dolarlık cari açığa karşın Türkiye’ye net sermaye girişi ise 44,7 milyar dolar oldu.
Türkiye doğrudan yatırımlar için cazibe merkezi
2000’li yıllara kadar doğrudan yabancı sermaye çekme noktasında büyük sıkıntılar yaşayan Türkiye sonunda şeytanın belini kırmış görünüyor. 2005’teki özelleştirme hamlesi ile yeniden ivme kazanan doğrudan yatırımlar, güçlü performansını 2006’da da korudu. Geçtiğimiz yılın ilk 11 ayında Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye girişleri 2005’in aynı dönemine göre iki kattan fazla artarak 15,9 milyar dolara ulaştı. Uluslararası yatırım bankaları tarafından hazırlanan raporlar, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda doğrudan yatırımlar için cazibe merkezi olmaya devam edeceğine işaret ediyor. Bu bankalardan Morgan Stanley, 2007-2010 döneminde Türkiye’nin 15 AB ülkesinden 28-44 milyar avro arasında doğrudan yatırım çekebileceğini öngörüyor. Ernst&Young ise, küresel şirketlerin tepe yöneticileriyle yaptığı anketlere dayanarak, yabancı yatırımcıların Türkiye’nin geleceğine ilişkin çok iyimser olduğunu açıkladı.
Özince: Türkiye Basel II’ye hazır değil
Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince, Türkiye’nin Basel II’ye henüz hazır olmadığını savundu. Bankaların ve düzenleyici kurumların, sermaye yeterliliği ve risk yönetimine yaklaşımlarında katı kurallar getiren Basel II çerçevesinin 2008 yılında 100’ün üzerinde ülkede hayata geçirilmesi düşünülüyor. Ancak değil Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde dahi Basel II’nin uygulamasında büyük zorluklarla karşılaşılacağı tahmin ediliyor. Özince, Türkiye’de Basel II’nin uygulanması noktasında en büyük sıkıntısının kayıt dışı ekonomin büyüklüğü olduğunu dile getirdi. Bankaların kredi verirken çok daha katı davranmalarını gerektiren Basel II sisteminin, Türkiye ekonomisinin gerçekleriyle örtüşmeyeceği ve özellikle ekonominin bel kemiğini oluşturan KOBİ’ler üzerindeki etkilerinin kısa vadede yıkıcı olacağı son zamanlarda sıkça dile getiriliyor.
İstihdamda iyileşme başladı
İşsizlik oranındaki düşüş eğilimi yavaş da olsa devam ediyor. 2006’nın son çeyreğinde işsizlik oranı %9,6’ya geriledi. 2005’in aynı döneminde işsizlik oranı %10,6 seviyesindeydi. Bu dönemler arasında istihdam edilen nüfus 21 milyon 928 binden, 22 milyon 641 bin kişiye yükselirken; işsiz sayısı ise 2 milyon 611 binden, 2 milyon 415 bine geriledi. Türkiye açısından daha belirleyici olan tarım dışı işsizlik oranında da belirgin bir düşüş yaşandı. 2005’in son çeyreğinde %13,7 olan bu oran, 2006’nın aynı döneminde %12,2’ye geriledi. Bu dönemler arasında tarım dışı istihdam 705 bin kişi arttı. Bu rakamlar ekonomide son 4 yıldır kesintisiz devam eden büyümenin istihdam üzerinde sınırlı da olsa etkisini göstermeye başladığına işaret ediyor.
Türkiye gerektiğinden fazla reel faiz ödüyor
Türkiye’de reel faizlerin seviyesinin çok yüksek olduğu gerek yurt içinden gerekse yurt dışından pek çok kesim tarafından dile getirilmeye başlandı. İş dünyasının önde gelen temsilcilerinden Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırım çekme konusunda önemli gelişmeler kaydettiğine dikkat çektikten sonra, bu kadar doğrudan yabancı yatırımın geldiği ülkede reel faizlerin daha düşük olması gerektiğini söyledi. Önde gelen uluslararası yatırım bankalarından Morgan Stanley de yayımladığı raporda, Türkiye’de %13’ün üzerinde seyreden reel faizlerin gereğinden fazla yüksek olduğunu, ekonomik göstergelerin daha düşük reel faizi hak ettiğini belirtti.
Tavsiye Et